Muzaffer Erolgez - Söyleşi

Hazırlayan: Zafer Kayrak-www.tarsusadventure.org

 

Muzaffer Erol GEZ ile Söyleşi 
Muzaffer Erol Gez, 1934 yılında Malatya’da doğdu. 1952 yılında asker olarak görev yaptığı Kayseri’de Erciyes Dağı zirvesine ilk tırmanışını yaparak başladı dağcılığa. 1952’den sonra 95’in üzerinde Erciyes tırmanışı yaptı. Munzur’un bütün zirvelerine çıktı, 1960’larda Cilolar’da tırmanış eğitimler yaptı, yaptırdı. İlki 1959 yılında olmak üzere 27 defa Ağrı zirvesi yaptı, hatta Ağrı’nın zirvesinde 3 gün gün geçirerek inanılması güç girişimlere imza attı. Dahası ne bu söyleşiye sığar, ne de benim duyduklarım-anlatacaklarımla sınırlıdır. 

Muzaffer ağabeyle söyleşi yapabilmek için Hüseyin ( Tarsus Adventure Team ) aracığıyla randevu aldım. Ayrıca kendisiyle tanışmış olacaktım. Kararlaştırdığımız gün kendisiyle İçel Sanat Klubü lokalinde buluştuk. Ben aceleyle evden çıktığımdan hazırladığım soruları almayı unutmuşum. Bunun üzerine, bendeki tedirginliği hissedip, hafta sonu dağ evine davet ediyor. Evdeki resimleri gör ondan sonra sor soracaklarını diyor. ( bir bildiği var tabi : ) 

Hafta sonu evinde buluşuyoruz. Önce evi geziyorum. Ve ne demek istediğini anlıyorum. 5000 adet slayt, sayısını kendi de tam bilmiyor bir o kadar da ( ki çoğu siyah-beyaz ) fotoğraf. Türkiye’de dağcılığın gelişimini bu evden daha net anlatabilecek bir yer yoktur diye düşünüyorum. Bütün akşam fotoğraflara baktıktan sonra yatıyoruz. Sabah kahvaltımızı yapmadan soruları alıyor elimden ve başlıyor cevaplamaya: 


Hangi sporları yaptınız, kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? 

- Çok esnek bir soru. En başında futbol oynadım bir defa Kayseri Kara Gücü’nde, sol iç oynadım, iyi de futbol oynardım, dağ sporlarının içindeyken yaptım futbolu. Ama hiç bir zaman dağlara tercih etmedim. Bugün de anlayarak izlerim, ama gençlere tavsiyem bu spora paranın dışında fazla eğilmesinler. Yüzme, dağcılık, basketbol, bisiklet, paraşüt bunlara ağırlık versinler derim. Bu saydığım konular güzel konulardır çünkü, örneğin halter bana hiç zevkli gelmez. O çerçeve içerisinde spor yapmam ben. Hayatın değişmesi lazım bende. Bisiklet mesela, bir Kızkalesine – Silifke’ye git örneğin. Dünyan değişsin. Paraşüt, kuşlar gibi hürsün uçuyorsun. Dağ, yavaş gibi görünür ama her adımda dünyanı değiştirir. 


Ne zaman başladınız dağcılığa? 
- (soruyu okuyor ardından bu kolay deyip başlıyor) 1952 senesinde Kayseri Erciyes’te başladım. İlk tırmanışın Erciyes’e oldu yani. 

Kim ya da ne sizi bu spora itti? 
- Beni kimse bu spora itmedi. Kayseri’ye astsubay olarak tayinim çıktı. Erciyes’i görünce oraya tırmanmayı düşündük, aradık 3-5 arkadaş bir araya geldik. Hiçbir teknik bilmiyoruz, hiçbir ekipman yok, bir yiyecek şeklini bile bilmiyoruz. Gittik. Ama o heyecanımız bizi Erciyes’in zirvesine çıkardı, çıktık ve indik. 1952 senesi ağustos ayındaydı. O ilk heyecan, ilk defa yaşanan bir şey, şu an kelimelerle anlatılamaz tabi. 

