Nagahan ol şara vardım
Ol şarı yapılır gördüm
Ben dahil bile yapıldım
Taş ü toprak arasında
On dördüncü yüzyılın şiir ve hikmet yüklü simalarından Hacı bayram veli,Çok farklı şekillerde yorumlanabilecek bu mısralarında o çağın anadolusundakı imar faaliyetlerini de anlatır gibidir.Gerçekten onbirinci yüzyıldan itibaren yurt edinilmeye başlanması ile Anadoluda yeni bir şehirleşmenin ve yeni bir hayatın şekillendiği görülür. Müslüman türkler,bizans ve öncesinden kalan şehir mirasını tahrip etmeden anadoluya yerleşir ve kendi şehirlerini kurarlar.
Boş konserve kavanozlarını cam boyasıyla boyayıp tepelerine fırfırlar dikebilirim nihayet.
Albümleri yerleştirmek, kitapları toparlamak, eskiyenleri ayırmak gerek...
Çekmeceler toparlanmalı, eskiler ihtiyacı olanlara verilmeli...
Geçen yıl İzmir dönüşü yoldan aldığım güveçleri kullanabilirim. Mangal yakarız, salatalar yaparız, karpuz kavun keseriz...
Öğlen yemeklerinde akşamdan kalma kadınbudu köfteye domates soslu kızartma ilave ederim. Taze naneli salata yaparım.
Televizyon yok, birikmiş bütün kitaplarımı okurum...
Kafamı dinlerim...
Kışa biber ve bamya kuruturum.
Tarhana yapar, turşu kurarım. Erişte keserim...
Bulaşıklarımı ellerimle yıkarım. Pazara giderim. Sabah bahçeden topladığım domatesle kahvaltılar hazırlarım. Kimse uyanmadan çayımı koyarım, yürüyerek gider sıcak ekmekle gazetelerimi alırım.
Kekikli zeytinle, yumuşacık beyaz peynirle, taze tereyağıyla kahvaltı ederiz.
Sabahları radyodan klasik müzik dinleriz, akşamları Türk sanat müziği.. Evin içi güneş kremi ve çiçek kokar...
El danteli perdelerimi kaldırır, akşam üzeri fesleğenlerimi ve çiçeklerimi sularım...
Mutlaka bir zeytinyağlı pişiririm. Fasulye olur, imam beğendi (yoksa hünkar bayıldı mıydı, neydi, neyse) olur...
Otlarla yoğurtlu salatalar yaparız...
Evin hiçbir yerine saat koymam.
Akşam güneş battıktan sonra verandada çekirdek çitleriz. Saklambaç oynayan çocukları sesleri çok çıktığında uyarırız ve iç çekerek şükrederiz bu küçük mutluluk için...
***
Yazıya burada bir ara verdim, sade bir kahve aldım elime... Camdan dışarı baktım. Bu yazıyı hiç güneş görmeyen bir plazanın çalışanları okuduğunda katılacaklar belki ama tüm ömrü evde geçen biriyse eğer okuyan "nankör" diyecek..
"Orada yaşadığın küçük mutluluğa şükret!" Değil mi?..
Yazarı belli değil
Fotoğraflar Yıldırım Çelik
Mitolojide tanrilarin içkisi olarak kabul edilen Şarap, Tevrat, İncil ve Zebur'da kutsal içki olarak anılır. Şarabın ilk ortaya çıkışı ve bıraktığı etkilerin sebebi ile ilgili çeşitli efsaneler anlatıla gelmiştir.
Anadolu'da anlatılan en yaygın efsane; Nuh peygamber bir gün Ağrı Dağı'nın eteklerinde dolaşırken son derece neşeli bir keçi görür.
Keyifle hoplayıp zıplayan keçinin neşesinin kaynağını merak eden Nuh peygamber keçiyi takip eder ve keçinin iri taneli bir meyveyi yediğini görür. Bu meyveyi çok beğenen peygamber üzüm suyunun tiryakisi olur.
Nuh'un keyfini fark eden Şeytan, onu kiskanarak yakıcı nefesiyle asmaları kurutur. Ancak, Nuh bu duruma çok üzülüp kederlenince Şeytan merhamete gelerek, asmayi kurtarmak için 7 hayvanın kanıyla sulanması gerektiğini söyler. Nuh, onun dediği gibi aslan, kaplan, ayı, köpek, horoz, tilki ve saksağandan oluşan 7 hayvanın kanı ile asmayı sular ve asma yeniden canlanır.
İşte bu yüzden o günden beri üzümün suyundan ya da bu meyveden üretilen içkiyi içenler; ya aslan gibi cesur, ya kaplan gibi yırtıcı, ya ayı gibi kuvvetli, ya köpek kadar kavgacı, ya horoz gibi gürültücü, ya tilki gibi kurnaz, ya da saksağan gibi geveze olurlar.
Bundan yüzyillar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda oldugu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmis. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiginde halk eğilir ve gözlerini kapatır,ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.
Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı herşeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler... O an fakir delikanlı prensese inanilmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de onu tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanli ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duydugu aşkını anlatmış.
Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.
Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Martıların bile aracı olduğu İki gencin arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış ve ağlayarak kızına sarılan kral, hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş.
Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...
Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu ariyorlarmış...
Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...
İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar....