Bu sayfayı yazdır

Altıparmak (3472m.) Güney Yüzü İlk Tırmanışı

Tolga Kanık, Ayhan Ağan

 

Sabahın erken saatlerinde Pazar'a ulaştığımızda yağmur yağıyordu. İşte dedik kendi kendimize Kaçkarlar eski haline dönmüş. Ayder'de yağmurlukları falan giydik ve tırmanışa başladık. Hava çok sisliydi. Avusor Yaylası'na ulaşan yolu bulmamız gerekiyordu. Ufak bir çocuk, bizi yolun sapaktan ileride bir yerine kestirmeden götürdü. Her taraf ne kadar da ıslaktı. Yemyeşil doğada olmak bizi çok mutlu etti. 3-4 saat sonra baştı, ortaydı, yukarıydı derken Büyük Göl'ün olduğu yere yani yaylaya geldik. Tüm elbiselerimiz ıslanmıştı. Çadırı kurarken soğuktan ellerim uyuştu. Bu işte bir gariplik vardı ya hadi bakalım. Uyku tulumum da kılıfından su geçirmiş gece pek rahat geçmedi. Sabah uyandığımızda sorunun ne olduğunu anladık. Hava açmıştı açmasına ama tüm dağlar bembeyazdı. Bizim gideceğimiz dağ da! 
arkada altiparmak rota: gecide dogru yuksel ve sola dön

Kızılgedik'e gidecektik. Tırmandık tırmandık, yükseldik yükseldik ve geçit noktasına en sonunda vardık. Geçitte epey bir kar vardı. Dayımla otururken tam o anda anırmaya benzer bir nara işittik. Tabii geçidin rüzgarı hariç dağın o sessizliğinde hafif korkuyla karışık irkildik. Acaba birisi canımıza mı kastediyordu? Az sonra bize doğru aşağıdaki patikadan yükselen çobanı görünce işin esrarı da çözüldü. Bizi yabancı zannetti, hello gibi bir şey söyledi, yanımızdan geçip gitti. Sonra benzeri naralar atmaya devam etti. Bizim türkçe konuştuğumuzu duyunca geri döndü ve şu ilginç diyalog başladı: 
- Nerden geldiniz? Ne yapacanız dağın başında?
- İstanbul, Ankara. Şu karşıdaki dağa çıkacaz.
- Çıkamazsınız.
- Niye abi?
- Yok çıkamazasınız.
- Sen çıkar mısın abi?
- Ben çıkarım... Ben çobanım.
- Peki abi.
- Buralarda koyun gördünüz mü? 
- Kaç tane abi? Görmedik
- 40 tane. Sürünün yarısını kaybettim de. Görürseniz aşağı sürüverin. 
- Olur abi?


Elinde bir balta vardı. Ortalıkta da orman yoktu. 40 tane koyunu kaybedip tekrar bulamama başarısı gösteren arkadaşımız tekrar aynı naraları ata ata aşağı indi. Daha çok bir ilk çağ adamına benziyordu. 

zirveden libler golu

Kampı attık. Derken yattık. Hemen arkasından kalktık, hazırlanıp yola çıktık. İki kez in çık ve çok sıkıcı uzun bir traversten sonra geçidin olduğu noktaya vardık. Buradan sola dönüp güney yüzünde yükselmeye başladık. Rahat kaya geçişleriyle büyük bir sete ulaştık (II+ -III). Set 50 metre yüksekliğinde bir duvarla devam ediyordu. Görünürde sağda solda birkaç baca vardı ama acaba hangisi devam ediyordu? İşte yeni rota açmanın en zor yanlarından birisi de bu. Tereddüt, hemen arkasından zorunlu olarak alınan riskli kararlarla sonuçlanıyor. En soldaki bacaya lider girmeye karar verdik. Karşımıza ne çıkacağı hakkında bir fikrimiz yoktu. Zirveye yakın bir yerde olmalıydık ama nerede? 

Dayımın bir set hexa ve tek friendden oluşan kıt lider setini (altı tane de sikkemiz vardı) üstüme alıp tırmanmaya başladım. Kaya görünürde çürük değildi. Biraz yükseldikten sonra kilit hamleye geldim. Rota dihedral gibi gittiğinden, sol ayağımı kayaya ittirip, sağladığım sürtünmeyle sağ ayağımı ufak bir basamağa yükselttim, sağ kolumun son uzanma noktasında kafadan bir tutamak yakaladım. Sonra yavaş yavaş toparlayıp bir basamağa vardım (-V). Sırtımda yine çanta vardı ve lanet olasıca yukarıya bakmamı engelliyordu. Artık nispeten rahat sayılırdım. Geri eğilip bir friend attım. (sanki başka friend var ya) Bu ilk ve son malzemem olmuştu yine. Lider setini geliştirmedikçe, emniyet noktası bunun gibi bol da olsa, bu konfigürasyonla sakatlara gelme ihtimalimiz yüksek gibi geliyor bana. Tırmanmak çok zevkliydi. Çünkü bu irtifada bile kaya Aladağlara göre çok daha sağlamdı. Kilit sonrası Ballıkaya Percussion kilit arkasına benzer bir şey devam etti. 45 metre sonra baca-dihedral sona erdi ve perlon atıp dayımı çağırdım. Beş on dakika sonra dayımın kafası gözüktü. Malzemeyi toparlayıp tırmanmaya devam ettik. Külahların üzerinden 10 dakika sonra zirveye ulaştık. 

