Bu sayfayı yazdır

Peak Lenin Tırmanışı

27.07.2008- 20.08.2008 Kırgızistan - PEAK Lenin -7134 m.
Tırmanış Faaliyeti Günlüğü

PEAK LENİN hayali daha çok 7000’lik hayaliydi, ama bu hayalime çeşitli nedenlerden dolayı kendimi hazır hissetmiyordum, dolayısı ile bu hayali aklımın köşesine hapsetmiştim, gündemime girmesine bile izin bile vermiyordum.  PEKİ, YA SONRA…


SONRA…

Kulübümüz Zirve Dağcılık yurt dışı faaliyet planını yapmaya başladığında içinde PEAK LENİN de vardı. Ben bu plana hayalimin gözlerini kapatmış gelişmeleri izliyordum, aklımın köşesine hapsettiğim 7000’lik hayalim ise ölüyordu. Öyle ki PEAK LENİN’ ne çıkacak en son kişi bendim sanki uzaktan yakından ilgim yokmuş gibi, ama kendimi de selin önünde duruyor gibi hissediyordum, dayanma gücüm azalıyordu…  

Derken, PEAK LENİN’ den bir çağrı almışım gibi “ama gitmem gerekiyor” deyip gitmeye karar verdim.

Bu karara rağmen aklımın köşesine hapsettiğim 7000’lik hayalimi canlandıramadım. Yani heyecan yoktu, ama gitmem gerekiyordu, öyle ki geri dönüşü olmasa da gitmeliydim, bu denli kuvvetli hissiyatıma bir de merak eklendi, öyle ya neden gitmeliydim? Orada beni bekleyen ne vardı? Ne ile karşılaşacaktım? v.s sorular…

Kendime heyecan yaratacak bir neden bulmalıydım, esaslı bir neden olmalıydı. O zaman da şimdi de yüreğimin en yüksek köşesinde oyun oynayan üç yaşındaki yeğenimi kendime neden seçtim, onun için bu zirveyi yapacaktım, ona olan sevgim bu nedeni çok güçlü hale getirdi ve böylece hazırlıklara başladım.

Bireysel olarak yapacağım bu faaliyete, ELBURUZ faaliyetinden tanıdığım ve PEAK LENİN’ e gitmeye karar vermiş olan Muzaffer KARAMİKOĞLU ile gidebileceğimizi düşündüm. Hatta O zamanki Zirve Dağcılık kulübümüz başkanı İsmet İNAN, “kulüp faaliyeti dışında bireysel faaliyet yapan birkaç kişi daha var, böyle bir grubu ayrıca organizasyona dahil ederek, bir şekilde orada hep beraber olabiliriz, bunu kulübe önereceğim” filan da demişti. Muzaffer ile irtibata geçtim, gidiş tarihine göre uçak biletimi rezerv ettim.

Kulübümüz Zirve Dağcılık tarafından yurtdışı faaliyeti için oluşturulan ekibin yedek listesinde olan yine kulüp üyesi Afyon temsilcisi Mitat ŞENER, Federasyon’dan aldığı referansla Aksai firmasını önermiş, Muzaffer de bu firma ile yazışmalara başlamıştı, firmanın yetkilisi Dinara, Türkçe bildiği için anlaşmak kolay olmuştu. Bu ara, Mitat ŞENER de kendi şartlarını değerlendirerek kendi imkanları ile PEAK Lenin’e gitmeye karar vermişti, böylece üç kişi olmuştuk. Muzaffer, Aksai firması yetkilisi Dinara ile yaptığı yazışmalarda bizi de bilgilendiriyordu, ama yine de ben, İbrahim AKÇAY’dan ön bilgi almıştım, hatta bir zirve plan ve programı bile yaptık. Ayrıca,  federasyonun faaliyet raporundaki programı ve AKSAİ firmasının ön gördüğü programı da inceledim, karşılaştırdım. Böylece kafamda bir program oluşmuştu, elbette ki asıl program orada şekillenecek ve son halini alacaktı.

E birde performans işi vardı, 2 ay öncesinden haftada 4-5 gün 8 - 10 km. koşmayı hedefledim ve yapmaya çalıştım. Ders 1, 7000’lik bir faaliyeti ilk defa deneyecek olanlar, malzeme konusunda aylar önceden hazırlık yapmaya başlaması gerekiyor.

Yanıtını Bulamadığım İki Soru Vardı;
1 - Neden PEAK LENİN’ den çağrı almış gibi hissetmiştim ve mutlaka gitmeliydim?
2 - Neden aklımın bir köşesine hapsettiğim hayalimi canlandıramamıştım?

İşte böylece, 7000’lik yolculuğum başlamıştı, PEAK LENİN ilk göründüğü an zirve heyecanını hissetmeye başladım, bu heyecan, zirve nedenimle birleşince, 16 gün sonra kendimi zirvede buldum.

1.     Gün (27.07 2008 – Pazar, İstanbul’dan Bishkek’e varış.)
17.30 Bishkek’ e hareket etmek üzere uçaktayız, Nihayet uçağımız hareket etti ve 7000’lik faaliyetimiz de başladı. Türkiye saati ile 22.15’te pilotumuz inişe geçeceğimizi anons etti ve inişe geçtik. 22.30 Bishkek Uluslararası Manas havaalanındayız. Saatlerimizi 3 saat ileri aldık(01.30) valizlerimizi alıp dışarı çıktığımızda taksi şoförlerinin akınına uğradık, hele bir de Türkçe konuştuğumuzu anlayınca daha ısrarcı davrandılar ama biz tur sorumlusunu bekliyorduk ve tur sorumlusu Dinara bizi karşıladı, bir araçla otelimize doğru yola koyulduk. 02.45 Grand Otel’e vardık ve odalarımıza çıktık, otel sakin ve güzel bir yerde idi. Hava oldukça sıcaktı.

2.    Gün (28.07. 2008 – Pazartesi, Bishkekteyiz.)
09.30 uyandım, kahvaltım odama geldi, neden bilmiyorum ama akşam kahvaltı saatini sormamdan odama istediğimi zannettiler herhalde. Böylece kahvaltımı odamda yaptım ve tur yetkilisi Dinara ile toplantı saatine kadar dışarı çıkıp çevreyi dolaştım. Pazar yeri, daha çok açık yiyecekler(hamur işi, her türlü sebzenin turşusu hatta makarnanın bile turşusu vardı.) ve içeceklerle doluydu, hijyen durumları da zayıf görünüyordu ama meyvelerin pazardaki düzeni ve sunumu pek güzeldi.  Hele su almak istediğimizde soda anlamasınlar diye ne kadar da anlatsak, su yerine piyangodan soda çıkma olasılığı %50 idi. En komiği de ayran diye satılanın yoğurt olduğuydu.  

Önemli bir not:
Bu gün arkadaşların bu faaliyeti AFDOS adına yaptıklarını öğrendim, ufak bir ayrıntı, ben de AFDOS adına bu faaliyeti yapıyormuşum… ! Belli ki bir yanlış anlama vardı ve bunu düzeltmek gerekiyordu. Bu faaliyeti bireysel yaptığımı belirterek, beni dahil etmemelerini istedim. Mutlaka da yayımlanan herhangi bir faaliyet raporunda bahsedilmesi gerekiyor idiyse de bireysel bir faaliyet yaptığımdan, Zirve Dağcılık üyesi olduğumdan bahsedilmesi yeterliydi, doğrusu da buydu. Bu andan itibaren biri bireysel diğer ikisi Afdos adına faaliyet yapan üç kişi olduk, yani grup olmaktan çıktık, ama rehber almamızın önemli yönde etkisi oldu ve faaliyet başarılı sonuçlandı.

3. Gün (29.07. 2008 – Salı, Bishkek’ten OSH’a, oradan da ana kampa(3600 m.) gidiş )
06.00 Uyandık, kahvaltı yaptık, 07.00 Turun aracı geldi, OSH’a gitmek için hava alanın gitmek üzere otelden ayrıldık.
08.30 Hava alanına vardık, 09.00 Uçağımız(küçük bir uçak) havalandı. 09.55 OSH’a indik. Türkçe bilen yaşlı bir tur görevlisi bizi karşıladı, bir araçla ana kampa gitmek üzere yola koyulduk, başka dağcılarla beraber ana kampa(3600 m.) gidecekmişiz, bunun için onların kaldığı otele gittik. Otele vardığımızda bizi bekleyen dağcılar pek sevindi, bizi çok beklemişlerdi ve nihayet yola çıkacaklardı. Kamaz dedikleri askeri kamyonetten bozma araca çantalarımız yerleştirildi ve saat 11.15 Yurt kampa gidiş için hareket ettik.