Bu spora başlayalı uzun zaman olmuş. Tabi ki zorlukları çoktu. Nelerdi sizi en çok zorlayan şeyler? 
- Bir kere toplum anlamıyordu bunu. Kayseri’de halk hiç bilmiyordu. Dağa baktıkları yoktu ki anlamıyorlardı bizi, dağa niye gidiyorsunuz diyorlardı, ne var diyorlardı, deli diyorlardı. ( ben laf arasına girip yarama basılmış gibi; hala öyle diyorlar -diyorum devam ediyor ) Bu ülkede çok güzel bir coğrafyamız var. Ama üzerindeki halk bunu anlayacak düzeyde, kültürde değil maalesef. Ne deniziyle, ne dağıyla, ne ovası, ne tarihiyle bu değeri tanıyacak toplum, bu coğrafyanın üzerinde yaşamıyor. Bu sıkıntıları anlatmak için bir kitap yazsak yeridir. Artık bu sıkıntılar bitti. Niye, çünkü artık televizyon vasıtasıyla dünya küçüldü ve insanlar büyük bir kültüre ulaştılar. Şimdi dünyanın her yerinde bir şeyler yapıldığını gördü. Özellikle gençler, üniversite klüpleri bu konulara ilgi gösterdi. İlgi o kadar ki, idare; il temsilcilikleri, il spor müdürlükleri, federasyon, spor bakanlığı toplumun bu heyecanın gerisinde kaldı. Topluluklar idarinin önüne geçti bu konuda. 


Sizin başladığınız dönemle kıyaslarsak tavsiyeleriniz nelerdir yeni nesile? 
- Şimdiyi geriyle kıyaslayamayız. Bizden daha ileri ülkelerin hareketlerini kıyaslarız ancak. Tabi ki aramızda 150 sene fark var. Bu mesafeyi de yürüyerek aşacak değiliz de, 30 seneye 20 seneye indirebilirsek büyük başarı diye düşünüyorum. Evvela, kafa yapısı çok farklı şimdi aileler kızlarını yollamıyor dağa çıkacağım dediğinde. ( oğlunu yollamayan var diyorum ) Tabi diyor, ben kendimden örnek veriyim. Evvela, benim karım oğlumu benimle dağa yollamıyor. Dağa gelmekten uzaklaştı. Kayak yapıyorlar ama, onun için zorlamadım bende. Kızım da aynı şekilde. Ailelerin görüşleri meselesi var. Aileler, 40-50 sene önceki kendi yetiştikleri kültürle büyütmek istiyorlar çocuklarını, o zamanı çocuklarında görmek istiyorlar. Bu zinciri kırmaya çalışan çocuklar var aileleriyle çatışma içindeler. 

Bu spor kişisel gelişiminize neler kattı? 
- Ordu kökenli olduğum için zaten bu spor disiplin isteyen biz spor, hatta sadece bu spor değil, dalış da disiplin ister, yamaçparaşütü de. Dağın özel bir disiplini vardır. Yamaçparaşütü de öyledir, teknik bileceksin, rüzgarı tanıyacaksın. Dalışta da derinlik fizyolojisini bileceksin, insan vücudu üstündeki etkilerini bileceksin. Bunları bilmeden yapmak, disiplinsiz olmak hayatınıza zar atmak demektir, onunda hep yek gelmesi olasıdır. Eğer bu işi uzun süre yapmak zevk almak istiyorsan, konuyla ilgili teknik adamlardan evvela bu işin disiplinini öğreneceksin, ki artık Türkiye’de bu konularda yetişmiş teknik adam sıkıntısı yok. Benim en büyük sıkıntım disiplinsizlik, özellikle belirli bir yaş üzerinde başlayanlarda disiplin sağlamak zor oluyor. Gençleri eğitebiliyorsun sonuçta ağaç yaş iken eğiliyor. Netice olarak bu spor bana zaten sahip olduğum disiplin olgusunu yaşantımın her safhasına taşımamı sağladı, diğer konuların da disiplinle yürüyeceğini öğrendim. Belirli saatte kalkar, belirli saatte yatarım, belirli insanlarla temas kurarım. Stresten uzaklaştırdı beni, çünkü herkesle yakın temas kurmam. Makro Paşa değilim, fazla dert dinlemem. Ölüm karşısında metinimdir. Beni fazla tedirgin etmez çünkü ölmüştür adam, beni tedirgin etmez. Hasta veya yaralı konusunda tedirgin olurum, onu bir yere yetiştirme veya bulaştırma konusu beni tedirgin eder. Vasiyet ettim arkamdan ağlayıp zırlamayın diye, imkan olsa da hidrolik bir mezar yapıp düğmeyle içeri girilse. O seramoni bile boşuna bence. Kısacası disiplin verdi benim hayatıma. 