Zirvede hava çok rüzgarlı ve soğuktu. Yüzümü Karadeniz'e doğru çevirdiğimde gözlerime inanamadım. Karadeniz gözükmekle birlikte, uzakta çift başıyla Elbruz ve tüm kafkas dağları çok net seçilebiliyordu. Yüzlerce kilometre ötede böyle bir manzara görmek benim için belki de hayatımdaki en büyük zirve ödülüydü. Kaçkar gibi bir yerde bu kadar açık hava yakalayıp da Elbruz'u görmek aklımın kenarından geçmezdi. Kağıda bir şeyler karalarken bizim çobanın benzer seslerini duyduk. Bizimki gene bağırıyor deyip kendi kendimize güldük. 

Geldiğimiz yerin tersinden (kuzeyden) inişe başladık. Bir kaç baba gördük. Bir süre sonra kamp yerine doğru yani güneye yönelmek üzere sola döndük. Geri geri çok çürük yerlerden inişler başladı. Güney yüzünün dibine bağlanan bir duvarla önümüz kesildi. Burada da ip açtık. Sonra kampımıza doğru aynı sıkıcı in çıkları ve traversleri tekrarladık. Çadırımıza ya da çadırımızın olması gereken yere yaklaştıkça bir gariplik seziyordum. Çadırımızın şekli dome değil miydi artık, yoksa bana mı öyle geliyordu. Korkarım bana öyle gelmiyordu. 

Ip inisi yaptigimiz yer.

Çadırın yanına vardığımızda gördüğümüz manzara karşısında dehşete düştük. O gerizekalı çoban salağı, köpekleriyle birlikte çadırımızın üstüne atlamıştı. Bir direk yamulmuş, diğeri kırılmıştı. Dış tentede boydan boya yırtıklar vardı. Yıllardır kullandığımız, onca anımızın geçtiği, sapasağlam çadırmız bir salak vandal tarafından katledilmişti. Tırmanışın yorgunluğu da eklenince bunu kaldırmak çok zordu. Acaba bir şey çalınmış mıydı? Dayımın makinası ve daha pek çok değerli eşyamız içeride savunmasızdı. Heyecanla açıp baktık, neyse herşey yerinde duruyordu. Çadır resmen dümdüz olmuştu. Üstünde de köpeklerin ayak izleri vardı. Aşağıya doğru ümitsizce bağırdık defalarca: "O... çocuğuuu. Varsa cesaretin gel burayaaa!!!" 

Dayım direkleri düzellti, kırık olan yere bir tahta çubuk ve flasterle atel yaptık. Yırtık olan yerleri de bantladık. Yamulmuş kazıkları düzgünleştirdik. Çadır tekrar ayağa kalktı, ama ciddi bir ameliyata ihtiyacı vardı şehirde. Unutmaya çalıştık. Hiç bir şey neşemizi bozamazdı, değil mi? O vandala bunu ödetmeyi düşündük ama bu, elinde baltasıyla kafadan kontak bir adama dağda kellelerimizi teslim etmek olurdu. Gece uyurken sapık katilin döneceği ve kafamızın üstünden bir orağın tenteyi aniden yırtıp, geçeceği geyikleri yaptık. Biraz paranoya yarattı bu olay ister istemez. 

Inis rotamiz. Altta gercek bir buzul ve catlak. En arkada karli gorunen yer Kizilgedik.

Sabah iniş sırasında yolda gördüğümüz bir çoban ve dayımın bizimki sanıp ben ona sorarım demesi biraz adrenalin yarattı. Neyse ki başka çobanmış. Yolda çimlere uzandık, kafa dinledik. Sonra da yukarı yaylaya döndük. 

Erhard Loretan şehirde insanlarla uğraşmak, dağla uğraşmaktan çok daha zor demiş. Gerçekten de doğru. İkimiz de uzun saçlıyız, ikimiz de garip kıyafetler giyiyoruz, ikimiz de oralı değiliz. Halkın böyle şeyleri kabullenmesi çok zor oluyor. Garip bakışlardan çok rahatsız oluyorum. Bu sefer de dayıma dönme dediler. Bana niye demediler? Neyse... 

Tolga Kanık 

2-4 Eylül 2001

 

Malzemeler:
Kask, emniyt kemeri, 1 set hexa, 1 friend, kilitli, 6 ekspres, 6 sikke, büyük perlonlar, küçük bırakma perlonları, atc, kilitliler, friction

Okunma 4196 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 22 Aralık 2012 20:47
Yorum eklemek için giriş yapın