15.30 Yurt kampa vardık, burası ağaçlandırılmış, yemek ve yatak çadırlarının bulunduğu önemli bir uğrak yeriydi. Öğle yemeğimizi yedik, içecek su dahi olsa ekstre idi ve ücrete tabii idi. İlginç olan orada su için verdiğin para ile Bishkek’in merkezinde yemek yiyebiliyorsun. Yani yemek firmadan ama su içersen yemeğin parasını ödemiş oluyorsun. Yeri gelmişken firmaya ödediğimiz bedel(600 EURO) için aldığımız hizmet özetle; Bishkek’te ve OSH’ta konaklama ile ulaşım, Yurt kampta öğle yemeği, ana kampta dönüşe kadar yemek, 1.kampta 4 gün yemek, idi.

16.30 Ana kampa doğru hareket ettik. Yine bozuk bir yolda ilerliyorduk. Kah yükseliyor kah iniyorduk, tabii ki biz hep yükselmeyi ve bir an evvel ana kampa varmayı istiyorduk.

Araç bir hayli yükseldikten sonra birden durdu, heyecanla hep beraber araçtan indik, PEAK Lenin yüzünü göstermişti. Çok uzakta iki dağın kesiştiği vadiden beyaz bir tepe gibi görünüyordu. Fotoğraf makinemle zoom yaptığımda heybetini gösterdi. Heyecandan bir sürü fotoğraf çektik sanki yanına gitmeyecektik, sanki yakından bir sürü fotoğraf çekmeyecektik, sanki onun için yollara düşmemiştik? İlerleyen zamanda artık Pamir dağları sin silesi solumuzda iyice görünmeye başlamıştı, yine fotoğraf makineleri iş başında idi, PEAK Lenin solumuzda paralel yolda ilerliyorduk, nihayet PEAK Lenin’e doğru dönüş yaptığımızda artık akşamüzeri olmuştu.

Yolculuk devam ederken hava iyice alaca karanlık olmuş ve biz, yol denemeyecek bir satıhta ilerliyorduk. Bu satıh su yatağı ve yoğun çakıl ve taşlarla kaplı idi, araç öyle çukur ve yüksekliklerden geçiyordu ki PEAK LENİN’ ni unutmuş yola kilitlenmiştik, her atlayıp zıplamada şoförü alkışlıyorduk, biz aracın kasasında olduğumuz için şoförle mikrofonla konuşuluyordu. Bir ara uzaktan bir araçtan sinyal aldık ve ona doğru gitmeye başladık ne olduğunu anlamadan ilerliyorduk, aracın yanına geldiğimizde bizden yardım istediklerini anladık, epey uğraş verildikten sonra bir halatla o aracı hareket ettirerek yardım konusunu da bitirdik ve tekrar yola koyulduk. Artık hava iyice karanlık olmuş, nasıl bir satıhta seyrettiğimiz bilmeden sarsıla, sarsıla ilerliyorduk. Edindiğimiz bilgilere göre ana kampa kaç saat kaldığını hesaplıyorduk ama bu kurtarma operasyonu hesabımızı karıştırdı, artık kaç saat kaldığını hesaplamıyorduk. Nerde bir ışık görsek kampın orası olduğunu zannediyorduk, ama araç oraya doğru gitmeyince bu tür yorumlardan da vazgeçtik ve zifiri karanlıkta ilerliyorduk, neyse ki yol artık çok sarsıcı değildi. Kendimizi gecenin karanlığına ve geçmeyen zamana bırakmış ilerliyorken birden kendimizi ana kampın içinde bulduk, yani ana kamp göründü gibi bir durum olmadan. Saat 10.20, 11 saatlik yolculuk sona ermişti, biz araçtan inerken aracın etrafını kamp görevlileri çoktan sarmıştı bile. Karşılama çok sıcaktı, kamp çok iyi aydınlatılmıştı, yani alışık olmadığımız bir kamp görünümündeydi. Yemeğin hazır olduğunu hemen yemeğe geçmemizi söylediler. Sıcak sulu bir sebze yemeği ile karşılandık. Yemekten hemen sonra çadırlarımız gösterildi ve çadırlarımıza geçtik. Uyumak zor olmadı, öylesine yorulmuştuk hemen uyuduk.

4. Gün (30.07. 2008 – Çarşamba, ana kamptayız(3600 m.))
08.30 Uyandık, ana kampın konumunu ve çevresini yeni görüyorduk, kamp iki nehrin dik vadisinin ortasında konuşlanmıştı. Zemin, yeşil, yaban çiçekleri görünümünde halı gibi görünüyordu.  

Yemek çadırında herkes oturmuş kahvaltı servisini bekliyordu, masalara grup sayılarına göre servis koymuşlar, kocaman, kocaman termoslarla sıcak su, siyah ve çeşitli çaylarla birlikte kaşar peynirle çiğ sucuk ve bisküvi servis etmişlerdi. Çok geçmeden çukur tabaklarda çorba ikram ettiler, bu çorbalar bizim damak tadımıza hiç hitap etmiyordu, omlet istedim bir süre sonra omletim geldi, kahvaltımızı yaptık. Kamp sorumlusu Dima rehberimizin saat 09.00’da geleceğini söyledi, kamp sorumlusu Dima idi ama Timur diye bir delikanlı vardı, birazda Türkçe biliyordu ve her şeyle o ilgileniyordu. Çok sevimli güler yüzlü bir delikanlı idi.

Saat 09.20 rehberimiz henüz gelmemişti, zamanımızı değerlendirmek için hazırlığımızı yaptık ve 09.30 Aklimatize tırmanışı için yola çıktık. İlk günümüz, zamanımız bol oyalana, oyalana yürüyoruz. Saat 12.00 Puteshestvinnikov geçidine vardık, geçitten sola doğru tırmanışa geçildiğinde Puteshestvinnikov zirvesine varılıyor, aşağı inişe geçip ilk sola dönerek inişe devam ettiğinizde patikanın sağa doğru dönüşüyle birlikte 1. Kampa doğru gitmiş olursunuz. Biz sola doğru tırmanışla Puteshestvinnikov zirvesi yaptık, zirve arkanıza ana kampı aldığınızda sol tarafınız karlı manzara, sağ tarafınız karsız manzara ilginçti, fazla oyalanmadan inişe geçtik ve 15.00’te ana kampa döndük.



Ertesi gün için hazırlıklara başladık. 2 çadır(Re-Fox) kiraladık(günlüğü 4,5 EURO), 12 adet bütan gaz tüpü aldık(tanesi 4,5 EURO) özel eşyalarımızı ve çadırlarımızı taşıtmada anlaştık(kilosu 1,5 EURO). Saat 17.30 Akşam yemeğini yedik,
saat 20.00, birinci kampa (4400 m.) gidiş hazırlığı yaptık ve ya vereceğimiz eşyaları sabah erkenden taşıyıcıya vermek üzere çadırlarımıza dinlenmeye uyumaya geçtik.


5. Gün (31.07.2008 – Perşembe, birinci kamptayız(4400 m.))
07.00 Uyandık, hazırlıklarımız yaptık, taşıyıcıya vereceğimiz eşyaları verdik, saat 08.00 kahvaltımızı yaptık, Saat 09.40 yola çıkmaya hazırız, biz yürümeye hazırlanırken bir araca çağırıldık, araba ile 15 dakikalık(yürüyerek 1 saat süren) bir yolculuktan sonra indik ve tırmanışa geçtik. Puteshestvinnikov geçidinden sonrasındaki rota, toprak ve hafif inişli çıkışlı, ara, ara dikleşiyordu. Derken öğleden sonraları yürüyerek kimseye geçit vermeyen dereye geldik, burada atlarla ana kampa giden gelen taşıyıcılar bekliyorlardı, çünkü onlara ihtiyaç olunacağını biliyorlardı. Rehberimiz 5-6 $’dan fazla   veremememizi tavsiye etti, demek ki pazarlık edecektik, kısa bir pazarlık sonucu ortalama 200 COM(yerel para) karşılığı dereden geçtik, yani yaklaşık 6 $ vermiş olduk. Hafif tırmanışla yola devam ettik.

Saat 14.10, PEAK LENİN’ nin sol eteğindeki birinci kampa(4400 m.) vardık, eşyalarımız henüz gelmemişti. Rehberimiz Alexy kamp sorumlusu Vitolik ile görüşerek çadırlarımızı belirledi, eşyalarımız gelince çadırlarımıza yerleştik, heyecanlıydık. Saat 14.15 öğlen yemeğine çağırıldık, yemek sulu sebzeli ve ana kamptakinden daha lezzetliydi, yemekten sonra biraz yorgunluğumuzu atmak için çadırlarımıza geçtik, biraz dinlendikten sonra yeni geldiğimiz bu birinci kampın çevresini merakımdan, çevreyi biraz dolaşmak çıktım, saat 18.00-18-30 arası geri dönmeyi planladım. Ama fazla uzaklaşamadım, çünkü buzul çatlakları geçit vermedi, zaten kampta buzulun üzerinde konuşlanmıştı, taşlık gibi görünse de altı buzdu. Kampa bakan tepede üşüyene kadar oturdum ve fotoğraf çektim ve kampa geri döndüm.