Ekip çalışmalarına gelelim hocam. Öncelikle ekip mi, solo mu ve solonun amacı nedir sizce? 
- Ben hayatımda her türlü hareketin ekiple yapılmasından yanayım. Ekip derken 20-30 kişiden bahsetmiyorum. 2 kişi de ekiptir. İyi bir dağ faaliyeti de 2-3 kişi olmalıdır bence hatta 9-10 kişilik bir toplulukta da olsanız ikiye üçe bölünerek hareket etmekte fayda var. Ve 3 kişi dahi olsanız hemen birini ekip lideri tayin etme disiplinini öğrenmeniz lazım. Bir tek yerde solo yapıyorum, yatağımda uyurken. Bunun dışında solo yapmıyorum. Yatarken demiyorum yalnız, dikkat edin uyurken, ekip olarak yatmak ayrı bir zevk… ( kahkahalar duvarlarda ki çoğu yarım asırlık fotoğrafları sallıyor. ) Amacına gelince, dediğim gibi soloyu kabul etmiyorum ki amacı olsun. Solo bence ruh hastalığı. Kendi kendini tatmin etmek başka bir şey değil. Bir kere konunun aleyhte olacağı durumda kimse yok yayında, bir duvar çıktığınızı düşünün. Bir yardım almanız gerekti, kendinizi ancak birkaç dakika tutarsınız, sonra uçar gidersiniz. 

Ekip olma da zorlandığınız oldu mu? 
- Bu konu da hiç zorluk çekmedim diyebilirim. Kendime ekip oluşturacak 2-3 arkadaş daima buldum. Ve oluşturmaya çalıştım. 

Zorlanmadım diyorsunuz bunun kaynağı nedir? 
- Daha önce de bahsetmiştim. Zaten her insanla yakın temas kurmuyorum, daima kafa dengi arkadaşlar bulurum. 

Peki ekipte lider seçimini nasıl yapıyorsunuz? 
- Lider seçimi; üç kişilik ekipseniz bile, içinizde bu faaliyeti en iyi bilen – tedbirli kişiyi seçip sen lidersin deyip, sonrasında onu mutlaka dinlemekle olur. 


Faaliyetlerde gözlemlediğiniz ve sizi en çok rahatsız eden şey nedir? 
- DİSİPLİNSİZLİK. Maalesef gençlerimizde disiplinsizliği bol miktarda bulursunuz onu söyleyeyim. Bilinçsizdir, ama bunu kabul etmez ve konuyu biliyormuş gibi hareket eder. Ekibi de bozmaya çalışır. Gerektiğinde ekipten atmak daha uygundur bana göre, çünkü ekibin güvenliğini tehdit eder. 

Çığdan bahsedelim biraz, bir çığ maceranız olmuş. 
- Çığ dağcıların korkusu. Eğer iyi bir eğitim almış konunun, sadece kendi bedeni üzerinde değil olayların genel termineloji üzerindeki etkilerini de öğrenmişse, çığ alanlarında tedbirli davranır. Çığ sizin dışınızda oluşmuşsa bundan kurtulmanız çok zor, sizden kaynaklanıyorsa bunun planını iyi yapıp sebep olmamak lazım. Bizim çığ olayımızda konuyu bildiğimiz halde, konunun arzu etmediği durumları yarattık Kaldı’ya kış tırmanışı yapıyorduk kayaklarla. Bir üsteğmen, yüzbaşı ve ben bir yamacın sırtını kayaklarla ortadan kestik. Yaptığımız hataydı, fark ettiğimizde artık çok geçti. Çünkü kesilen dilime kar kitlesi daha fazla dayanamadı, kar yürümeye başladı içinde kaldık. Çığın içinde kaldığınız zaman kağıt üzerinde ne kadar teknik bilgi ve öneri varsa orada kalıyor. Elbisenizde küçücük bir delik varsa oradan tüm vücudunuza kar doluyor. Biz tesadüfen kurtulduk. En büyük şansımız üsteğmen arkadaşımızın karın kaymayan kısmında kalmasıydı. Eğer O’da kayan kısımda kalsaydı bizi mayıs ortalarında çobanlar bulurdu ancak. Yani bu çığ olayı gerçekten korkunç bir olay, konuyu iyi bilip oluşabilecek yerlerde temkinli davranıp teknik hareket etmek gerek. 


