Bu sayfayı yazdır

KIZLARSİVRİSİ KUZEY KIŞ ÇIKIŞI

Tarih                            : 25.02.2007
Kamp Yeri                  : Damlıca Yaylası
Hava Durumu               : Tırmanış süresince acık, zirve yolunda sis.
Malzeme                      : Kask, kazma, krampon, emniyet kolonu (kullanılmadı), kilitli karabina (kullanılmadı), yardımcı ipler (kullanılmadı), telsiz.
Ekip                            : Cem Ergün, Sükran Yılmaz, Hayri Aytar, Suna Ün, Mahmut Uğur Önalp, Özkan Keskin, Ayhan Kılıç

Kızlarsivrisi’nde düzenlenecek TODOSK’un kış kuzey çıkış şenliğini duyduğumda katılmaya karar vermiştim. Birlikte bir yerlere gidelim diye konuştuğumuz arkadaşlara bu şenlikten bahsettiğimde önce onlar, sonrada “yok mu gidilcek bir yer” diye soran baska arkadaşlarla sayımız arttı.

23 Subat aksamı İstanbul’u terkeden ekip, kulüp üyesi olan arkadaşlardan başka Özkan’in arkadaşları Hayat’i ve Fatih’le birlikte Antalya yollarına koyulduk.
 

24 Şubat sabahı terminalde otobüsten indiğimizde, Todosk’un görevlisi bir arkadaş, terminalde kısa saçı ile birliğine teslim olmaya giden asker adaylarını toplayan inzibat gibi,  sırt çantalıları topluyordu. Bizide topladı. Şehir merkezine götürecek otobüs geldiğinde, başka şehirlerden tırmanıs için gelen diğer katılımcılar ile birlikte yola koyulduk. Toplanma merkezinde Todosk yetkilileri tarafından karşılandık. Akşam yemeği için kumanya, bir polar bere ve üzerinde pusula ve ısı ölçer olan birer düdük katılımcılara burada dağıtıldı.

Ambulans vardı, ancak sağlık görevlisi yoktu. Kulüp yetkililerinin ricası üzerine, Şükran ambulans görevlisi, Mahmut, ben ve Antalya’lı arkadaşım Yakup’ta ilk yardım yardımcısı olarak ekibe dahil olup araçta yerimizi aldık. Ve Elmalı’ya doğru hareket ettik. Korkuteli’nde verilen ihtiyaç alımı molasında, Antalya usulu piyazi mideye indirirken, yine Şişçi Ramazan’ın şişlerine sadece uzaktan bakınmakla yetindik... Zaman yoktu.

Elmalı’nın bitiminde sola ayrılan ve belli belirsiz bir tabelası ile Büyük ve Küçük Söyle köylerine giden yola girdik. Köy kahvesinin önünde araçtan indiğimizde küçük meydan insan kalabaliği ile doluverdi birden...

Traktörler hazır bekliyordu. Çantalar bir traktöre katılımcılar diğer 3 traktöre bindi ve kamp yerine doğru hareket edilirken; köyden bakıldığında dağ, keskin hatlarıyla rotalarını göstererek bizi çağırıyordu. 
 

Toprak bitip, karlı zemin başlayınca traktörleri terkettik. Çantalar sırtlandı ve karların içerisinde yükselerek kamp yerine doğru yürümeye başladık. Yaklaşık 1,5 saat sonra kampı kuracağımız Damlıca yaylasına ulaştık. Yaylaya küçük bir meyil ile indik. Geniş ve yayvan bir çanak gibi. Ama dağ tarafına doğru oldukça dik bir tepe yükseliyor. Hava açik. Soğuk yok. 

Çadır yerleri belirlendi, çadırlar kuruldu. Biz İstanbul ekibi ve Ankara şubemizin üyesi, faaliyete bireysel katılan Afyonlu Mithat Şener, çadırlarımızı aynı bölge içerisine kurduk. Güneşin batımı öncesinde dağa karsı fotoğraflar çekildi sonra. 

Programda zirve yürüyüşü için kamptan sabah 06.00’da başlayacağı yazıyordu. Ayrıca yine programda saat 10.00 gibi zirvede olunacağı ve saat 14.00 te de kampin toplanacağı yazıyordu. Herşey yolunda ve programında giderse dönüş için 19.30’a kadar Antalya terminalinde rahatlıkla olabilir, hatta Şişci Ramazan’da şişlerimizi bile yiyebilirdik. Ancak bu fazla iyimserlikti. 06.00 da kamptan yazın cıksan 10 gibi zirvede olursun. Ama bu kıs şartlarında bu mümkün değildi. Ve bizde köfteyi kaçırmakla kalmaz arabayı bile kaçırırdık.