Saat 18.30 akşam yemeğine çağrıldık, akşam yemeği de güzeldi, yemekten sonra, dinlenme günümüz olan ertesi gün için rehberimizle buzul tırmanışı programı yaptık, bu tırmanış ile ekip rehber uyumunu sağlanacaktı. Daha sonra, çadırlarımıza dinlenmeye geçtik, hava bayağı soğuktu, ama gece çok sıcak oldu, uyku tulumu çok sıcaktı, uyku da tutmadı pek rahat bir gece geçirmedik.

6. Gün (01.08.2008 – Cuma, birinci kampta(4400 m.) dinlenme günü)
Saat 08.00 Kahvaltıya çağrıldık, kahvaltı ana kamptaki gibiydi yani tatlı çorba faslı devam ediyordu. Çorbaları geri gönderdik, minimum seviyede kahvaltı ettik. Dünden planladığımız gibi rehberimiz Alexy ile tırmanış programı için hazırlıklarımızı tamamladık ve saat 10.00’da yola koyulduk, ertesi günkü rotanın buzul çatlakları bölümü bitince dönüşe geçtik.

Dönüşte bizim kamptan önceki kamptan geçerken, çadırların birinden ‘biri Türkçe mi konuşuyor’ diyerek çadırdan fırlayan, karşımızdaki adamla beraber bizi görmekten memnun üç Türk(Eskişehir’den İsmail ÇETİN, Erhan KASAPOĞLU ve Tezel ÇİFTÇİ), biz de onları görmekten memnun üç Türk, hoş bir tesadüftü, güzel bir karşılaşma oldu, mutlu olduk. Kısa bir sohbetten sonra saat 14.00’de birinci kampa (4400 m.) vardık.

Kampta çalışan Nurullah Türkçe biliyordu, Türk asıllı olduğu için bize akrabamız gibi davranıyordu, rehberimiz Alexy’nin de etkisi vardı. Bunların üzerine kamptaki çalışanlarla kişisel iletişimim ve diyalogum da iyiydi, dolayısı ile bu kampa gelince eve dönmüş gibi oluyordum. Öğle yemeğinden sonra ertesi günün hazırlıklarına başladık. Yukarıda bırakacağımız ortak eşyalarımızı, çadırlarımızı ve özel eşyalarımızı taşıyıcıya taşıtma programı yaptık. Ertesi günkü tırmanışta küçük sırt çantası ile tırmanmayı planladığım için hazırlığımı ona göre yaptım.      

7. Gün (02.08.2008 – Cumartesi, ikinci kampa(5300 m.) gidiş)
Saat 05.00 Uyandık, eşyalarımızı taşıyıcıya verdik, saat 05.30’da kahvaltı yaptık, kahvaltı her zamanki gibi kötüydü, saat 07.00’da ikinci kampa(5300 m.) doğru yola çıktık. Uzun ve tehlikeli bir rota bizi bekliyordu, grubun hızını dengelemek için rehberin arkasında yer aldım ve tırmanışa başladık. Buzul çatlaklarının başlaması ile ip birliğine girdik, hava çok güzeldi, rotada inen ve çıkan birçok dağcı vardı, inen dağcılar bizim karşılaşacağımız zorluğu düşünerek, gülümsüyor ve kolay gelsin, iyi tırmanışlar dileklerinde bulunarak selam veriyor, çıkanlar ise aynı zorluğu paylaşmanın düşüncesi ile iyi tırmanış dileklerinde bulunuyordu. Bazen bu dilekler konuşulmadan da hissettiriliyordu, bu dağcı milleti ilginçti, birbirinin hislerini konuşmadan da beden dili anlatıyordu. Birçok ülkeden farklı milletten gelen bu insanlar, aslında tüm dünya insanlarının gelmesi gereken mertebe de idi. Yani, birbiri için iyi dileklerde bulunmak, çok da zor değildi, insanca bir duygu idi. İşte böyle, aynı amaçla inişte ve tırmanışta olan insanlar olarak yola devam ediyorduk. Nihayet kızartma tavası denilen vadiye vardık, 5000 metrede civarında olan bu satıh Razdelny tepesinin altında yer alıyordu. Epey yorulmuştum, artık grubun benim hızımla tırmanmasını istemiyordum çünkü bu ben de stres yaratıyordu, bu da işimi daha da zorlaştırıyordu. Beni geçmelerini rica ettim, Mitat, benim hızımda tırmanmayı tercih etti ve yola devam ettik, ikinci kamp(5300 m) göründü.

Ben gücümün son damlalarını kullanıyordum, Kızartma tavası zor değildi, ama rotanın son etabı ve buraya kadar da yorulmuş olunduğu için zor geliyordu, bir de hava sıcak ise, işte kavrulmanın tam zamanıydı, bu yüzden kızartma tavası deniliyordu. Yaklaşık bir saattir bu kızartma tavasında ilerliyorduk, son etap, kampa varılan kısa ama uzun gelen bir rampa idi. İkinci kamp(5300 m.), bir yamaçta buzun üstünde konuşlanmıştı, kampa girişte buzun üstünde çakıl taşlarından oluşan dik bir çıkış vardı. Tam burada gücümün tükendiği andı ki ayağım kaydı, kazma ile zor tutundum, etrafıma baktım, kampın dibinde idim, yardım edecek biri var mı diye bakınırken iki dağcının oturduğu yerden beni seyrettiğini gördüm, hızla gücümü topladım ve toparlandım ki birisi ‘Sinyorita, sinyorita’ diye seslendi. Kafamı kaldırdım ki Yirik, bizim porter, elini uzatmış yardım etmek için çantamı istiyor, çantamı verdim ve arkasından yürüdüm.

Çadırlar öylesine dip dibe kurulmuştu ki, kendi çadırınızı ve arkadaşlarınızı bulmak zorlaşıyordu. Yirik, hem gidiyor hem de dönüp, dönüp gel anlamında el ediyordu. Nihayet Alexy’nin bana uzattığı termos kapağındaki içecekle varış noktasına olduğumu fark ettim, saat 16.40, hemen olduğum yere çöktüm, elimdeki içeceği bile içmek için elimi oynatmak istemiyordum. Alexy ve Yirik ısrarla ‘iç iç’ diyordu, içecek çaya benzemiyordu, önce kokladım, farklı bir şey kokuyordu, Alexy midesini göstererek çok iyi geleceğini belirtti, bir yudum aldım, ıııığğğ… iğreçti ama iyi gelecek diye içtim. Beş on dakika sonra Mitat da geldi, biraz dinlendikten sonra çadır yeri hazırlama çalışması başladı. Yerler buz, su çakıl taşı ve de dar alan olması yer hazırlamayı zorlaştırıyordu, sonun çadırlarımızı kurduk ve çadırımıza matlarımızı atarak dinlenmeye çekildik. Ben Alexy ile aynı çadırda kalıyordum, Alexy arkadaşları ile yemek yiyeceğini söyledi ve gitti, Mitat akşam yemeği için hazırlık yapıyordu, ‘soğuk su getir sıcak su al’ dedi. İkinci kampta karın erimesi ile su dere gibi akıyordu. Soğuk suyu verip sıcak suyu alıp çadırıma gittim, domates çorbamı hazırladım ve içtim, bu bana yetti, çünkü midem hafiften bulanıyordu, fazla bir şey yemekten korktum ve yattım.  

8. Gün (03.08.2008 – Pazar, birinci kampa(4400 m.) dönüş)
Sabah erken uyanmış konuşan dağcıların sesleri arasında biraz daha uyumaya çalıştım, saat 09.30, kalktık, diğer arkadaşlar çoktan kalkmış kahvaltı bile yapmışlardı. Mitat’tan sıcak su almak termosumu soğuk su ile doldurup verdim ve sıcak suyumu aldım, hazır çorbamı içtim. Ben hazırlık yapana kadar arkadaşlar yola çıkmışlardı bile. Kızartma tavasında ilerliyorlardı, hemen toparladım ve inişe geçtim, nasılsa mola beni bekleyeceklerdi ve nihayet molada onlara yetiştim. Yine buzul çatlaklarında ip birliğine girdik, çatlaklar bitince ipten çıktık, saat 11.00 Ferit Bey ile Bayram Ali’ye rastladık, yukarı tırmanıyorlardı, saat 11.30 civarında da Zirve Dağcılık ekibi arkadaşlarımıza rastladık. İp birliğine girmişlerdi, önde Sönmez, sırası ile Kaan, İsmet, Arda ve Mutlu ilerliyorlardı. Kısa bir sohbetten sonra kalabilmeleri için yukarıdaki çadırlarımızı tarif ederek biz aşağı, onlar yukarı doğru hareket ettik. Saat 14.00 birinci kampa(4400 m.) vardım, eve gelmiş gibi hissettim kendimi, Nurullah ve Dinara güler yüzle karşıladılar, ikinci kampın(5300 m) konforsuzluğundan sonra birinci kampın(4400 m) konforu pek güzel geldi. Bu inişten sonra birinci kamptan(4400 m) yukarı bakılınca ikinci kampa giden rota daha bir farklı görünüyordu, çünkü artık bildiğimiz rotaya bakıyorduk, tabii ki bu noktadan bakmakla içinde olmak çok farklı.  Çadırlarımız geçip biraz dinlendikten sonra sıra kampın en güzel yanına geldi, akşam yemeğine çağırıldık, aşçımız Alisa’nın yemekleri çok güzeldi. Yemekten sonra hava iyice soğumuştu, yorgunduk, çadırlarımıza dinlenmeye gittik ve uyuduk çünkü önceki akşam iyi uyuyamamıştık.

