Havuz

Havuz (19)

Cumartesi, 12 Kasım 2011 21:22

MADAG Mağara Dalışı Eğitim Sistemi

Yazan

M.Haldun Ülkenli, K.Gökhan Türe, Serdar Hamarat, Atila Kara, Koray Küçük, Yalın Baştanlar, Güzden Varinlioğlu, Sinan Güven, Onur Tanrıverdi MADAG (Mağara Dalışı ve Araştırmaları Grubu; Sualtı Araştırmaları Derneği, ODTÜ-SAT)

Özet: Mağara dalışı, içerdiği risklerin fazlalığı nedeniyle çok yetkin ve disiplinli eğitim gerektiren bir dalış türüdür. Dünyada kabul gören eğitim sistemlerinden de yararlanılarak, araştırma projelerine katılacak dalıcılar için geliştirilen “MADAG Mağara Dalışı Eğitim Sistemi” 17 yıllık bir birikimin sonucudur. Ticari dalış eğitimlerinden farklı olarak, özellikle araştırma dalıcılarına ve küçük gruplara yöneliktir.

GİRİŞ
Mağara dalışı; kapalı ortam dalışları olarak bilinen, buzaltı ve batık dalışları ile birlikte anılmakta, risk oranı en yüksek düzeyde kabul edilmektedir. Açık su dalışlarına göre donanım ve teknik açıdan farklı standartlara sahip olduğu için, tecrübeli açıksu dalıcılarının mağara dalışı yapabilmek için mutlaka özel bir eğitimden geçmesi önerilir.
Mağara dalıcılığı için en önemli öğe, dalıcının ussal olarak kendini kontrol edebilmesi, dalış sırasında net düşünebilmesi, zor koşullarda stresi kontrol edip, paniğe kapılmadan sorunların üstesinden gelebilmesidir. Mağara dalıcıları; eğitim ve beden düzeyinde yeterli olmakla beraber, psikolojik olarak da mağara dalışları yapmaya hazır olmalıdır. Bu nedenle mağara dalıcılığı herkes için uygun değildir.

MADAG içerisinde, mağaralarda araştırma yapabilecek dalıcıların yetiştirilebilmesi için uygulanan sistemde; açık su dalışlarında ileri düzeye gelmiş dalıcılara, gece ve bulanık su dalış eğitimi, ilk yardım kursu, kovuk dalış eğitimi ve farklı seviyelerdeki mağara dalış eğitimleri verilir. SAT-251 kodlu Mağarabilime Giriş’le başlayan eğitimlerin (bu gün için) son basamağı SAT-482 kodlu Üçlü Karışım (Trimix) Dalışı’dır. Mağarabilime Giriş herhangi bir önkoşul gerektirmezken, derslerin numarası büyüdükçe önkoşul olarak tamamlanması gerekenler de artar. Bu da daha fazla sayıda dalış, sunum hazırlama, araştırma projelerine ve seminerlere katılım; ileri dalış becerisi edinme gibi çalışmaları beraberinde getirir. Yinelenen kavramsal ve uygulamalı derslerle birlikte; spor salonu ya da bina duvarlarında yapılan tek ip tekniği alıştırmaları; havuzda yapılan paletli yüzme, kapalı maskeyle mağara dalışı canlandırmaları, çoklu tüp ve mağara dalışı donanımıyla denge çalışmaları; antrenman bilgilendirmeleri, ilkyardım eğitimleri, mağara haritalandırma uygulamaları birbirini izler ve dalıcıların güdülenmesini, becerilerinin artmasını ve sahip olunan bilgi ve becerilerin korunmasını sağlar.

