Dağcılık sporunun Alpler'de başladığı kabul edilir. Belki de, gerçekten böyle olduğu için değil, düzgün kayıtların ilk defa
Avrupa'da tutulmasından dolayı bu tez kabul görmektedir. Buna karşılık Alpler'de geliştiği tartışma götürmez.
1492 yılında Antoine de Ville, Fransa Kralı VIII. Charles'ın emrini yerine getirmek amacıyla, beraberindeki ekip ile birlikte Mont
Aiguille (2086 m) dağının o ana dek erişilemez kabul edilen zirve platosuna tırmandı. Pek çokları tarafından ilk Alpin faaliyet
olarak kabul edilmesine rağmen, de Ville'in motivasyonunun altında yatan fetih misyonu bu faaliyeti dağcılık olarak değerlendirmeyi
zorlaştırıyor. Nitekim ekibin tırmanıştan sonra ilk olarak yaptığı dağın Saint Charlemagne adı ile vaftiz edilmesi olmuştu.
Aydınlanma çağı ile birlikte, dağların kötü ruhların ve ejderhaların yurdu olduğu düşüncesinin kaybolması ile birlikte dağcılık
faaliyetleri artmaya başladı. 1786'da Alpler'in en yüksek zirvesi Mont Blanc, Chamonix'den Pacard ve Balmat tarafından tırmanıldı. İlk
tırmanıcıların Fransız olması ilginçtir. Bu dönemde dağcılık yapabilmek için iki şey gereklidir çünkü; boş zaman ve maddi imkan.
Bunlar da o dönemin İngiliz soylularında olduğu için, o dönemin dağa gidenleri İngiliz turistlerdir. Pacard ve Balmat'nın Mont Blanc
tırmanışının ardında yatan itki ise, Cenevreli bilim adamı Horace de Saussure'nin ilk tırmanan kişiye vereceği para ödülüdür. De Saussure bilimsel araştırmaları için açılan rotadan zirveye gide dursun, Pacard ve Balmat başarının kaymağını kim yiyecek tartışmasıyla
Chamonix köy meydanında tekme tokat birbirlerine girmişlerdir bile.
19. Yüzyıl, başlangıçta yavaş fakat giderek artan bir ivme ile dağcılığın spor olarak yapılmaya başlandığı dönem olmuştur.
Yüzyılın ortalarından itibaren Alpler'in en yüksek zirveleri ardarda çıkılmaya başlandı. Mont Blanc'dan, 1865 Matterhorn (4478 m) ilk
çıkışına kadar geçen dönem Alpinizm'in Altın Çağı olarak adlandırılır. Matterhorn tırmanışının inişi sırasında, aralarında
İngiliz soylularının da olduğu dört kişi boşluğa uçmuştu. Bu kaza dağcılık tarihinin üzerinde en çok konuşulmuş kazalarından biridir
ve sonrasında Kraliçe Victoria'dan dağcılık faaliyetlerini yasaklaması dahi istenmiştir. özellikle İngiliz Alpinizm çevresinde,
güvenlik üzerine uzun tartışmalar yapılmasına neden olmuştur.
1877'de, o ana kadar kendi sınırları içinde yabancıların çıkışlarını izlemek zorunda kalan Fransızlar, Baron Castelnau ve rehberler baba- oğul Gaspard'ın Meije tırmanışı ile sevindiler. Kalan son büyük zirve de tırmanılmıştı artık ve bundan sonra dikkatler daha zor ve
özel rotalara yönelmeye başladı. Orta Avrupalı dağcılar kaya tırmanışını daha önce hayal dahi edilmeyen zorluk düzeylerine
yükselttiler. Kış dağcılığı ve rehbersiz faaliyetler popüler olmaya başladı. Dağcılık artık bilimsel köklerinden kopmaya başlamış,
tehlikeye açık ve dağcılık yapmak için yapılan sportif bir faaliyet haline dönüşmüştü.