9. Gün (04.08.2008 – Pazartesi, birinci kampta(4400 m.) dinlenme günü)
Sabah erken kalkmadık, dinlenme günümüz, biraz ekabir olduk, ama kahvaltı için çağırıldık, gece kar yağmıştı kampın her tarafı bembeyaz olmuştu, hava kötüydü. Saat 08.00 Kahvaltı yaptık, değişen hava şartına alışmaya çalıştık, çünkü ana kamp da dahil olmak üzere geldiğimizden beri hava çok güzeldi. Bir yandan da yukarıdaki arkadaşlarımız merak ediyorduk, Çünkü 4400 metrede hava bu kadar kötü ise kim bilir yukarısı nasıldı, zaten buradan yukarısı sisli puslu görünüyordu, inen çıkan dağcı yoktu. Bir de ertesi gün yukarı nasıl çıkacağımızı düşünüyorduk. Öğle yemeğinden sonra yarınki çıkış için hazırlıklara başladık. Bu sefer taşıyıcıya eşya vermeyi düşünmüyordum, bir de bu seferki tırmanışta üçüncü kampa(6200 m) çıkışta vardı, hava kötüydü, endişeliydik. Akşamüzeri Alexy geldi, havanın kötü olduğunu, böyle devam ederse sabah yola çıkmayacağımız müjdesini verdi, müjde diyorum çünkü öyle gerilmişim ki bu karar müjde gibi geldi. Akşam yemeğinden sonra ben biraz mutfakta takıldım, Nurullah ve Dinara ile biraz sohbet ettik.




Aldığım bilgilere göre; bu kamp alanı Haziranın son haftasında kuruluyormuş, 29 Ağustos’ta toplanıyormuş. Demek ki PEAK Lenin mevsimi bu tarihlere göre 2 aylık bir süredir. Bir yemek veya mutfak çadırını 5 adam bir günde kurabiliyormuş, burada organizatörlük yapan firmaların patronları Ruslarmış, 6 firma bulunuyormuş, sadece birinin ortağı Özbekmiş. Sohbet uzun sürmüştü, epey geç olmuştu benim için ertesi gün dinlenme günüydü ama onlar sabah erken kalkacak çalışacaklardı, 21.30 çadırıma gittim. Kar yağmaya devam ediyordu. Gece çadır öyle bir sallandı ki ne oluyor derken, meğer kamp sorumlusu tarafından çadırların karları silkeleniyordu. Bir yandan da yine yukarıdaki arkadaşlarımızı merak ediyorduk.

10. Gün (05.08.2008 – Pazartesi, birinci kampta(4400 m.) dinlenme günü, )
Hava kötü olduğu için bu gün fazladan dinlenme günümüz, saat 08.00 Nurullah kahvaltı çağrısı yaptı, kahvaltı benim için işkence saati idi, yemek zorundaydım ve verdiklerini yiyemiyordum. Hava ısınmaya başlamıştı, güneş iyice ısıtıyordu.  Nurullah ve Dinara, akşam yemeği için sebze soyuyorlardı, onlara yardım etmeyi teklif ettim, aşçı önce izin vermedi ama ısrarım üzerine bir bıçak da bana verdiler. Sebze doğrama işi bitince sıra çamaşır yıkamaya gelmişti, Nurullah’tan sıcak su istedim, bana sıcak su, leğen ile deterjan getirdi, bu sıcak su ve deterjan, hizmet dahilinde değildi, tamamen iyi niyet göstergesi idi.

Öğle yemeğinden sonra ana kampa doğru gitmeyi planladım, yemekten sonra hazırlandım ve saat 15.00’te yola çıktım.   

Saat 17.00 Puteshestvinnikov geçidine vardım, burada biraz dinlendikten sonra, geri dönüşe geçtim. Yarım saat ilerledikten sonra taşıyıcılarla karşılaştım, dereden nasıl geçeceğimi sordular ve 500 COM’ a atla gitmeyi, 100 COM’ a dereden geçmeyi teklif ettiler. Teklif iyiydi ama bu yol, dereden geçmeye ve derenin yamacından atla çıkmaya benzemiyordu, atla gidilecek bu yol uçurumun kenarında inişli çıkışlı ilerleyen incecik patikaydı ama fazlada şansım yoktu, daha birinci(4400 m) kampa gidecektim, zaman daralıyordu, dereden geçmek de düşündürüyordu.

Teklifti, kabul ettim, anlaştık ve atla yola koyulduk. İnişli çıkışlı ve ince patikadan ilerliyorduk. Dik yamaçta incecik bir patikada ilerlerken karşıdan gelen atlarla karşılaşılınca atların birbirine yol vermelerindeki denge müthişti. Atları severdim, hayran olduğum hayvanlardı, ama bu sefer hayranlığım kat, kat arttı. Güçlerinin yanında saygı duyulacak kadar dengeli ve zariflerdi. Nihayet dereye vardık, dereden geçtikten sonra kampa doğru yürüyerek tırmanışa geçtim. Saat 19.30’da kampa vardım, akşam yemeğine yetişmiştim. Yemekten sonra ertesi günkü(5300 m. ve 6200 m.) çıkış için hazırlık yapmaya başladım. Önceki çıkışımda yükümü taşıyıcıya vermiştim ama bu sefer kendim taşıyacaktım.


11. Gün (06.08.2008 – Çarşamba, ikinci kampa(5300 m.) ikinci gidiş)
Saat 06.00, kalktık, hazırlıklarımızı tamamladık, kahvaltıdan sonra saat 08.00’de tırmanışa geçtik, çantam ağırdı ve ağır, ağır ilerliyordum, yükseldikçe çantamın ağırlığı daha da artıyordu, kızartma tavasına varmadan önceki diklik bir hayli yordu. Bu ara Ferit Bey ile Bayram Ali ile karşılaştık, yorgun görünüyorlardı, üç gündür ikinci kampta(5300 m) kalmışlar, öyle ki çadırdan pek çıkamamışlar. Daha sonra Zirve Dağcılık ekibinden arkadaşlarla karşılaştık, iyi görünüyorlardı, ama Sönmez, ‘Mutlu hariç hepimiz telef olduk, iyi değiliz ’ dedi, demek ki, aşağı inmenin mutluluğu ile iyi görünüyorlardı. Mutlu, 6100 metreye kadar çıkıp döndüğünü,  İsmet, denediğini filan söyledi, Sönmez, midesinin kötü olduğundan şikayet etti filan. Sönmez’e ana kampa(3600 m.) gitmesini önerdim, çünkü ben Puteshestvinnikov geçidine kadar gitmiştim ve kendimi daha dinç hissediyordum. Burada önemli bulduğum bir konudan bahsetmek istiyorum. Genelde organizatör firmaların programlarında ana kampa dönüş ve dinlenme günü de vardır, Alexy’nin programında da vardı, biz zaman kaybı olur düşüncesi ile kaldırmıştık, genelde herkes de öyle yapıyor yani ana kampa dönüş yapmıyor. Ama edindiğim tecrübe ile ana kampa dönüp bir gün dinlenmek kaybedilen zamanın bedelinden daha önemli ve daha büyük fayda sağlıyordu ki bu da SAĞLIK idi. Zirve dağcılık ekibi arkadaşlarla ayaküstü kısa sohbetten sonra biz yukarı onlar aşağıya doğru hareket ettik. Kızartma tavasında yürüyüşte tempom iyice düştü. Kampa yaklaştığımızda son rampada gücümün son damlasını harcıyordum, tükenmiştim, pes etmek üzereydim, kendimi yorgunluğun pençesinden kurtarmam gerekiyordu. Dağcılık bana, beyin gücünün, beden ve ruh üzerindeki etkisini iyi öğretmişti. İlk atağımı yaptım, bu zirveyi uğruna yapacağım üç yaşındaki yeğenimi düşünmeye başladım, attığım her adımda ondan güç alıyordum, bu hayal ya da serap iyi geldi. Kampa yaklaştığımızda kampın yakınlarındaki buzul çatlakların yer değiştirdiğini, büyüdüğünü ve yenilerin açıldığını fark ettik. Üç günlük kötü hava koşulları bu değişikliğe meydana getirmişti. Bu dağın oynak bir zemine sahip olmasından, bulunduğumuz bölgenin bir gecede kırk kişiye nasıl mezar olduğuna inanmak çok da zor değildi.

10,5 saat süren tırmanıştan sonra nihayet kampa vardım ve hazır çadıra attım kendimi, Alexy ben gelince her zamanki gibi arkadaşlarının yanına gitti. Mitat, yine her zaman ki gibi seslenerek, sıcak su istiyorsam, soğuk su getirmemi söyledi. Kampı ortasından billur gibi akan sudan termosumu doldurup götürdüm, sıcak suyu aldım, hazır çorbamı yaptım ve akşam yemeğimi çorba ile geçiştirdim. Geçiştirdim diyorum, çorbayı içince zaten doyuyordum ama zayıf bir beslenme oluyordu doğrusu. Yeterince yorgun olduğum için dinlenmeye çekildim, uyku tulumu öyle sıcaktı ki bir türlü uyku tutmadı. Alexy çadıra geldiğinde, saat 22.00 idi ve henüz uyuyamamıştım. İkimiz de ‘a little’ İngilizcemizle biraz sohbet ettik. Alexy, bana ‘Sadat’ dedi, Sadat diyordu çünkü adımı tam telaffuz edemiyordu. ‘Neden burada olduğunu kendine hiç sordun mu?’ dedi. Çok güldüm, evet bu soruyu kendi kendim çok sormuştum. Hatta günde üç beş 5 kere, özellikle çok yorulduğum ve zorlandığım zamanlar bu soruyu kendime soruyordum. Ama cevabını bilmediğimi söyledim. Alexy de ‘Merak etme, burada bulunan herkes bu soruyu kendi kendine soruyor ama kimse cevabını bilmiyor’ dedi.

Şu dağcı milletinin nabzını çok iyi tutmuştu, çok doğruydu. Buraya gelen tüm dağcıların gözünde, bir pırıltı vardı, bir bekleyiş vardı, bir heyecan vardı, neydi beklediği? Neydi kendisini heyecanlandıran? Ve neydi gözlere yansıyan bu mutluluk? İşte herkes bütün bu duyguları ve soru işaretlerini biliyordu, ama kimse hangi somut bir nedenle burada olduğunu bilmiyordu. Amaç zirve idi, peki zirveye varınca ne oluyordu? Başımız göğe mi eriyordu? Nedeni, en fazla on dakika kaldığımız bu zirve miydi? Bilinmiyor, ama bilinen bir şey vardı ki her zirve bir sonraki zirveyi doğuruyordu, bir sonraki zirvenin aşılanması ister fark edilsin ister fark edilmesin, o anda yapılıyordu. Düşünün bir kere, zirveye varmak için günlerce uğraş veriyorsunuz, yoruluyorsunuz, uykusuz kalıyorsunuz, üşüyorsunuz, ama daima başınız dik, gözünüz yukarıda zirveye bakıyorsunuz. Zirveye vardıktan sonra, onun heyecanı ile inişte yaşanan hiçbir olumsuzluktan etkilenmiyorsunuz, zaferin tadını yaşıyorsunuz.

Diğer taraftan dağcılığın geçmişine bakıldığında; eski zamanlarda ilahi güçlerin canavarların, cinlerin perilerin dağlarda cirit attığına inanılırdı. Hayal gücünün mesai harcadığı konular çoğu zaman bilinmeyen, görünmeyen ve korku duyulan yerlere şeylere ilişkin olmasından dolayı, bunlara rağmen yine de dağlara çıkılırdı. Amaç bazen ilham almak, bazen günah çıkarmak, bazen fethetmek, bazen de savunmak olurdu. Günümüzde ise, doğa sporlarının başında gelen dağcılık, zor ve tehlikeli bir spor olmasının yanında, kişiler üzerindeki etki önemlidir. Bana göre, dağcılığa yönelmiş kişilerde, bir tutku ve yaşam tarzı haline dönüşmesinin nedenleri; bir çeşit arınmadır, fiziksel ve psikolojik stresin tüm etkilerini temizler, kişinin kendisini yenilenmiş ve arınmış hissetmesini sağlar. Kendi hakkında en iyi gerçekleri keşfeder, fiziksel gücünü ve sınırlarını zorlamayı öğrenir. Beyin gücünün beden üzerindeki etkisini öğrenir, başarıyı ve kaybetmeyi kabullenmeyi öğrenir, keşfetme duygusuyla tanışır. Ve en önemlisi de insanın kendi doğallığına dönmesi, özgürlüğünü hissetmesidir dağcılık tutkusu... Dağcılıkta her zirve bir diğer zirveyi doğurur, bu da kişinin ufkunu açar, geniş tutar ve yaşamına yansır... İşte böyle, varın siz keşfedin niye dağlara çıkıldığını.

Vakit bir hayli ilerlemiş, sohbet uzayıp gitmişti. Alexy, samimi ve insancıl yönü ağır olan biriydi, kulağında bir kulaklık sürekli müzik dinleyen, duygusal biriydi, müzik dinlerken, hep eve gideceği günü hayal ediyormuş, mutlu oluyormuş ve böylece zorlukların üstesinden gelmek daha kolay oluyormuş. Denemek lazım…

12. Gün (07.08.2008 – Perşembe, üçüncü kampa(6200 m.) gidiş)
Saat 09.30, uyandık, biraz tembellik ettik, Alexy yavaş ve ağırdan alıyordu, ama arkadaşlar erken kalkıp erkenden hazır oluyorlardı. Ben de Alexy gibi ehli keyif oluyordum, yani rahat, stressiz, işin tadını çıkarmaya çalışıyordum. Neyse kahvaltı için yine soğuk su verip sıcak su aldım, hazır domates çorbamı içtim hazırlanmaya başladığımda arkadaşlar çoktan üçüncü kampa(6200 m) doğru yola çıkmışlardı bile. Ben de hazırlıklarımı tamamladım tırmanışa geçtim. İkinci kampın hemen dibinden başlayan dik bir yamaçla başlayan rota daha yolun başında bıktırıcıydı. Yavaş, yavaş ilerliyordum, mola veren Alexy, düzlükte uzun mola vereceğimizi müjdeler gibi sevinçle seslendi ve yola devam etti. Alexy tavşan gibi hızlı, hızlı çıkıp mola verirken, kulağındaki müziğe eşlik ederek sigarasını içerek dinleniyor ve bekliyordu. Üçüncü kampın(6200 m.) rotasında, ilk dik tırmanıştan sonra uzunca rahat bir düzlükle devam ediyor ve tekrar yine dik ve uzun bir tırmanışla sona eriyordu.

Düzlükte uzunca bir mola verdik ve bir şeyler atıştırdıktan sonra tekrar devam ettik. Son diklikte ki tırmanış izleri genişçe ve zig zaglarla ilerliyordu, tırmanmakta olan birçok dağcı vardı, kalabalıktı yani. Güneş çok yakıcıydı, bir ara beynim sıcaktan eriyecek sandım, öyle ki şapkamın içine kar koydum. Ancak, bir saat kadar sonra bir bulut geliyordu ki hızla gelip ortalığı soğuk rüzgara boğdu, başımda balaklava, şapka ve ceketimin başlığı esen rüzgardan zor korunuyordum, üstüne üstlük bir de tipi başladı, tırmanış bir hayli zorlaştı. Yavaş yavaş tırmanıyordum, zor ama eziyetsiz bir tırmanış olmasına özen gösteriyordum, tempomu ona göre ayarlamıştım. Mitat, sık sık mola vermeyi sevdiği için benim yavaş tırmanmamdan memnun bana eşlik ediyordu. Hava soğuktu, tipi yağıyordu, dik bir tırmanıştaydım ama huzurlu ve mutluydum. Kampa yaklaştığımızda Mitat, fotoğraf çekmek için geride kaldı, kampa vardığımda saat 16.30’u gösteriyordu.

Alexy ayakkabılarını çıkarmadan, yarı beline kadar çadıra girmiş, yatıyordu, zaten sabah katlığında boynu tutulmuştu pekiyi değildi, daha da kötü olmuştu. Muzaffer çadırını açmış kurmaya çalışıyordu, ona yardım ettim ve Alexy’nin yanına dönüp çadıra yerleşmeye çalıştım. Mitat geldi, ocağı yaktı, her zamanki gibi sıcak su için soğuk su istedi, biraz vardı ama yetersizdi ve bu kamp yerinde akan su da yoktu zaten. Eritmek için temiz kar gerekti, biraz kar getirdim, Mitat eritti, termosuma doldurduk, onlara da sıcak su lazım olduğu için tekrar temiz kar getirdim. Sıcak suyumu alıp çadıra döndüm, Alexy öylece yatıyordu, iyi görünmüyordu, sıcak çorba yaptım verdim içti, Mitat soğuk algınlığı için ilaç verdi, içirdim, Alexy’nin tutulan boynuna iyi gelir diye Mitat, pet şişede sıcak su verdi Alexy boynuna bağladı ve öylece yattı. Geceyi genelde iyi geçirdik ama daha önce yaşamadığım bir durumla karşılaştım, ara, ara nefesim kesilmiş gibi uyanıyordum, derin, derin nefes alıyordum. Bunun nedeni yüksek irtifa etkilerinden biriydi herhalde, gece beni birkaç kez uyandırdı, sanırım oksijen azlığı, uyku halinde iken yeterli solunum yapmayı engelliyordu.   

