Dağcı olmaya nasıl karar verdin Nasuh. Senin hakkında okuduğum bir yazıda “Tesadüfen Dağcı” diye bir söylem vardı. Biraz bize anlatır mısın?
Üniversiteye girdiğinde herkes liseden yeni çıkmıştır. Bambaşka bir ortama girersin,
Üniversitelerde çok daha farklı yapılar çok daha organize yapılar vardır. Orada gençlerde düzenli olarak klüp faaliyetleri gösterirler. Aklına ne gelirse her alanda, tiyatrodan Atatürkçülük kulübüne kadar. Bende dağcılık kulübünün ilanlarını gördüm, o güne dek hiç aklımda yoktu.

Peki bu üniversiteye girdiğinde bir yere dahil olma iç güdüsü müydü yoksa bilinçli bir yaklaşım mıydı seninki?
Şöyle, tabii 50-60 tane klüp var üniversitede.Bizim üniversitede yeni bir üniversiteydi, ben ikinci yılında girmiştim üniversitenin kuruluşunun... Klüplerde hiç bir şey oturmamıştı, Neyi kurmak istiyorlar ne yapmak istiyorlar belli değildi. Bir tane ilan gördüm, güzel bir ilandı. Bir tane fotoğraf koymuşlardı, benimde çocukluğumdan beri doğaya bir hayranlığım ,ciddi düşkünlüğüm vardı. Dağcılığı görünce dedim ki kendi kendime bu bana uyar. Çaldım kapılarını bende öğrenmek istiyorum dedim. İlk toplantılarına katıldım. Bir dia gösterisiyle söyleşi yapıldı, dağlarla alakalı çok hoş şeyler anlatıldı toplantıda. Beni de doğa olduğu için çok çekti. Birde o zamanlar 20 yaşındayım, son derece atılgan bir karakterim vardı. Dağcılığın hani bir tür mücadeleye dönük tarafı beni çok cezbetti. Yani fiziksel ve ruhsal bir mücadele olması. Dediğim gibi yaşım o zamanlar daha çok ufaktı... Sonra biz ilk hüseyingaziye gittik yürüyüş için. İşte sırt çantası nasıl taşınır, ağırlık merkezi neresidir, 3 nokta denge kuralı gibi şeyler öğrendik. Ve ben bayağı başarılıydım, ilk kayaya elimi değdirdiğimde orada çok efsane bir yer vardı orayı ilk seferde geçtim. Bu konuda yetenekli olduğumu anladım ve adım attım.
Pes ettiğin olduğumu ilk başladığın yıllarda?
Aladağlar’a gittik, tabii bunu pes etmek gibi değerlendirmemek lazım ama, dağcılığın ne kadar ağır ve ciddi bir spor olduğunu anladım orada. Islaksın, soğuk üşüyorsun, kar kış, bu başka bir şey dedim bunu yapabilmek için eğitmen gerek kendini.

Peki sen bu standart temel eğitimleri aldın mı okul kulübü dışında da?
Federasyon kamplarına katıldım. Daha sonrası üniversite klüpleriyle çalıştım böylelikle eğitimimi yavaş yavaş arttırdım. Tabii bu arada Mağara Araştırma Derneğinde çok ciddi mağaracılık yaptım. Yamaç Paraşütü, dalış, 94 te ilk motorumu aldım ve motorla seyahatler başladı.
Aslında biraz işe dönüştü senin hayatında hobilerin, dışarıdan bakanlar Nasuh Mahruki’nin ne iş yaptığını bilmiyorlar, sadece tırmanış var.
Bunu bende anlatmakta hep zorlanıyorum. Ben genelde yazar ve fotoğrafçı derim, en çok kendime yakıştırdığım kimliklerimden başta yazarlıktır. Dağcılık hobi olarak hayatıma girdi ama tabii profesyonel seviyeye çıktığımda çok hoşuma gitti, çok yetenekli olduğumu gördüm yaptığım şeylerin Türkiye’de hep öncül işler olduğunu görünce artık profesyonel aşamada ilgilenmeye başladım.
Birisi sana bir misyon mu yükledi, git sadece Türkiye’deki ilkleri sen yap diye. Neden böyle bir tercih, neden hedeflerin hep ilkler?
Hiç ben böyle bir tercih yapmadım ama tamamen koşullar beni oraya getirdi.