YÖNTEM


MADAG Mağara Dalışı Eğitim Sistemi, ülkemizde uygulanan tek mağara dalışı eğitim sistemidir. Mağarabilim, jeoloji, haritacılık bilgilerinin yanında gerekli dalış becerilerinin de kazanılmasını hedefler. NSS-CDS (National Speleological Society Cave Diving Section, ABD Ulusal Mağarabilim Topluluğu Mağara Dalışı Bölümü), NACD (National Association of Cave Divers, ABD Ulusal Mağara Dalıcıları Birliği) ve GUE (Global Underwater Explorers, Küresel Sualtı Kaşifleri), IANTD (International Association of Nitrox and Trimix Divers, Uluslararası Nitrox ve Trimix Dalıcıları Birliği) gibi kurumların yayınlarının ve standartlarının incelenmesiyle derlenmiş basamaklı yapıda bir programdır.

Programın içerdiği (MADAG tarafından düzenlenen) dersler, seminerler ve diğer uygulamalar; ODTÜ Sualtı Topluluğu kodlu ders sistemine göre şunlardır:


1. SAT 251 Mağarabilime Giriş

Amaç:
Mağaracılığa yeni başlayanlara temel mağaracılık ve mağarabilim bilgisinin verilmesi, uygulamalı etkinlik yapılarak mağaracılık yeteneklerinin kazandırılması.
Önkoşul:
Herkese açıktır. Uygulama çalışmalarından önce derslere katılım gereklidir. Uygulama için mağara koşullarına uygun giyisi, ışık kaynağı ve kask gereklidir.
Süre:
Üç kuramsal ders ve bir yatay mağara çalışmasını kapsar (2-4 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
Mağaracılık nedir?
Dünya’da ve Türkiye'de Mağaracılık
Mağarabilim
Türkiye'de ve Dünya'da Mağaralar
Mağara dalışı, Kuru Mağaracılık'la ilişkisi, Türkiye ve Dünya'daki durumu
Mağara nedir?
Oluşum Biçimleri
Diğer özellikler
Mağara Terminolojisi
Biyo-speleoloji
Bireysel Mağara Malzemesi ve Kullanımı (lamba, tulum v.b.)
Giyim, Çanta
Beslenme
Mağaracılık Teknikleri (hareket, geçişler v.b.)
İleri mağaracılık malzemesi (merdiven, ip, karabin)
Kullanım Teknikleri  (Tek İp Tekniğine giriş)
Düğümler
Envanterleme
Haritalama ve harita okuma
İkonografi
Etkinlik Planlaması
Yöre Halkı ve Arazi sahibi ile ilişkiler
Raporlama
Acil Durumlar
İlk Yardım ve Kurtarma Teknikleri (Giriş)
Mağara Bilinci
Tehlikeler
İstatistikler (kazalar)
Kaynaklar:
Kuru Mağaracılık Eğitimi, Onur Özbek, MADAG
Caving Basics, Jerry Hassemer and Tom Rea (ed.), NSS.
Sınırlamalar:
Kursu tamamlayanlar yatay mağara etkinliklerine ve TİT (Tek İp Tekniği) antrenmanlarına katılabilirler.

2. SAT 252 Dikey Mağaracılık Teknikleri

Amaç:
Temel mağaracılık eğitimi almış üyelerin dikey mağaralara girebilmeleri için gerekli becerilerin kazandırılması.
Önkoşul:
SAT 251 Mağarabilime Giriş eğitimini tamamlamış olmak.
Süre:
İki kuramsal ders; yapay duvar, duvar ya da kayada yapılan iki uygulamalı çalışma ve bir dikey mağara etkinliğinden oluşur (2-4 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
Donanım
İpler
Düğümler
İstasyonlar
Bolt kullanımı
Ara emniyet noktaları
İpli inişler
Tek İp Tekniği (TİT)
Kaynaklar:
On Rope, Bruce Smith and Allen Padgett, Vertical Section of NSS.
Sınırlamalar:
Kursu tamamlayanlar, dikey mağara etkinliklerine katılabilirler.