13. Gün (08.08.2008 – Cuma, birinci kampa(4400 m.) dönüş)
06.00 Bir rehber tarafından aceleyle uyandırıldık, Alexy ile Rusça telaşlı, telaşlı konuştu ve gitti, Rusça konuştukları için hiçbir şey anlamadım, Alexy hemen kalktı ve bana büyük bir problem olduğunu söyledi, boynunu hala doğru dürüst çeviremiyordu, herhalde çok hasta diye düşündüm ama düşündüğüm gibi değilmiş. Bir dağcı hastalanmış kendisinden yardım istemişler, onlara yardım etmek zorunda olduğunu söyledi. Ben de ‘tamam, biz de hemen toparlanırız kahvaltı etmeden aşağı ineriz, ikinci kampta(5300) kahvaltı yaparız’ dedim. Arkadaşlara seslendim durumu bildirdim, onlar da hemen kalktılar ve toparlandık, bu ara hasta dağcıyı da matın üzerine iyice bağladılar, üşümesin diye sardılar ve iniş için hazırladılar. Dağcı kendinde değildi, muhtemelen akciğer ödemi geçiriyordu. Saat 07.30 inişe geçtik, ikinci kampa(5300 m.) doğru inişe geçtik. Saat 10.30, ikinci kampa(5300 m.) vardık. Mitat, sıcak su hazırladı ve hazır çorbalarımızı içtik, hastalanan dağcıyı indiren ekip indiğinde ihtiyaçları olacak diye sıcak su ve çay hazırladık. Saat 11.30, hastalanan dağcıyı kampa getirdiler, dağcı kendindeydi ama yürüyecek kadar değildi. Alexy, bizimle birinci kampa(4400 m.) gelemeyeceğini hasta dağcının buradan aşağı indirilmesinde kendisine ihtiyaçları olduğunu ve bunu arkadaşlara anlatmamı istedi. Hasta dağcının ikinci kamptan(5300 m.) birinci kampa(4400 m.) indirilmesi daha da zordu, buzul çatlaklarından geçişler tehlikeliydi ve kalabalık bir yardım ekibine ihtiyaç vardı. Muzaffer itiraz etti, olmaz dedi ‘biz para vermişiz, ya birimize bir şey olursa, tehlikeyi göze alamayız, bunu Alexy’ e anlat ’ dedi. Ben de kendi adıma ‘itiraz etmiyorum, ortada yardıma muhtaç hasta bir dağcı var, böyle bir durumda elbette ki yardım edilmeli’ dedim. Mitat da aynı fikirdeydi ‘aynı şey bizim de başımıza gelebilirdi, bizim de yardıma ihtiyacımız olabilirdi, yardım etmeliyiz’ dedi. Yine de Muzaffer itiraz etti, ama sonuçta Alexy yardım edecekti ve etti de. Alexy, yardım ekibiyle hazırlık yapmak üzere bizden ayrıldı, biz de toparlandık saat 12.00 inişe geçtik.

Mitat önde arkasında ben, en arkadan da Muzaffer ilerliyorduk. Daha kızartma tavasının başındaydık ki, Mitat, çok tedirgindi, öyle çok uyarıda bulunuyordu ki ‘dikkat et, hızlı geç, yavaş geç v.s.’ sürekli ne dediğini anlamaya çalışmaktan, bir de ne dediğini tam duyamıyordum ve ‘ne dedin’ demekten strese girdim, çünkü bir de onun ne dediğini Muzaffere de iletmem gerekiyordu filan. Çok gerildim, bana fazla müdahale gibi geldi, Muzaffere, ‘Mitat’ın arkasına sen geç ben arkada olmak istiyorum’ dedim. Muzaffer, ‘hayır yürü’ dedi, Muzafferin bu tavrına inanamadım, teklifimi değerlendirmeye bile gerek duymadan direkt ‘yürü’ demişti, bu tavır beni rahatsız etti, dolayısı ile ben de ‘bu şartlarda yürümüyorum’ dedim, Muzaffer kararlı olduğumu görünce, ‘o zaman bu faaliyet burada bitmiştir.’ dedi, ben de ‘iyi bitsin’ dedim. Bunun üzerine, Muzaffer yürüdü gitti.

Onlar Mitat ile beraber ilerlediler, ben de biraz dinlendikten sonra stresten kurtulmuş huzurlu bir şekilde kendi tempomla inmeye devam ettim. Onlar mola verdiklerinde, onlara yetiştim ve geçtim, Mitat, buzul çatlaklarında ipsiz geçmemin tehlikeli olacağını belirterek grupla inmemi önerdi, ben kabul etmeyince, ‘bari başkalarından yardım iste’ dedi. Müdahalesini bu kadar abarttı yani. Bilmedikleri bir şey vardı, ben kendime güvenip buralara kadar geldim onlara güvenerek değil, artık onları dikkate almıyordum zaten. Ayrıca, o buzul çatlaklarını elbette ki ben de biliyordum, kaç kere geçtik, tamam tehlikeli idiler ama tecrübeli bir dağcının tek başına geçemeyeceği kadar da değildi. Dolayısı ile tek başına inen çıkan birçok dağcı vardı, gerçi gruplar genelde ip birliği yapıyorlardı ama taşıyıcılar ve tek başına tırmananlarda çoktu. Esasında onlarla stres altında buzul çatlaklarından geçmek daha da tehlikeli idi, ne yazık ki bunun farkında değillerdi, yoluma devam ettim. Öyle rahat, öyle huzurlu ve sakin iniyordum ki çok mutluydum, kendi başıma doğayla meditasyon yapıyordum. Buzul çatlaklarını dikkatli ve sakin geçişle tehlikesiz geçtim.
Bir yandan da bu faaliyetin bundan sonraki kısmı için plan yapmaya çalışıyordum, önce Zirve Dağcılık ekibi ile görüşüp programları müsait ise onlarla faaliyete devam etmeyi düşündüm, dolayısı yolumun üzerinde olan onların kampına uğradım. İsmet ile Mutlu çadırda oturuyorlardı, bu düşüncemi söylemeden önce onların durumunu anlamaya çalıştım, onlar ertesi gün zirve için tırmanışa geçeceklerdi, program bana uymuyordu, çok yorgundum, dinlenmem gerekiyordu, boşuna telaşlanıp üzülmesinler diye bu düşüncemi onlarla paylaşmadım. Biraz sohbet ettik, sonra Arda geldi, Sönmez ile Kaan tavsiyeme uymuş ana kampa gitmişlerdi, daha sonra onlar da geldi, epey yarenlik ettik, çay içtik. Herkesin durumu iyiydi, keyifler yerindeydi, yarın için hazırlık yapacaklardı, hemen misafirliği bitirdim ve bizim kampa doğru yola koyuldum.  Saat 17.30, kampa vardım. Mitat sinir küpü olmuş söyleniyordu ’Hiç üç kişi bir çadırda kalır mı hiç, olmaz öyle şey, Saadet şunlara söyle’ dedi. Ben şaşkın sakin olmasını böyle bir şey olamayacağını belirterek mutfak çadırına yöneldim, Nurullah’a selendim ve çadırımı göstermesini istedim. Nurullah ‘bir dakika’ dedi ve çadıra döndü, aşçı ile Rusça bir şeyler konuştu ve bana dönüp ‘biraz bekle’ dedi. 15-20 dakika sonra çadırımı gösterdiler. Kampa kalabalık bir grup gelmişti, kamp bayağı hareketli idi. Çadırıma yerleştim, saat 19.30, akşam yemeği yedikten sonra çadırıma gittim. Günün yorgunluğu ve kampın rahatlığı birleşince uyumak pek zor olmadı.