Ama profiline baktığımız zaman senin hiç ufak bir faaliyetini göremiyoruz.
Ben dağcılığı 17 yıl önce başladım. Benim başladığım dönemde Türkiye’de benden bir kuşak öncenin, eski, sağlam sıkı bir dağcı kuşağı vardı. Ve hakikaten bu çocuklar işin felsefesine, edebiyatına, şiirine falanda çok düşkün dolayısıyla işin duygusal tarafını daha iyi anlamış gayet içselleştirmiş sportif anlamda da Türkiye içinde bir sürü işler yapmış adamlardı. Ama bunların yurtdışında hiçbir sekiz binlik denemesi yoktu , belki içlerinde gizli gizli tutuyorlardı ama böyle denemeleri hiç olmamıştı. Bir sürü imkansızlık, maddi, manevi, sosyal belki cesaret... bir sürü imkansızlıklardan yapamamışlar. Bu cesareti ilk gösteren ben oldum Türkiye’de. Bütün Türkiye’deki fark yarattığım konu 7000-8000’lik dağlara ilk gitme cesaretini gösteren ilk adam olmamdan kaynaklanıyor. Daha önce bir iki yurt dışı tırmanışı olmuş, en son Lenin tırmanışı olmuş ama ondan sonra hiç bir yurtdışı tırmanışı olmamış. Uzun yıllardan sonra arası açılmış ve sonrasındaki ilk 7000’lik tırmanışı ben yaptım. 7-8 kişi vardı benle gelmek isteyen. Fakat en sonunda hiç biri benimle gelemedi, onun o işi, bunun bu işi çıktı derken ben yalnız bindim uçağa. Dolayısıyla o dönemlerde 92-94 Kar Leoparı ünvanı geldi , sonrası Everest ile birlikte artık Türkiye’de dağcılık konuşulur olmaya başladı. Üniversite klüpleri dışarıya açılmaya başladılar ve dediğim gibi Dağcılık artık gündeme geldi.

95’ten sonra gençlerden futbola ilgi duyanları bir kısmı dağcılığa, doğa sporlarına yönelmeye başladı. Ve yavaş yavaş dağcılık sporu zenginleşmeye başladı. Benim yaptığım dönemdeki sporcu sayısıyla şimdiki sporcu sayısının arasında dağlar kadar fark var.
Senden sonraki gelecek olan hatta 10 yıl sonra bu spora başlayacak olan gençler için önemli olan Nasuh Mahruki nasıl bir teknik kullanıyor, nasıl hazırlanıyor, kararlarını nasıl veriyor bu aşamalar sende nasıl gelişiyor?
Valla bir kere bedensel olarak dağcılık sporuna çok yatkın bir yapım var. Bunu aslında ben bilmiyordum ama denedim “vay canına hakikaten uyumluyum” dedim. Hatta herkesten daha uyumluyum nerdeyse. Çok hızlıydım, benden daha iyi 10 kişiyle tanışmadım hayatımda. Özel bir yeteneğim vardı dağcılıkta ve ben bunu çok erken keşfettim. 24 yaşımda ilk 7000lik tırmanışımdan sonra hayatımın merkezi oldu dağcılık. Sonrasındaki 3 yılımı dağlarda geçirdim.”Kar Leoparı” ünvanı benim açımdan çok büyük bir onur oldu tabii ki. Beni çok motive etti. Ondan sonra Everest, Everest’ten sonra K2... Bu süreçler benim için çok olumlu ve mutlu geçti.
Nasıl hazırlandın bu tırmanışlara, nasıl karar verdin? Mesela Everest’ten bahsedelim biraz...
