Bu sayfayı yazdır

Kirazlıdere-Servetiye Köyü-İzmit

Etkinlik adı     : 3 sn. sonra tekrar sudasın...
Tarih              : 5 Haziran 2005
Hazırlayan      : S.Bora Bentürk (sbory)
Etkinlik yeri    : Kirazlıdere-Servetiye Köyü-İzmit
Katılımcılar     : Alpay Oğuş, Hülya Erşah, Mehmet Alpgözen, Eray Oğuş, Gülay Ezik, S.Bora Bentürk

 5 Haziran Pazar sabahı Eray ile buluşmamızla başladı günübirlik faaliyetimiz. Daha sonra Gülay ve Alpay ile buluşarak, Alpay’ın yaşlı bir aslan edasıyla kükreyerek yolları arşınlayan ve benim de gıpta ettiğim cipiyle koyulduk yola... Anadolu yakasında Hülya ve Mehmet’in de arabalarıyla bize katılımıyla ekip tamamlanmış oldu. Yolda hepimizin içini burkan elim bir kazaya şahit olduktan ve yolumuz üzerindeki gerekli yerlerden erzağımızı edindikten sonra yürüyüşümüze başlayacağımız Servetiye köyünün meydanına ulaştık. Köy meydanında küçük bir cami, caminin tam karşısında abdest almak için çeşmelerin bulunduğu şirin bir yapı ve onun hemen yanında da ahşap işçiliği çok hoşumuza giden bir çardak bulunuyor.

Arabaları parka edip, kısa hazırlık sürecimizi tamamladıktan sonra, iki tarafı tarlalar ve armut, kiraz ve erik ağaçları olan toprak yoldan aşağı yürümeye koyulduk. Yaklaşık 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra dere yatağına ulaşmıştık. Dereden ilk geçiş ve ilk ıslanış... Herkes biraz çekingen, sanki kimse yürüyüşün devamında ne kadar ıslanacağımızı bilmiyormuş gibi... Suya ilk Mehmet giriyor ve bir solukta karşıya geçiyor, arkasından diğerleri ve en son ben...
İlk ıslaklığın verdiği değişik duyguların ve adrenalinin etkisiyle yolumuza devam ediyoruz, balta girmemiş ormanları andıran sık bitki örtüsünün bir halı gibi kapladığı dere yatağının hemen kenarındaki patikadan yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yolumuz tamamen su, kayalar ve bitki örtüsüyle kaplı, nereye baksanız ayrı bir güzellik, ayrı bir kompozisyon “güzel yurdumun cennetten bir köşesi daha” diye düşünüyorum. Sık bitki örtüsünün içinden geçerken dikenler bacaklarımızı çizmeyi, ısırganlar da hafif acılı bir şekilde kaşındırmayı görev edinmişcesine bize olan yakın temaslarını sürdürdüler. 

Mola yerimize kadar rotamız üzerinde birçok kez zikzaklar çizdik, bize geçit verdiği ve debinin düşük olduğu yerlerde derenin içinden, uygun olmayan anlarda da sık bitki örtüsünün içinden ilerledik. Veee mola zamanı... Kısa süreli istirahat için uygun olduğuna kanaat getirdiğimiz bir yer bulup durmaya karar verdik, herkez kayasını seçip üstüne kuruldu. Yeterince ıslandığımız yetmiyormuş gibi, hülya ve ben suya girmeye meraklı şahsiyetler olarak hazırlığımızı yapıp buz gibi suya giriverdik. Su tek kelimeyle çivi gibiydi. Dondukkkkk.... :) İşte o anda ne olduğunu anlayamadan kendimi 3-4 metre aşağıda bir dal parçasına tutunurken buldum, şok olmuştum, bir anlık dikkatsizliğimle az daha canımdan olacaktım. Neyseki akıntının debisi bulunduğum yerde çok kuvvetli değildi ve bana haraket imkanı sağlamıştı. Kısa süreli bir şoktan sonra, kenarda bir kayanın üstüne çıktım ve cesaretim kırılmasın diye tekrar aynı yerden suya girdim, tabiki bu sefer daha dikkatli ve temkinli bir şekilde...
 

Molanın bu gergin anlarından sonra yemek, çay ve dinlenme kısılarını icra ettikten sonra geri dönüş yoluna koyulmaya karar verdiğimiz anda Alpay’la aramızda şöyle bir diyalog geçti;

Bora   : (istem dışı) yaa bu botlarla çoraplar hiç kurumamış
Alpay  : (güldü) yaklaşık 3 sn. sonra tekrar sudasın

güldüm ve suya girdim. Dönüşümüz daha sulu oldu, mümkün olduğu kadar suyun içinden gitmeye gayret ettik ama öyle bir yere geldik ki Alpay, Hülya ve ben geçmeye çalıştığımız yerde boğazımıza kadar suya battık. İşte o küçük yüzme molasınıda ondan sonra verdik. Alpay 3-4 kez suya dalıp çıktı, Hülya akıntıya karşı büyük bir hırsla yüzdü, ben de kenadan onlara eşlik ettim. Eray, Mehmet ve Gülay ise kuru kalmayı yeğlediler. Eğlenceli ve bol sulu geri dönüş yolunu alabalık çiftliğinde noktaladıktan sonra ızdırap verici toprak yolun başına gelmiştik. Alpay ve Mehmet hiç düşünmeden tırmanışa geçmişlerdi bile arkalarından da biz... ve işte köy meydanı... Faaliyet sanırım herkesi tatmin etmişti, yüzler gülüyordu. Herkes ıslaklarını kuruylarıyla değiştirdikden sonra yazının başında bahsettiğim çardağa kurulup, gelirken yoldan aldığımız kavunları yiyip arkasından da çayımızı demledik. Gün batımından önce çaylarımızı da keyifle yudumlarken yanımıza gelen birkaç köylüyle de sohbet ettik. Artık veda zamanı gelmişti, karmaşanın göbeğine zorunlu dönüş için çoktan yola koyulmuştuk. Benim için çok tatmin edici ve faydalı bir faaliyet oldu, böylece şehirden uzakta geçirdiğim ve haneme (+) artı olarak yazdığım bir günün daha sonuna gelmiş oldum.

Okunma 76533 defa
Yorum eklemek için giriş yapın