14. Gün (09.08.2008 – Cumartesi, birinci kampta(4400 m.) dinlenme günü)  
Dinlenme günümüz, sabah geç uyandım, daha doğrusu Nurullah tarafından saat 08.30 kahvaltı için uyandırıldım. Hava çok güzeldi, kahvaltıdan sonra biraz güneşlendim, biraz resim çektim, bir yandan da zirve tırmanışında ihtiyacım olanların listesini planlıyordum, öncelikle ocak ve tencere ayarlamam gerekiyordu, burada bulamazsam ana kampa gidecektim, Alexy’e sordum ‘ben de var’ dedi ve ocakla tencereyi verdi. Bu gece rüyamda annemi ve yeğenimi görmüştüm, içim tuhaf bir hisle beraber özlemle dolmuştu, ailem benden, ben ailemden 12 gündür haber alamıyorduk, haberleşme şansım yoktu, canım epey sıkılmıştı. Öğlen yemeğinden sonra biraz temizlik yaparak oyalandım. Daha sonra, seyahatimizin başında tanıştığımız, Venezüellalı Marita, kampa gelmişti, onunla biraz sohbet ettik. Akşam yemeğinden sonra çadırımda biraz günlüklerimle ilgilendim, biraz kitap okudum ve gün bitti.

15. Gün (10.08.2008 – Pazar, birinci kampta(4400 m.) dinlenme ve ana kampa(3600 m.) gidiş)
Dinlenme günümüz, saat 08.30, yine kahvaltı için Nurullah tarafından uyandırıldım, yine rüyamda annemi görmüştüm, artık merakımı yenemiyordum, kahvaltıdan sonra ana kampa inmeyi planladım, ailemle mutlaka kontak kurmam gerekiyordu, kahvaltıdan sonra hazırlandım, Alexy’e haber verdim ve saat 10.00’da ana kampa(3600 m.) doğru yola çıktım. Yarım saat ilerledikten sonra yolda Mutlu’ya rastladım, çok şaşırdım, önceki gün zirve tırmanışına geçeceklerini biliyordum, yani normal şartlarda altında Mutlu yukarıda olmalıydı. Selamlaştık, iyi olmadığını, midesinin çok kötü olduğunu ve daha da kötüye gittiğini söyledi, ‘artık dönüyorum’ dedi. Dinleniyordu, ben fazla oyalanmamalıydım, çünkü ana kampa(3600 m.) gidip geri dönecektim, ertesi gün de zirve çıkışı için yol çıkacaktım. Mutlu’ya ‘geçmiş olsun, ana kampta, ya da ben dönüşe geçtiğimde görüşürüz’ dedim ve oyalanmadan yola devam ettim. O meşhur dereye geldim, atla geçilen bu dere daha sabah olduğu için sular henüz yükselmemişti, coşmamıştı ama yine de deli gibi akıyordu. Bir grup dağcı yardımlaşarak geçiyordu, hemen beni gruba dahil ettiler ve dereyi geçtik.

Tekrar yola koyuldum, zamanla yarışıyordum, çok heyecanlıydım, ailemle görüşebilecektim, Neden canım bu kadar sıkılıyordu? Neden rüyamdan çıkmıyorlardı? Bir şey mi olmuştu? Zaten buraya gelirkenki duygularım da ilginçti, hep burada bir şey olacak, derken yoksa orada mı bir durum vardı? Bu düşünceleri aklımdan kovmaya çalışarak hızla ilerliyordum. Ailemden birinden birinin sesini duymak yetecekti bana. Saat 13.25, ana kampa(3600 m.) varmıştım. Öğlen yemeği zamanı idi, yemek çadırına girdim, ilk beni Ceyn karşıladı, Ceyn ile seyahatimizin başında tanışmıştık, ana kampta çalışıyordu, beni çok sıcak karşıladı, öyle ki yanağımdan öyle içten öptü ki, şaşırdım, heyecanım doruktaydı, ‘Timur nerde? Ailemle haberleşmem lazım, annemi merak ediyorum’ dedim ve boğazımda bir şeyler düğümlendi. Ceyn çadırdan dışarı fırladı Timur’u buldu, Timur geldi o da Ceyn gibi beni çok sıcak karşıladı, o anda bende ipler kopmuştu. Başladım ağlamaya, herkes şaşkın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, ben ise kendimi tutamıyorum, hıçkıra, hıçkıra ağlıyorum, bir yandan da gülmeye çalışıyorum ama gözyaşlarımı tutamıyordum, annemi merak ediyorum, onunla görüşmem lazım diyordum. Timur beni sakinleştirmeye çalışarak ‘tamam, tamam yemek ye hallederiz’ diyor, bense ağlamamı durduramadan annemle konuşmak istediğimi, başka bir şey istemediğimi söyleyip duruyordum. Rus aşçı, gelmiş bana sarılmış anne şefkati gösteriyor, filan, benim şımarıklığım had safhada, kampın sorumlusu Dima geldi teskin etmeye çalıştı filen ama başarılı olamadı, bir tülü teskin edilemiyordum. Neyse, Timur bir cep telefonu getirdi, sakinleştim dışarı çıktım annemi aradım, ‘Anne ben Saadet, nasılsın, herkes iyi mi, ben iyiyim’ dedim, annemin sesi çok iyi geliyordu, ‘iyiyim kızım, herkes iyi bir yaramazlık yok’ dedi, ‘tamam, ellerinden öperim, kapatıyorum’ dedim ve telefonu kapattım. İşte o an sanki yeniden dünyaya gelmiştim. Birkaç dakika önceki duygusallık, bu sefer yerini mutluluk coşkusuna bırakmıştı, bütün kampa annemin iyi olduğunu, çok mutlu olduğumu ilan ettim. Az önce beni teskin etmek için sarılanlara bu sefer ben mutluluktan sarıldım. Timur beni mutfağa götürdü, ‘ne yemek istiyorsun’ dedi, ben de ‘domates istiyorum’ dedim, ‘sana dünya kadar domates getireceğim yemek olarak ne yiyeceksin’ dedi ve beni mutfağa götürdü, yemekleri gösterdi, daha önce yemek seçiyorum diye bana kızan aşçı şefkatle bakıyordu, tavuk haşlama ve patates püresi vardı, ‘tamam bunları yerim’ dedim. Timur bir tabak yemekle kocaman bir tabakta tepeleme dolu dilimlenmiş domates getirdi. Yemeğimi de yedim ve saat 14.20’de birinci kampa(4400 m.) doğru yola çıktım, kamptakiler ilgi ile beni yoldu ettiler. Artık çok mutluydum.

Böyle mutlu, mutlu, ilerliyordum ki Mutlu’ya rastladım, o da henüz gelebilmişti. Tahmin ettiğim gibi dönüşte karşılaştık. Mutlu’ya ‘ben çok mutluyum Mutlu, şu mutluluğumun resmini çeker misin)’ dedim ve fotoğraf makinemi eline tutuşturdum ve mutluluk pozumu verdim, ardından, kısa bir sohbetten sonra Mutlu ile vedalaştık ve yola devam ettim. Puteshestvinnikov geçidine varmadan önceki dik yamaçtan çıkarken patikayı kullanmadım, çünkü patika zigzag yaparak ilerliyordu, zaman kazanmak için dikine tırmandım, öyle ki 15 dakikada geçitteydim, telaşımı izleyen iki dağcı geçide varmadan birkaç dakika öncesinde ‘iyi misin? Yardıma ihtiyacın varmı?’ diye seslendi. ‘Hayır, yok’ dedim ve yanlarına geldiğimde biri nabzımı merak etti ve bileğimden tutup saymak istedi, diğeri ‘hayır, hayır bırak’ diyerek saatini gösterdi ve ‘çok iyi aklimatize olmuş, bu dikliği bu sürede çıktı ve çok iyi görünüyor’ dedi.

İlgilerinden dolayı teşekkür ettim ve ‘acelem var, birinci kampa(4400 m) gitmem lazım’ dedim ve yola devam ettim. Coşkulu dereye geldiğimde ne taşıyıcılar vardı ne de bir dağcı vardı, biraz uğraştıktan sonra dereden geçmeyi başardım ve saat 19.15, birinci kampa(4400 m.) vardım. Artık zirve için çok hazırdım, her yönden aklimatizasyon sağlanmıştı ve de çok mutluydum. Ertesi gün için hazırlıklarımı yaptım, Alexy ile konuştum, sabah geç çıkmak istediğimi söyledim, Alexy ‘sen bilirsin ama erken çıkılırsa daha iyi olur’ dedi, ben de itiraz etmedim peki dedim ve uyumak üzere çadırıma gittim.