Araçlara yetişme durumumuzu kamp ve şenlik sorumlusu Hakan beye ilettim.  Ve rehberlerle görüşüp değerlendireceklerini söylediler. Saat 17.30 da yapılan toplantıda iki farklı rotadan tırmanış yapılması kararlaştırıldı. Kalkış saati belirlendi. Tırmanış ise bir saat öne yani beşe alındı. Bence yeterli değildi. Biz rotaya girmeden güneş doğmuş olacaktı. Ve kim bilir kampa kaçta dönecektik.

Kararmakta olan hava, gökyüzündeki yıldızlara ve aya inat soğumasını artırmaya devam etti.  Sanki gökyüzünde binlerce yıldız ve ay ışıklarını dağa çevirmiş bir sunum gerçekleştirmeye hazırlanır gibiydiler...
 

Dağıtılan kumanyalar açıldı. Ton balığı, konserve ve krem helvadan oluşan setin konserve kısmı tüketilip, zirve yürüyüşünde yenecekler hazırlandı. Ve tek tek elden geçerek çanta hazırlandı sonra.

Uzak konuşma sesleri yavaş yavaş kesildi. Ayhan’ın uçak sesi çıkararak çalışan ocağı son karları eritip sessizliği sağladığında, günün yorgunluğu yerini zirvenin heyecanına ve tedirginliğine bırakarak göz kapaklarımı ağırlaştırdı...

Saatim çalmadan uyandım. Yol için gerekli hazırlıklar tamamlandı. Kahvaltı yapılıp çaylar içildi. Buz gibi botlar giyilip yola dizilenlerin arasına karışıldığında saat beş olmak üzereydi. Kafa lambaları uç değil; bir sıra nokta gibi dizili, geceyi aydınlatarak yürümeye başladık. 

Dağın eteğine doğru yaklaştıkça gün yüzünü göstermeye başladı. Ve gece yitti, beyazlık kaldı. 

Bir süre sonra ekipler ayrıldı. Bizim ekip 31 kişi ile dağın eteğinden ilerlemeye devam ederek iki numaralı rotaya yöneldi. Diğer rota ise dört numaralı rota ve biraz daha dikti. O rotaya gidenlerin arasında bizim ekipten Özkan ve arkadaşları Hayati ile Fatih vardı. 

Sert kar her adımda sertliğini daha artırmaya başladı. Ve ekibin içerisine kramponsuz olarak karışmış Tery, kazması ile kendine basamak yaparak ilerlemeye çalışıyor. Kramponlar takıldı, kazmasını daha çıkarmamış olanlar kazmasını aldı. Buzda bir süre yükselen ekipte, arkadaşlar ile kopmadan yavaş yavaş zirveye yürümemizi sürdürdük. İlk kış zirvesini yapmakta olan Suna ve Şükran her hangi bir zorluk yaşamadan tırmanmaya devam ettik. 

Bir süre sonra arkada bir grup kopmaya başladı. Yakınlaşan zirve yönünden bastıran sis eğer dağılmazsa inme düşünceleri söylendi. Korkulan olmadı yavaş yavaş açılan yolda zirve görünür gibi oldu...

Sırta çıkmıştık artık. Uzakta zirve kutusu bile görünüyor belli belirsiz sisin arasından. Saat 11.40. Ve işte zirve. Sarılıp kutluyoruz birbirimizi. Zirve defteri yazma keyfini Şükran’a bırakıyoruz. Defteri ve isimleri yazıyor, imzalıyoruz. Arkadan Mithat’ta geliyor. Sorun çıkaran kramponu nedeni ile biraz gecikmiş. 

Bizden 1.5 saat önce gelmesi beklenen dördüncü rota yolcuları bizden sonra ulaştılar zirveye. Sonra çekilen fotoğraflar, içilen sıcak çaylar ve ekmek arası helva partisi. (Sevgili Arkadaşlarımızın Uludağ’da ki partileri ve sıcak şarap yudumlamalarının mesajı ise iniş yolunda telefonun çekmeye başladığı bir yerlerde gelecekti.)
 

Zirve seramonisini bitirmiş, karnımızı doyurmuştuk. Yolcu yolunda gerek diyerek saate baktığımızda 12.15 gibi zirveyi terkettiğimizin notunu düştüm bir yerlere. İniş için yola çıkan rehberin ardı sıra, kuzey doğu rotasından yavaş yavaş ve güneşten yumuşamış karlara bata çıka giderken çıkış ile orantılandığında bu kadar uzun bir dönüş olacağını hiç birimiz bilmiyorduk. 

Zaman ilerledikçe kampa ulaşacağımız zaman konusunda tereddütler yaşamaya başladık. Oysa biz akşam 19.30 da otogarda olmalıydık. Hatta aklımızın bir köşesinde Şişci Ramazan bile vardı. 

Yol bitmek bilmiyor. Zaman çok ilerledi. Uludağ’da ki Nurten’e ulaşıyorum, telefonun çektiği bir yerden. Ve Metro Turizmi arayarak biletlerimizi erteletmesini rica ediyorum. Ve şebeke kayboluyor.