Bu sporla ilgili düzenli bir antrenman veya uyguladığınız programınız var mı? 
- Spor adamlarını ve ilim adamlarını dinlersen her disiplinin bir antrenmanı var. Ama ben hiçbir zaman düzenli bir antrenman yapmadım, bu konularla ilgili. Çünkü sürekli antrenman içerisindeydim. 15 saat 20 saat yürüdüğüm zaman hiç yorgunluk hissetmiyordum. Yürüme kondisyonum çok iyiydi. Bu arada bir şeye karşıyım, aşırı yük taşımaya karşıyım. Bir günlük kampın 5-6 kilo yükünü sırtımda taşırım ama bir haftalık faaliyetin yükünü katır gibi sırtımda taşımadan yana değilim, bunu geç öğrendim. Çok şükür ki eklemlerimi bozmadan öğrendim. Gençlere de bunu derim, konu parayla ilgilidir. Paran varsa bunu yaparsın, zira disklerindeki kıkırdakları zedelediğin zaman bunu hiçbir yerdeki doktor düzeltemiyor. En azından üç beş arkadaş para toplayıp bir hayvan kiralayacak kadar fedakarlık yapmakta fayda var. Hayvan olmayan uzun mesafelerde yükü asgariye indirip sık mesafelerde molalar vererek götürülmesini tavsiye ederim. 

Beslenme konusu, bu konuda prensipleriniz var mı? 
- Uzmanlara kalırsan hiçbir şey yiyemezsin, aç kalırsın. Ben obur olmamak koşulu ile her şeyi yiyorum. Şu ana kadar ki kontrollerimde de henüz ters bir şeye rastlamadım. 

Çukurova’da dağcılık kültürünün gelişimi adına yapmak istediğiniz bir şeyler var mı? Nelerdir? 
- 1961’de Mersin’e geldim. İlk bunu İl Spor Müdürü rahmetlik Edip Burhan’a anlattım. Anlayışla karşıladı desteklerde bulundu. Okullarda çalıştık anlattık, belirli bir yere getirmeye çalıştık. Belirli bir ölçüde buraya geldik. Tatmin edici değil tabi. 

Federasyonun bu spordaki rolü nedir sizce? 
- Federasyonda konunun yayılmasında görev aldım. Dağcılık Kış Sporları Federasyonu adı altında başladı, kayak ağırlıklıydı. 1966 da bunu bağımsız hale getiren ekibin içindeydim. Federasyon bu konuyu devlete ve bakanlıklara anlatmakta başarılı oldu kulübün kurulmasına ön ayak oldu. Gerek dağın gerek tur kayağının ilerlemesinde etkili oldu. Kulüpler şimdi bu işi götürür hale geldi. Benim görüşüm federasyon bunu yılda 3 eğitim kampına bölüp; ileri kaya, buz tırmanışı ve kurtarma kampları düzenlerse daha etkili olacağını düşünüyorum. 

İş hayatı ve dağcılık nasıl gitti? 
- Etkiledi tabi. Kestirmedik, diktirmedik yerim kalmadı. Ama en küçük vaktimi dağa ayırdım. Senede birkaç defada yapacak olsan git yap. 

Bu kadar zannediyorum diyor ve ekliyor beni en çok konuşturan adamlardan biri oldun. 
Daha nice yıllar sizi doğada ve aramızda görmek dileğiyle…. 
Hazırlayan: Zafer Kayrak
Tarsus Adventure Team www.tarsusadventure.org

Okunma 112701 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 22 Aralık 2012 20:21
Yorum eklemek için giriş yapın