16. Gün (11.08.2008 – Pazartesi, ikinci kampa(5300 m.) gidiş ve artık ZİRVE tırmanışı başlangıcı)
Sabah 06.00, uyandım, hazırlıklarımı tamamladım, saat 06.45,  kahvaltımızı yaptık, artık son hazırlıklarımızı tamamlayıp yola çıkacağız, Muzaffer, konuşmamız lazım diyerek, ‘kaç gündür, seni izliyorum çok bireysel davranıyorsun, bu durumda bizimle gelemezsin’ dedi. Şaşırdım, aslında, buraya tek başına gelen dağcılar birleşip bir rehber alabiliyorlar, bizimki de benzer bir durumdu, öyle değerlendirebileceğimizi, bunun hiçbir sakıncasının olmadığını belirttim ama ikna edemedim. Yaklaşık bir saat kadar tartıştıktan sonra, Muzaffer, ‘Alexy ile konuş, bize bir rehber çağırsın, ya da biz Alexy ile gideriz sen kendi başının çaresine bakarsın’ dedi. Alexy geldi, ona durumu anlattım, şaşırdı, ‘her şey tamam da, ben varım, siz üç kişisiniz neden başka rehber istiyorsunuz, anlamıyorum’ dedi. Tabii ki talebimiz anlamsızdı, sabahın körü ve birinci kamptayız ve rehber de satılmıyordu. Günlerdir, hazırlanmışız hedefe az kalmış biz anlamsız tartışıyorduk. Nedenini anlamakta zorluk çekiyordum, her şeyin gönüllük içinde oluşmasında ne zarar vardı? Neyi neden zorluyorduk bilemiyordum. Artık problemin bir parçası olmak yerine, çözümün parçası ve grubun gerçek lideri olmanın zamanı gelmişti. Bir an evvel tırmanışa yön vermek gerekiyordu, öyle de yaptım ve liderlik konusunda risk aldığımızı, problem çıkarsa, Mitat’ı sorumlu tutacağımı belirterek Alexy’i çağırdım, ‘tamam gidiyoruz’ dedim ve saat 08.00, nihayet tırmanışa geçtik.

Bu sefer yükümüz daha da ağırdı, artık zirve yapılacağı için kaz tüyü mont, eldiven ve 4 günlük yiyecek v.s vardı. Çok ağır ilerliyorduk, hava iyiydi, saat 19.00 ikinci(5300 m.) kampa varmıştık, hazır olan çadırlarımıza geçtik biraz dinlendik. Mitat sıcak isteyip istemediğimi sordu, artık ocağım vardı, sıcak su istemediğimi belirttim. Alexy ocağı yaktı ben de soğuk su getirdim, suyumuzu kaynattık birer çorba hazırlayıp içtik. Ben bir çorba içince doyuyordum zaten, meyve ve çerez filan atıştırmaktan ve de iştahsızlıktan başka yemeğe ihtiyaç duymuyordum. Heyecanlıydım, artık geri dönüş yoktu, doğru zirveye gidiş vardı. Bu zirve için 3 aydır hazırlanıyordum, ama içimde buruk ve tarif edemediğim bir çekim vardı, sanki gitmem gerekiyordu, geri dönüşü olmayan bir yolculukta gibiydim. Buna rağmen her şey çok güzeldi, doğanın kendisi ve burada bulunan diğer dağcıların pozitif enerjileri insanı olumlu yönde inanılmaz derecede etkiliyordu. İspanyollu, Almanı, Amerikalısı, Rus’u, Kırgızlısı, Norveçlisi, Venezüellalısı, İranlısı, hepsi sanki kader birliği yapmıştı, kiminle göz göze gelseniz mutluluk pırıltısını görüyordunuz, öylesine dostça bir hava vardı ki her türlü zorluğa ve her türlü yorgunluğa rağmen insanlar, mutluydu ve bu mutluluğu etrafına yansıtıyordu. Bu duygularla ve heyecanımla ne kadar uğraştım bilmiyorum, uymuşum.

17. Gün (12.08.2008 – Salı, üçüncü kampa(6200 m.) gidiş ve ZİRVE tırmanışı ikinci günü)
Saat 10.00, Uyandık, Alexy ocağı yaktı, sıcak su hazırladı, ben de kahvaltıyı hazırladım, kahvaltı ettik, hazırlandık ve saat 11.00, üçüncü kampa(6200 m.) doğru yola çıktık. Ben yine her zaman ki gibi yavaş, yavaş kendi tempomla ilerliyordum, yine Mitat bana eşlik ediyordu, yavaş, yavaş tırmanıyorduk. Bu gün Mitat kendisini iyi hissetmiyordu, bazı eşyalarımızı taşıyıcıya vermek istemiştik ama ne yazık ki taşıyıcı yoktu. Bu rotadaki düzlük alana doğru ilerliyorduk ki Bayram Ali’ye rastladık, iniyordu, ayakkabısının ıslandığını, ayaklarının çok üşüdüğünü ve geri döndüğünü belirterek,  Ferit Bey’in bu sabaha karşı tırmanışa geçeceğinin bilgisini de verdi ve inişe devam etti. Bu sabah Zirve Dağcılık ekibinin de zirve tırmanışına geçeceklerini biliyorduk.

Nihayet düzlükteydik ve uzun mola verdik, bir şeyler atıştırdık, dinlendik ve son etap için tırmanmaya başladık. Bu gün bu rota biraz tenha idi, ben kendi tempomla tırmanıyordum, hava biraz kötü idi, ara, ara kar yağıyor, tipi yapıyordu. Bir ara kar öyle yoğun yağdı ki üçüncü kampa(6200 m.) varan dik yokuştaki izler kapanmaya başlamıştı, öyle ki yumuşak kar her adımda kaymamıza neden oluyordu, dolayısı ile çok yavaş ilerliyordum. Mitat’a yetiştiğimde Mitat iyi görünmüyordu, dinleniyordu, rahatsızlığı devam ediyordu, rahatsızlı ise baş dönmesi ve halsizlikti, o nedenle sık, sık dinlenme ihtiyacı duyuyordu. Hava iyice soğumuştu, kar az yağıyordu ama tipi halindeydi ve görüş mesafesini gittikçe azaltıyordu. Ben önden iz açarak ilerliyordum, Mitat da beni takip ediyordu, ne zaman ‘Nasılsın’ desem ‘kötüyüm’ diyordu, sık, sık mola veriyorduk ve yavaş, yavaş tırmanıyorduk. Tepede bize bakan birini fark ettik, sallamasından hep kulaklıkla gezen Alexy olduğunu anladık.

Tepeye iyice yaklaşınca Alex’e seslendim gel diye, gelip Mitat’ın çantasını alsa iyi olacaktı. Alexy beni anladı ama ayağını göstererek, kramponunun olmadığını belirtti ve az kaldı ha gayret diye bizi yüreklendiriyordu. Bir yandan da tezahürat yapıyordu, müzik eşliğinde ritimle başını sallıyordu. Nihayet tepeye vardım, Alexy çantamı istedi, ‘Mitat’ın çantasını al o iyi değil’ dedim, Alexy ‘tamam, Mitat çantasını buraya bıraksın ben geri döner alırım’ dedi ve çantamı aldı, çadıra geldik. Muzaffer sesimi duyunca kendi çadırından seslendi geldiniz mi diye, ‘evet geldik ama Mitat çok kötü çıkıp yardım edersen iyi olur’ dedim. Muzaffer ‘çıkamam, çadıra yeni girdim’ dedi, o ara Mitat da zaten görünmüştü, görünmüştü diyorum çünkü kampa varmıştık ama görüş mesafesi epey düşmüştü. Saat 20.05 civarı üçüncü kampa(6200 m.) varmıştık. Biraz dinlendikten sonra Alexy ocağı yaktı, ben de su vardı ısıttık ve birer çorba içtik. Alexy’e akşam yemeği için makarna yapmayı önerdim, ‘iyi olur, ama arkadaşlarımı biraz ziyaret edep geleyim ondan sonra yapalım’ dedi ve gitti. Yaklaşık bir saat sonra elinde bir tencere ile geldi, yemek getirmişti, sulu etli sebzeli bir yemekti, ‘yer misin?’ dedi, yemez miyim, acıkmıştım, ben tabağıma aldım o tencereden yedi, doyduk, artık, makarna yapmaya gerek kalmamıştı. Hava çok soğuktu, yemekten sonra uyku tulumlarımıza girdik yattık, ama ben Zirve Dağcılık ekibi arkadaşları merak ediyordum, çoktan kampa dönmeleri gerekiyordu, kamp oldukça sessizdi, hava çok ama çok soğuktu. Uyur uyanıklık arasındaydım ki birisinin ‘Sönmez’ diye seslendiğini duydum, bu İsmet’in sesiydi, ‘İsmet’ dedim, bizim çadırın yanındaymış, hemen çadırın kapısını açtım ki İsmet karşımda ve saat gece 24.00, zirveden dönmüştü ve çok üşümüştü, ben onu, o beni görmekten memnun olduk, telaşla çadıra davet ettim. ‘biraz ısınayım’ dedi ve yarı bele kadar çadıra girip oturdu, ben de ısıtmak için sırtından sarıldım, öylece biraz bekledik, sonra ayakkabılarını da çıkarmasını istedim çünkü ayaklarını da acilen ısıtması gerekiyordu. Kaz tüyü mont ve  yün çorap verdim onları giydi ve uyku tulumuna girip uzandı, ısınmaya başlamıştı ama yine de titriyordu, birazdan ısınacaktı nasılsa, içim rahattı.
Okunma 17661 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 29 Ekim 2011 20:54
Yorum eklemek için giriş yapın