3. SAT 351 Gece ve Bulanık Su Dalışı

Amaç:
Temel ve ileri dalış eğitimlerini almış dalıcılara ileride alacakları kovuk dalışı eğitimine hazır olmaları için gerekli becerilerin kazandırılması.
Önkoşul:
SAT 202 & 203 İleri Dalış Eğitimi’ni tamamlamış olmak
En az 30 kayıtlı açık su dalışı.
Süre:
İki kuramsal ders; üç bulanık su dalışı ve üç gece dalışından oluşur (2-4 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
(Kuramsal)
Sualtında İletişim
Işık işaretleri
El işaretleri
Sulatı yazı tahtası
Dokunarak iletişim
Yüzeyde iletişim
Dalış Eşi Sistemi
Dalış eşi kaybetme nedenleri
Dalış eşi kaybetme prosedürleri
Teknikler
Dalış Planlaması
Bulanık Suda Dalış
Nedenler
Önlemler
Teknikler
Gece Dalışı
Işık kaynakları
Önlemler
Teknikler
Dalış Psikolojisi
Stres
Nedenler
Tanıma
Başa çıkma
(Uygulama)
Bulanık su
Karada pusula kullanımı (düz gitme gelme; üçgen, kare çizerek ilerleme)
Gündüz suda pusula çalışması (düz gitme gelme; üçgen, kare çizerek ilerleme)
Gündüz pusula kullanarak bulanık su dalışı
Gündüz kıyı izleyerek bulanık su dalışı
Seçmeli: Elemge takip
Seçmeli: Kör maske ile şamandıradan iniş 
Seçmeli: Pusulalı hazine avı
Gece dalışı
Gece suda pusula çalışması (düz gitme gelme; üçgen, kare çizerek ilerleme)
Kıyıdan (ya da şamandıradan) gece dalışı (dönüşte liderlik verilir)
Tekneden gece dalışı (dönüşte liderlik verilir).
Kaynaklar:
SAT 351 Gece ve Bulanık Su Dalış Eğitimi; Ders Notları, Yalın Baştanlar, Güzden Varinlioğlu, MADAG.

4. SAT 352 Kovuk Dalışı

Amaç:
Temel mağara dalışı becerilerinin kazandırılması.
Önkoşul:
SAT 351 Gece ve Bulanık Su Dalışı eğitimini tamamlamış olmak
SAT 302-303 Kurtarma Dalıcısı eğitimini tamamlamış olmak
En az 60 adet kayıtlı açık su dalışı.
Süre:
Bir kuramsal ders ve dört kovuk dalışından oluşur (1-2 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
Kovuklar ve mağaralar
Kapalı ortam dalışları
Fizyolojik açıdan kapalı ortam dalışları
Psikolojik açıdan kapalı ortam dalışları
Özel donanımlar ve kullanımları
Yüzerlik ve itiş teknikleri
Döşenmiş hat izleme
Hat döşeme ve toplama
İletişim
Acil durumlar ve acil durum becerileri
Güvenli dalış planlama ve uygulama yöntemleri
Kaynaklar:
NSS Cavern Diving Manual, John L. Zumrick, Jr., J. Joseph Prosser, and H.V. Grey, NSS.
Sınırlamalar:
Kursu tamamlayanlar, havuzda yapılan mağara dalışı canlandırmalarına ve mağara dalışlarına katılabilirler.