Ben her zaman bir takım dama taşları koyarım kendime. Ben Everest’e gitmeye karar verdiğimde kendi kendime onun bir ön değerlendirmesini koydum önüme. Eğer Kar Leoparı ünvanını alırsam 94’de Everest’e gideceğim. Ama 94’de şöyle oldu: ben bir sezonda üç 7000’liğe birden çıktım. Korjenevskoy’eçıktım, Communism’e çıktım oradan hiç üşenmedim ta Pamirler’den Tienşan dağlarına gittim, yalnız başıma dünyanın yolu dünyanın da emeği. Tienşan Dağlarına gitmeyi becerdim ve orda beklemeye başladım. Bir grup bulacağım ve o grupla tırmanış yapacağım diye. Orada en sonunda bir grup buldum benim dahil olabileceğim ve organize olabileceğim. Fakat orada da şöyle bir sorun çıktı; Korjenevskoy, Communism’e daha bir ay önce tırmandığım için süper aklimatizeyim. İnanılmaz süratliyim. Hayatımda en süratli olduğum dönemlerden biriydi.Tırmanışa başladık ama ben süratli olduğum için grup hep geride kalıyordu. Ben beklemekten yoruluyorum, üşüyorum onlar bana yetişmeye çalışmaktan hırpalanıyorlar. Birde malzemeleri bölüşmüşüz bir türlü denk getiremiyoruz. Sonra ben tek devam etmeye karar verdim. Onlarda benden bunu istediler. Ve devam ettim.

Bu senin için bir ön hazırlık oldu Everest için.
Zaten o sözü ben vermiştim kendime. Eğer ben Popeda’ya bu sene... çünkü ben Popeda’yı bir kez daha denemiştim 2 yıl önce 1993’te. Birisi öldü bir sürü problemler oldu. Ertesi sene bir daha gittim. Birde o kadar süratli bir tırmanış yaptım ki canım çıktı, o kadar hızlı bir iniş yaptım gene de saatler sürdü. Kampta uyku tulumuna girdim hemen. Ben daha uyku tulumundan çıkmadan bütün diğer kamptakiler beni tebrik etmeye geldiler. Popeda onlar için o kadar üst düzeydeki çok fazla saygı duydular bana. Hatta kamptan ayrılırken para bile almadılar benden kamp masrafları için.
Yurtdışında dağların belli bir tabusal yapıları var. Müthiş bir saygının yanında dağların sınırlarına girilmiyor. Türkiye’de dağcılığın yayılmasıyla beraber herkes her yere gidiyor, bir sürü kazalar oldu, kazalar atlatıldı, bunlara nasıl bir gözle bakıyorsun, Türkiye’deki bu sirkülasyona?
Şimdi aslında Türkiye’de dağcılığın yayılmasının bir küçük kısa dönem için dezavantajı oldu. Başta söylemiştim, ben dağcılığı öğrendiğim kuşak işin hem sportif yönüne gayet ciddi yaklaşan doğada olmaktan zevk alan hem de bu işin felsefesiyle uğraşan çocuklardı. Benden sonraki kuşakta ben böyle bir şey gözlemlemedim. Ben o kuşağın son dönemine denk geldim. Bizden sonraki kuşak çok farklı bir vizyonla yetişti. Birde bizim kuşağımız tamamen alpinistti. Şimdi sportif kaya tırmanışı var. Alpinzim çok içe dönük bir spordur. Tamamen senle alakalıdır. Dağla aranda bir ilişki kuruluyor ve sen onu yaşıyorsun dolayısıyla işin felsefe kısmının çok güçlü olması lazımdır, o tehlikelere ip çıkabilmen için. Ama insanların ağırlıklı olarak yaptığı spor tırmanışı tamamen dışa dönük bir spor. Yani sen bütün kaslarını ortaya çıkaracak şekilde giyiyorsun tişörtünü taytını ve anında alkışını alıyorsun. Dolayısıyla felsefe arasında ikisinin arasında çok ciddi bir fark var alpinizm ve spor tırmanışın. Aslında çok yetenekli çocuklar var inanılmaz yetenekliler fakat bunlar alpinizm yapmıyorlar. Yani bu yeteneklerini gerçek anlamda dağda arazide kullanmıyorlar.
Orta dönemde bu Türkiye’ye çok büyük bir avantaj olarak geri dönecek, bu benim öngörüm. Çünkü şu anda spor tırmanışla kendilerini tatmin eden çok hoşnut olan ve bedensel olarak çok güçlü bir kuşak yetişiyor Türkiye’de. Bu kuşak Türkiye’deki bu spor tırmanışla ilgili konuları belli bir seviyeye getirdikten sonra yeni yeni arayışlar başlayacak. Ve yeni gelenler ya da bu kuşağın ileri seviyelerindekiler dünyanın değişik coğrafyalarındaki yüksek dağlara bu yeteneklerini birleştirip gitmeye başlayacaklar.
Klüpler eğitimlerinde ilk olarak sportif tırmanış üzerine vermeye başlıyorlar. Sen bunu bir dezavantaj olarak değerlendiriyor musun?
Aslında bu doğal ve yaşanması gereken bir süreç. Dağcılık vizyonunda alpinizm daha içe dönük büyüme felsefesiyle bugünkü spor tırmanışın daha dışa dönük daha böyle görsel bir eğlence anlamındaki yaklaşımın arasında büyük bir fark var. Türkiye bunu yaşayacak. Kısa dönemde Türkiye’nin alpinizm konusunda geriye düşeceğini düşünüyorum ki düştü bile. Ama orta vadede bu kuşak ve bu kuşağın ardından gelenler büyük işler çıkartacaklar.

Durgunluk döneminden sonra kopacak diyorsun.
Evet. Çünkü çok iyi çok yetenekli çocuklar var ve yetişiyor. Bir tek bunların araziye çıkması lazım.
Peki bu yetişen yetenekli çocukları için söyleyebileceğin neler var, onları heyecanlandırmak için.
Bence en önemli konu aramızda önemli bir fark var yani dışa dönük olması bir sporun gerçekten felsefesiyle çok alakalı ve üretkenliği de önemli ölçüde etkiliyor. Benim içinde bulunduğum kuşaktaki dağcıların neredeyse tamamı daha işin içselliğiyle alakalı bir kuşaktı. Öyle görmüştük çünkü biz bir önceki kuşaktan. Şimdi çevrenin ilgisi değişti artık liselerde yapılıyor bu spor tırmanış. Ben 20 yaşında başladım şimdi 14-15 yaşındakiler rahatlıkla yapıyor spor tırmanış. Bir avantaj aslında ama bunu biraz daha akıllı yönlendirmek gerek. Çok serbest bırakılırsa, nasıl bugün popüler kültür magazin kültürü gibi bir şey izliyoruz insanları çok kolay çekiyor kendisine buda insanları çok kolay kendisine çeken önemli bir derinliği olmayan bir seviyede kalabilir. Ama dağcılık aslında çok ciddi bir derinliği olan içsel boyutu çok güçlü olan bir spor. Ve bunun dengelenmesi ve desteklenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bunla ilgili sen ne yapıyorsun peki? Nasıl destekliyorsun?
Ben ancak yazı yazıyorum.
Peki şu anda bir tırmanış yapmayı düşünüyor musun ya da planladığın bir tırmanış var mı?
Bu sene belki bir Everest tırmanışım olabilir aslında. 10. yıldönümü Everest tırmanışımın.
Tırmanışlar öncesi özel bir diyet, bir antrenman programı gibi şeyler uyguladın mı?
Aslında zamanında iyi antrenman yaptım. Bu Kar Leoparı olduğum dönemlerde günde iki kere bisikletle bebek yokuşunu çıkar inerdim. Sonra 50 kiloluk bir sırt çantasıyla stepperda günde 1 saat çalışıyordum. Bir dönem ciddi antreman yaptım ama daha sonrasında hiç yapmadım. K2 ye bile antrenman yapmadan çıktım.
Alpinizme yönelecek sporcular için neler söyleyebilirsin.
Birinci kural dağcılık tehlikeli bir spor. Neresinden bakarsanız bakın tehlikeli bir spordur. Dolayısıyla bu tür sporlarla uğraşacak herkesin öncelikle kabul etmesi gereken gidiyor olduğu yerin yapıyor olduğu sporun kendisine zarar verebileceğini baştan anlaması ve kabul etmesi ve ona göre hazırlıklarını yapmasıdır.
Peki yurtdışındaki tırmanışlarında kendi ekibini seçemedin ve mecburi olarak ekiplere katıldın. Bunla ilgili yaşadığın şeyler var mı?
Olmaz mı... Mesela Cho Oyu benim solo tırmanma sebebim ekibin lideriyle anlaşamamış olmamdır. Liderimiz gerçekten başarılı ve saygın bir dağcıydı. Fakat aklimatizasyon programı diye bize uygulatmaya çalıştığı şey... Normalde 16 ekip vardı Cho Oyu’da bu 16 ekip içinden bir tek biz bu garip aklimatizasyon programını yapıyorduk. Ben bu konuda tartıştım adamla...
Peki lider liderdir. Sonuçta lidere uyman ve onu dinlemen gerekmiyor mu? Liderin sözü kutsaldır...