Kamp görünürde yok. Yürüyoruz. Telefonda çekmiyor, Nurten’le haberleşme kopuk. Dağ sol yanımızda tüm hatları ile yükseliyor. Farklı yollardan gelen ekipler var, beyazlıkların üzerinde hareket halinde karaltılar var.

Kamp görünürde yok. Tipi başladı. Boncuk gibi kocaman kocaman yağıyor. Bu şekilde devam ederse çadırları toplamak ve traktörlere kadar gitmek zor olacak. Kaçtı bizim otobüs...

Önümüze çıkan bir tepeyi inmeye başladığımızda aşağıda bizim çadır kent görünüyor. Bir oh çekiyorum ama, otobüse yetişmek zor gibi...

Bir taraftan çadırları toplamaya başlıyoruz. Ekipten arkada kalan kimse yok. Tipi  biraz yavaşlayarak devam ediyor.

Todosk’lu arkadaşlar ile konuşuyorum. Önden toparlanıp gitmek istediğimizi ve mümkünse küçük araçlardan biri ile otobüse yetişmeye çalışacağımızı söylüyorum. Saat 17’ye geliyor. Tamam diyorlar. Ve çantalar çadırlar toplanıyor hemen ve traktörlerin oraya yürümeye başlıyoruz. Nurten’in mesajı bu arada geldi, telefonun çektiği bir yerde. Biletlerin yenilenmesi için seri no vs istiyorlarmış. Şimdi bu dağın başında sanki cok kolay gibi... Kar artık yağmıyor. Ama programda yazan 14.00 Antalya’ya hareket sözünü anımsıyor ve gülümsüyorum…

17.30 traktörlerin oradayız. Çantalar yükleniyor ve biz ve başkaları doluşuyoruz çamurlu ayaklarımızla. Büyük Söyle köyü bir türlü görünmüyor ve bir türlü yol bitmiyor.

Artık çekmeye başlayan telefonumu açarak, bir o tarafa bir bu tarafa sallayan traktörün düşmeye yakın bir yerlerinden otogara ulaşmaya çalışıyorum, olmuyor. Sonra arkadaşım Mehmet Ali aradı. Antalya’ya erken dönersek görüşürüz diye sözleşmiştik. Ama durum onu gösteriyordu ve görüşemeyecek gibiydik. Daha köye bile ulaşamadığımızı söyleyerek yardım istedim. Otobüs firmasını saati söyleyerek erteleyebiliyor ise ertelemesini, yoksa otobüsü bekletmesini rica ettim.

Köydeyiz. Koşuşturmaca içerisinde minübüs şoförünü bulup yerleşmeye çalışıyoruz. Ve yola çıktık. Saat 18.30. Mali ile görüşüyorum. Biletleri yenilemiyorlarmış. Tekrar otogarı arıyorum. Yok. Biletleri yakıyorlar. Rica ediyorum aracı bekletin o zaman biraz diye. 15 dakika bekletiriz diyorlar terminal dışında. Yetişemeyiz. Neredesiniz diyorlar. Elmalı’dan çıktık diyorum. Oysa Elmalı’ya gelmedik ki daha...

Nihayet saat 20.00’ye kadar bizi beklemeye karar veriyorlar. Kepez’de ve trafik kontrol noktasında bekleyecekler. Mali’yi arayıp durumu söylüyorum. Ve oraya giderek aracı bekletmesini, oyalamasını rica ediyorum... 

Dağa çıkarken bu kadar yorulup, stres yapmamıştık... 

Yol bitmiyor. Son 40 km. Şoför arıyor ne kadar kaldı yolcular söyleniyor diye, Geldik diyorum. 20 km sonra oradayız.

Bizim minübüs hız yaptıkça Ayhan arkada dualar edip bir ayağı ile sürekli fren modunda şoföre söylenmeye devam ediyor bu arada...

Ve işte Kepez. Trafik ışıkları yeşile dönmüyor. Otobüs karşıda görünüyor. Bir kısım yolcular geziniyorlar yol kenarında. Mehmet Ali, benim sevgili dostum şoförle sohbet halinde. Sarılıyoruz. İki küçük cümle, hal hatır sorma ve ayrılıyoruz.

Oturduğum koltukta ağır ağır tozlukları ayağımdan çıkartırken, bizim araca yetişerek gol attığımız o saatlerde, Antalya Sporun’da Fenere gol attığını duyuyorum ve gülümsüyorum...

Aynı gülümsemeyi ben zirvede de yaşamıştım. Sizlerde yaşayın. Yüzünüzde hep gülümseme olsun. 

Bütün ekip arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler. 

Cem Ergün

Okunma 5877 defa
Yorum eklemek için giriş yapın