5. SAT 461 Hava İle Derin Dalış

Amaç:
Teknik dalışlar için hazırlık; basınçatım beklemeleri yaparak ve çoklu tüp kullanarak dalış deneyimi ve becerisinin arttırılması.
Önkoşul:
SAT 302-303 Kurtarma Dalıcısı eğitimini tamamlamış olmak
En az 80 adet kayıtlı açık su dalışı.
Süre:
İki kuramsal ders ve üç derin dalıştan oluşur (2-3 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
(Kuaramsal)
Donatı
Dalışın Tasarımı
Derin Dalışın Fizyolojisi
Oksijen Kullanımı
Azot Narkozu (avallığı)
(Uygulama)
Donatı Seçimi ve Dizilimi
Acil durum senaryoları.
Kaynaklar:
Hava İle Derin Dalış; Ders Notları, K.Gökhan Türe, MADAG
Doing It Right, Jarold Jablonski, Global Underwater Explorers
Mağara Dalıcıları İçin Kendini Geliştirme ve Yetenek Tekrarı; Çalıştay Notları, Koray Küçük, MADAG.
Sınırlamalar:
Kursu tamamlayanlar açık suda 60 metre, (mağara dalışı eğitimi de alanlar mağarada 40 metre) derinliğe kadar olan dalışlara katılabilirler.

6. SAT 481 Oksijenle Zenginleştirilmiş Hava (Nitrox) Dalışı

Amaç:
Basınçatım sürelerini kısaltmak için gereken oksijen ile zenginleştirilmiş hava (EANx / NITROX) kullanımı ile karışım hazırlama bilgi ve becerilerinin kazandırılması.
Önkoşul:
SAT 461 Hava ile Derin Dalış eğitimini tamamlamış olmak.
Süre:
İki kuramsal ders, iki nitroks dalışı ve karışım hazırlama uygulamasını içerir (1-2 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
NITROX nedir?
Tarihçesi
Fizik ve Gazlar
Fizyoloji
Ussal ve Bedensel Uygunluk
Planlama
Hazırlama
Eşdeğer Hava Derinliği
Karışım Hazırlama Yöntemleri
Karışımın Güvenliği
Donatı ve Yardımcı Gereçler
Basınçatım Kuramı
Kazaların Önlenmesi ve Kaza Yönetimi.
Kaynaklar:
Oksijen İle Zenginleştirilmiş Hava, OZH (EANx/NITROX) Dalış; Öğrenci Kurs Notları, K.Gökhan Türe, MADAG.
Oxygen Hacker’s Companion, Vance Harlow, Airspeed Press
Nitrox Gas Blender Manual, Adrian Doubleday and Chester Morrison, TDI

7. SAT 482 Üçlü Krışım (Trimix) Dalışı

Amaç:
Derin dalışlarda üçlü karışım (HELIAIR/TRIMIX) kullanımı ile karışım hazırlama bilgi ve becerilerin kazandırılması.
Önkoşul:
SAT 481 Nitroks Dalışı eğitimini tamamlamış olmak
En az 100 adet kayıtlı açıksu dalışı.
Süre:
Beş seminer, dört adet üçlü karışım dalışı ve karışım hazırlama uygulamasını içerir (3-6 hafta).
İçerik (Ana başlıklar):
HELIOX ve TRIMIX nedir?
Tarihçesi
Fizik ve Gazlar
Donatı ve Yardımcı Gereçler 
Solunum ve Teknik Dalışın Fizyolojik Yönü
Oksijen Kullanımı ve Hatalar
Atıl Gaz Narkozu
Planlama ve Gaz Yönetimi
Basınçatım
Hazırlama
Karışım Hazırlama Yöntemleri
Karışımın Güvenliği
Ussal ve bedensel uygunluk
Kazaların Önlenmesi ve Kaza Yönetimi.
Kaynaklar:
Trimix Student Workbook, Tom Mount, IANTD.
Oxygen Hacker’s Companion, Vance Harlow, Airspeed Press
Advanced Gas Blender Manual, Adrian Doubleday and Chester Morrison, TDI
International Textboook of Mixed Gas Diving, K.J.L. Lettnin, Best Publishing Company
Mixed Gas Diving, Tom Mount and Brett Gilliam, Watersport Publishing.
Trimix Diver Manual, Joe Odom, Technical Diving International (TDI).