Dönemin ünlü dağcısı Albert Mummery'nin etkisiyle başlayan dağcılık ekipmanı geliştirme hareketi dağcılığın ilerlemesine büyük
katkılarda bulundu. 1910'da iniş tekniklerinin icadı ile birlikte kaya çatlaklarına çakılan sikkelerin geliştirilmesi kaya
tırmanışında yeni bir çığır açtı. Daha önce imkansız görülen duvarlar, artık sikkelerin kullanımı ile tırmanılabiliyordu.
1930'lar aynı zamanda dağcılığın Avrupa kökenli milliyetçilik akımlarından etkilendiği bir dönemdir. Nazilerin dağ ve bulut kültü
ile coşan bir çok Alman ve Avusturyalı genç bu dönemde riskli tırmanışlara giriştiler. 1938 yılında insan yutan canavar unvanlı
Eiger'in kuzey yüzü ile Grandes Jorasses Walker sırtının tırmanışı ile birlikte Alpler'de ulusal düzeyde mücadele edilecek alanlar
tamamlanmış oluyor, gözler doğudaki devlere, Himalayalar'a kayıyordu.
İngiliz, Alman ve Amerikalıların 1920'lerden II. Dünya Savaşı'na değin geçen sürede çeşitli ekspedisyonlar düzenlediği Himalayalar'da
tırmanılacak 14 tane 8000 metrelik dağ öteden beri iştahları kabartıyordu. Yüksek irtifanın insan fizyolojisindeki etkilerinin
anlaşılmasına ve uygun ekipmanın geliştirilmesine kadar geçen sürede çoğu İngiliz ve Alman bir çok dağcı Himalayalar'dan geri dönemedi.
II. Dünya Savaşı milliyetçilik rüzgarlarını yeterince söndürememiş olsa gerek, savaşın getirdiği aradan sonra Himalayalar yine ulusal
ekspedisyonların ilgi odağı olmaya başladı. teknolojik ilerlemeler dağcılık sporuna derhal yansıdı daha hafif ve daha dayanıklı
malzemeler ortaya çıkıyordu.Çeşitli uluslardan bir çok dağcı 1950'li yıllar boyunca dünyanın en yüksek noktalarına ulaşmayı başardı.
Tibet'in siyasi durumundan dolayı en geriye kalan Shishapangma'nın 1964'de geçit vermesi ile bu anlamsız milliyetçilik mücadelesi sona erdi. Artık dağcılar bir kez daha irtifanın yerine tekniği koyma problemi ile karşı karşıya idiler.
Dağcılığa yabancı kimseler, genellikle dağcıların ipe tutunarak tırmandığını düşünürler. İp dağcılıkta tutunmak için değil, emniyet
içindir. Özel ekipmanlar sayesinde kurulan emniyet sistemlerinin en önemli parçası olan dağ ipi, bir dağcının düşmesi halinde onu
tutmaya yöneliktir. Ancak bu her zaman da böyle olmayabilir, örneğin yapay tırmanış farklıdır. Yapay tırmanış el ve ayakların
kullanılmasına olanak vermeyecek derecede zor yüzeylerde, özel ekipmanlara tutunarak ve basarak yapılan bir tırmanış türüdür. Uzun
duvarların günlerce süren tırmanışları ile çıkılan rotalar dağcılıkta yeni teknikleri de gelişmeye zorlayarak, yapay tırmanış
tekniklerinin ortaya çıkmasına neden olmuş ve 1950'li ve 60'lı yıllar boyunca önceden tırmanılmamış bir çok duvar rotasının
çıkılmasına olanak tanımıştır.
İpe tutunmanın bir istisnası da yüksek irtifa tırmanışlarıdır. Eğer bir insanın Everest'in zirvesine ışınlanması mümkün olsaydı, bu o
insan için büyük bir şanssızlık olurdu. Gelişen beyin ödemi ve diğer yüksek irtifa hastalıklarından dolayı bir kaç dakikada ölürdü
çünkü. Normalde bir insanın asla yaşayamayacağı koşullara gidip gelebilmek için insan vücudunun tedricen alıştırılması gerekir. Bu
amaçla bir çok defa ara kamplara çıkılır ve inilir. Bu tırmanışların güvenlik içinde yapılabilmesi için de rotaların zorlu ve riskli
yerlerine sabit hatlar döşenir, özel aletlerle sürekli emniyette kalarak tırmanış ve iniş gerçekleştirilir.
1970'lerden itibaren sahneye çıkan yeni kuşak tırmanıcıların ortak özelliği olarak, yüksek irtifaya gitmeden önce çok zorlu Alpin
tırmanışları gerçekleştirmeleri ve teknik ustalıklarının mükemmel olmaları gösterilebilir. Örneğin Reinhold Messner Dolomitler'de,
Jerzy Kukuczka Tatra ve Alpler'de önemli tırmanışlar gerçekleştirmişlerdi. Ekspedisyon liderleri teknik rotaları
denemeyi istiyor, dolayısıyla teknik beceriye önem veriyordu. Öte yandan bir ekspedisyona dahil olmanın getirdiği kısıtlamalar ve
yüksek maliyet, dağcıları Alpin stilinde yüksek irtifa çıkışlarına giderek daha çok özendiriyordu. Küçük ve hızlı bir ekip, minimum
yük ve tercihan daha önce çıkılmamış teknik bir rota, yüksek irtifada Alpin stilinin temel özellikleri olarak ortaya çıkıyordu.
Alpin stil Himalaya tırmanışları varolan en zorlu, en tehlikeli dağcılık biçimidir. Alpin stil Himalaya tırmanışı Türk dağcıları
tarafından şu ana kadar yalnızca bir kez, üstelik de solo olarak, Uğur Uluocak tarafından 8200 metrelik Cho Oyu dağında
gerçekleştirilmiştir. Uluocak bu tırmanışı ile iki hafta içinde arka arkaya iki sekizbinlik dağa tırmanarak dünya çapında bir başarıya
ulaşıyor ve Fransız Alpin Rando dergisinde bu başarısı övülüyordu.
Türkiye dağlarında gerçekleştirilmiş en zorlu tırmanışlar hangileri olabilir? Kişisel bir değerlendirme ile, bir çok tırmanış arasından
iki tanesinin öne çıktığını söyleyebiliriz. Doğan Palut ve Batur Kürüz tarafından gerçekleştirilen Aladağlar Demirkazık kuzey duvarı
kış çıkışı (1998) ile Uğur Uluocak, Alper Işın Duran ve Haldun Ülkenli tarafından gerçekleştirilen Hakkari'deki Cilo dağlarının en
yüksek zirvesi Reşko'nun kuzey duvarı tırmanışı (2002).
Zorluğundan bağımsız olarak, Türk dağcılığını en çok etkileyen iki tırmanış ise, 1991'de Ertuğrul Melikoğlu'nun Demirkazık kuzey
duvarının ilk Türk tırmanışını solo gerçekleştirmesi ile, 1995'de Nasuh Mahruki'nin Everest tırmanışıdır. Melikoğlu'nun sıra dışı ve
iddialı tırmanışı, bir çok tırmanıcı için hedef geliştirici olmuştur. Mahruki'nin Everest tırmanışı ile birdenbire medyatik
olması ve akabinde bilinçli olarak arttırmaya çalıştığı popülaritesi, dağcılık konusunda teorik birikimi veya pratik görgüsü
olmayan medyada kahraman olarak lanse edilmesine yol açmıştır. Everest'e düzenlenen ticari ekspedisyonların birine müşteri olarak
katılan, batılı rehberlerin ve Nepalli yerli Şerpaların desteğiyle tırmanan Nasuh Mahruki'nin, dünya çapında bir başarı kazanmışcasına
tanıtılması Türk dağcılarının uzun süre tepki ve eleştirilerini almıştır. Her ne kadar, gelişen süreçte adeta kadrolu kahraman
rolüne de soyunmuş olsa Mahruki'nin zirveye ulaşan veya ulaşmayan tırmanışları, bir çok Türk dağcısı için yeniden hedef belirleme
anlamında yol gösterici olmuştur.