Bu ticari bir expedisyon. Ben oraya paramı vermişim ve yani kendi tırmanışımı da hakkıyla denemek istiyorum. Fakat Türk Milli Takımı olsa ve böyle bir şey olsa eyvallah o zaman ses edemezsin. Çünkü senin masrafını o sistem karşılamış. Ve sen orda ona karşı sorumlusun o zaman tamam itiraz edemezsin döndüğümde canını okurum. Ama orda hiç öyle bir sorumluluğum yok, kimseye karşı bir sorumluluğum yok zaten, diğerleri bana güvenip gelmediler ya.
Sonrasında ekip lideriyle oturduk konuştuk zaten bütün riski bana ait dedim ben ayrılıyorum gruptan. Ve tek başına devam ettim.
Dağ kazaları?
Kazalar dediğim gibi dağcılık tehlikeli bir spor. Dolayısıyla kazalar olabilir bizim almamız gereken bütün önlemleri alarak bu tür kazaların olma olasılığını minimuma düşürmek. Çığ mesela bir şey yapamazsın. Bu tür objektif tehlike diye bir şey gerçekleşirse ki beni dağlarda korkutan tek şey objektif tehlikelerdir çünkü senin orada iyiliğin, kötülüğün, süratin, hızın hiç önemli değildir yani geldi mi gidiyorsun. Tamamen yanlış zamanda yanlış yerde olma meselesi. Bundan korkarım çünkü bunu ben kontrol edemem. Ama öbür türlü bir sürece bağlı tehditlerde; iş çok zorlaşabilir hakikaten çok zahmetli olabilir, çok eziyetli olabilir ama yeterince güçlüysen dayanabilirsin.
Nasuh artık duruldu mu bir şeyler yapmaya niyeti yok mu? (Gülüyor.....)
Valla Nasuh’un çok ilgi alanı var ,böyle de bir problemi var. Yani o kadar çok şeyle uğraşınca birde ben dağcılıkta tatmin oldum K2 bu işin sonu artık. Kendimi tekrar etmektense başka alanlarda iyi şeyler yapmayı tercih ederim. K2 benim için çok önemliydi yıllarca onun için uğraştım ve tırmandıktan sonra artık tutkularım önemli ölçüde törpülendi, tatmin oldum çünkü. Şimdi artık daha çok yazarlık, yelken motosikletle bir şeyler yapmaya uğraşıyorum.
Peki motosiklet..?
İstanbul’dan Katmandu’ya gittim geldim. Çok seviyorum motosikleti....
Peki bunu da dağcılık gibi bir tutkuyla mı yapıyorsun, yoksa sadece gezme görme amaçlımı motosiklet senin için?
İkisi bir arada bir kere dağcılığı çok sevmemin sebeplerinden biri dağcılık çok asil bir spor. Yani bana göre dünyanın en önemli ve en kaliteli sporu dağcılık. Ben ve ruhumla birlikte yapabildiğin bunu yaparken kendinle baş başa kaldığın dolayısıyla kendinle içine dönebildiğin bir spor. Motosikletle böyle... Çünkü motosiklette tehlikeli bir spor ve sürekli dik durmak zorundasın. İki tekerin üzerindesin sürekli bir denge ve kuvvet kullanmak zorundasın ve sürekli gözlerinin kulaklarının dört açık olması lazım. Her taraftan bir şey çıkabilir.
Yelkenle bir dünya turu düşünüyor musun peki?
Tek hayalim şu anda bu zaten. Denk getirebilirsen sponsor bulabilirsem yapacağım.
Eklemek istediğin son bir şeyler var mı?
Dağcılık bana göre bir tecrübe sporudur. Yani ne kadar çok dağa gidersen o kadar iyi dağcı olursun. Ben bir kere kendi geçmişime baktığımda 24 yaşımda ilk 7000lik tırmanışımı yaptım sonraki 8 yıl boyunca dağlarda olduğum zamanları üst üste koyduğumda 3 yıllımı dağlarda geçirmişim. Dolayısıyla zaman ayırmak lazım. Zaman ayırırsalar belki benden daha fazla iyi şeyler yapabilirler belki de benden daha çok yeteneklilerdir.
Pandül adına bu keyifli söyleşi için Teşekkürler Nasuh... Kaan Kurt