Alpay Oğuş

Alpay Oğuş

Cumartesi, 12 Kasım 2011 18:49

ISRAF

Ondokuz yil evveldi. Stockholm' e gitmistim. Bir otele indim.Geceydi. Sabahleyin, tras olmak için lâvaboya gittigimde, aynanin yaninda ilginç bir not gördüm.

Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi çöpe atmayin. Yanda bir kutu var, oraya birakin. Bir tek jiletle dahi olsa, Isveç çelik sanayiine yardimci olun. Dogrusu hayretler içinde kaldim. Çocuklugumdan beri çelik esya denince akla Isveç çeligi gelir.
Birçok esya üzerinde "Isveç çeliginden yapilmistir" diye yazardi. Iste o ülke, kullanilmis bir tek ufacik jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çikiyor, gelen turistlere rica yollu uyarida bulunuyordu. Isviçre' de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar, basin bir haberi duyurur. Su tarihte,su saatte, adamlarimiz gelecek. Siz lütfen hazirliginizi yapin. Okumadiginiz, ilgilenmediginiz, kullanmadiginiz ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kagit,ambalâj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,kapinin önüne koyun.Isviçre'nin kalkinmasina yardimci olun.
Fazla agaç ziyanina engel olun. Bes yasinda idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayikliyordu. Bir tane yere düstü. Babaannem egildi, aramaya basladi. Saga bakiyor, sola bakiyor, bulmaya çalisiyor. Çocukluk iste, aman babaanne dedim. Bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya, yorulmaya deger mi? Rahmetli ilk defa sertlesti bana karsi , öfkeyle dogruldu. Sen oturdugun yerden ahkâm kesiyorsun, dedi. Hiç pirinç üretilirken gördün mü? Insanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alin teri, emegi, çilesi var biliyor musun? Utancimdan kipkirmizi olmustum. Aradan yillar geçti. Hukuk Fakültesinde ögrenciyim. Alain'in proposlarini okuyorum.
Birden irkildim. Babaannemi hatirladim. Alain, bir insan yerde bir igne görüp de egilip almazsa, bütün uygarliga karsi ihanet etmis olur diyordu. Ilâve ediyordu. Bir ignenin üretiminde binlerce insanin alin teri, göz nuru, el emegi vardir diyordu. Japonlar son derece sade, basit, yalin mütevâzi yasayan insanlardir. Evlerini mobilya ile esya ile dolduranlar japonlara göre ruhen tekâmül edememis , hayatin mânâsini anlayamamis , zavalli kimselerdir.Böyleleriyle, zavalli, evini mezat salonuna çevirmis diye eglenirler. Bir insanin gösteris için esyanin esiri olmasi ne kadar acidir. Vaktiyle Japon ekonomisi bir darbogazdan geçiyor. Iç borçlar, dis borçlar girtlagi asiyor. Zamanin basbakani meclisi toplar.
Kürsüye çikar. Durumu olanca açikligi ve tehlikeleri ile anlatir ve su andan itibaren der, Allah sahidim olsun ki, Japonlarin iç ve dis borçlari son kurusuna kadar ödenmeden, pirinçten baska bir sey yemeyecegim. Su üstümdeki elbiseden baska elbise giymeyecegim.
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçinma kampanyasi açilir. Japonya bütün borçlarini öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadigini söylemeye gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayini gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevâzi , ne kadar gösteristen uzak... Gerekmedigi halde elektrigi yakmakla, suyu kapamadan bos yere akitmakta, gece çamurlu ayakkabilarimizi temizlemeden yatmakla, yemek yedigimiz kaplari yikamadan birakmakla biz de zalimler sinifina geçmiyor muyuz?
Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüstür. Her sey o kadar birbirine baglidir ki, ilkokul okuma kitabimizdaki bir sözü hiç unutmadim. Bir mih bir nal kaybettirir. Bir nal, bir ati , bir at bir orduya savasi kaybettirir diyordu. Maddî durumumuz ne olursa olsun,ister zengin olalim, ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayiz. Bunda parayi da, maddiyati da asan büyük bir edep ve incelik vardir.

Cumartesi, 12 Kasım 2011 18:48

YAZ

 

Boş konserve kavanozlarını cam boyasıyla boyayıp tepelerine fırfırlar dikebilirim nihayet. 
Albümleri yerleştirmek, kitapları toparlamak, eskiyenleri ayırmak gerek... 
Çekmeceler toparlanmalı, eskiler ihtiyacı olanlara verilmeli... 
Geçen yıl İzmir dönüşü yoldan aldığım güveçleri kullanabilirim. Mangal yakarız, salatalar yaparız, karpuz kavun keseriz... 
Öğlen yemeklerinde akşamdan kalma kadınbudu köfteye domates soslu kızartma ilave ederim. Taze naneli salata yaparım. 
Televizyon yok, birikmiş bütün kitaplarımı okurum... 
Kafamı dinlerim... 
Kışa biber ve bamya kuruturum. 
Tarhana yapar, turşu kurarım. Erişte keserim... 
Bulaşıklarımı ellerimle yıkarım. Pazara giderim. Sabah bahçeden topladığım domatesle kahvaltılar hazırlarım. Kimse uyanmadan çayımı koyarım, yürüyerek gider sıcak ekmekle gazetelerimi alırım. 
Kekikli zeytinle, yumuşacık beyaz peynirle, taze tereyağıyla kahvaltı ederiz. 
Sabahları radyodan klasik müzik dinleriz, akşamları Türk sanat müziği.. Evin içi güneş kremi ve çiçek kokar... 
El danteli perdelerimi kaldırır, akşam üzeri fesleğenlerimi ve çiçeklerimi sularım... 
Mutlaka bir zeytinyağlı pişiririm. Fasulye olur, imam beğendi (yoksa hünkar bayıldı mıydı, neydi, neyse) olur... 
Otlarla yoğurtlu salatalar yaparız... 
Evin hiçbir yerine saat koymam. 
Akşam güneş battıktan sonra verandada çekirdek çitleriz. Saklambaç oynayan çocukları sesleri çok çıktığında uyarırız ve iç çekerek şükrederiz bu küçük mutluluk için... 



Hayret... 
Hiç böyle yazlar hayal etmezdim... 
Artık toprakla, mutfakla, en yakınlarla dolu, dinlenmek için yaz gelsin ister oldum... 
Ne düşünüyorsun diyorlar bana. "Ne düşünüyorsun?" Boş boş bakıyor görünüyorum ama yaz hayali kuruyorum. 
Oysa önümdeki kağıtlar üst üste, yaz boyu yürütmem gereken programları sıralıyor. 
Büroların floresan ışıkları, bilgisayar tuşları, durmaksızın çalan telefonlar, verilmesi gereken yanıtlar, bitirilmesi gereken hesaplar, idare edilmesi gereken insanlar arasında bazen hayatımdan ümidi keser gibi oluyorum. 

"Sesin niye böyle diyorlar..." 
"Sesin niye böyle, bir şey mi var?" 
Hiçbir şey yok, hiçbir şey.. 
Sadece şile bezi elbisemi giymek, başıma yazma takmak ve bahçe sulamak istiyorum hepsi bu... 


***

Yazıya burada bir ara verdim, sade bir kahve aldım elime... Camdan dışarı baktım. Bu yazıyı hiç güneş görmeyen bir plazanın çalışanları okuduğunda katılacaklar belki ama tüm ömrü evde geçen biriyse eğer okuyan "nankör" diyecek.. 

"Orada yaşadığın küçük mutluluğa şükret!" Değil mi?.. 

Yazarı belli değil
Fotoğraflar Yıldırım Çelik