8. Antrenmanlar ve Beceri Tekrarları

Amaç:
Kazanılan becerilerin korunması; ussal ve bedensel olarak mağara dalışlarına hazır olmak.
Önkoşul:
Paletli yüzme ve kara antrenmanlarına katılım için önkoşul yoktur.
TİT ve mağara dalışı beceri tekrarları için gerekli kurslar tamamlanmış olmalıdır.
Süre:
Havuz antrenmanları haftada iki gün,
TİT çalışmaları ayda bir,
Kara antrenmanları haftada üç gün (önerilen) yapılır.

SONUÇ

1987’den beri edinilen deneyimler doğrultusunda oluşan MADAG Mağara Dalışı Eğitim.Sistemi, ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenerek, gelişimini sürdürmektedir. Oluşturulma amacı mağaralara güvenli araştırma dalışları yapabilecek mağara dalıcıları yetiştimektir.
 

TARTIŞMA

MADAG eğitim sistemin, varolan ticari dalış eğitimi uygulamalarından temel farkı; az sayıda katılımcı için uygulanabilir olması ve yalnızca mağara dalıcısı değil, MADAG çatısı altında çalışabilecek araştırmacı dalıcılar yetiştirmeyi hedeflemesidir. Sistem, bireylerin toplulukla bütünleşmesini ve yalnızca belirli bir uyumu yakalayanların kalıcı olabilmesini de sağlamaktadır. Başka gruplarda denenmemiştir, yalnızca üniversite düzeyinde eğitimli, okuma ve araştırma yetisine sahip araştırmacı olmaya istekli bireyler üzerinde uygulanmıştır.
Sınırlı kaynaklarla çalışan MADAG’ın 17 yıllık birikiminin sonucunda oluşmuş bu sisteminin yetiştirdiği araştırma dalıcıları; yıllardır ülkemizdeki yeraltı su sistemlerini araştıran, en derin mağara dalışlarını yapan ve bu konuda bilimsel çalışma yürüten tek ciddi topluluğu oluşturmaktadır. Sistem, işlerliğini ve uygulanabilirliğini, özellikle son yıllarda yapılan araştırma projeleri dalışlarında ortaya koymuştur.


TEŞEKKÜR

Kuruluşundan bu güne kadar MADAG’a her konuda destek olan MTA Jeoloji Etüdleri Dairesi ve UKAM (Hacettepe Üniversitesi Uluslararası Karst Su Kaynakları Araştırma ve Uygulama Merkezi)’ne teşekkürlerimizi sunarız.


KAYNAKLAR

Baştanlar, Y., Varinlioğlu, G., SAT 351 Gece ve Bulanık Su Dalış Eğitimi; Ders Notları,2001, MADAG.

Doubleday, A., Morrison, C., Nitrox Gas Blender Manual, 1997, Technical Diving International (TDI).

Doubleday, A., Morrison, C., Advanced Gas Blender Manual, 1998, Technical Diving International (TDI).

Harlow, V., Oxygen Hacker’s Companion, 2001, Airspeed Press.

Jablonski, J., Doing It Right, 2002, Global Underwater Explorers (GUE).

Küçük, K., Mağara Dalıcıları İçin Kendini Geliştirme ve Yetenek Tekrarı; Çalıştay Notları, 2004, MADAG.

Lettnin K.J.L., International Textboook of Mixed Gas Diving, 1999, Best Publishing Company.

Mount, T., Trimix Student Workbook, 1995, International Association of Nitrox and Technical Divers (IANTD).

Mount, T., Gilliam, B., Mixed Gas Diving, 1993, Watersport Publishing.

Odom, J., Trimix Diver Manual, 1998, Technical Diving International (TDI).

Özbek O., Kuru Mağaracılık Eğitimi, 1994, MADAG.

Prosser, J., Gray, H.V. (ed.),Cave Diving Manual, 1998, National Speleological Society Cave Diving Section (NSS-CDS).

Rea, T., Hassemer, J.(ed.), Caving Basics, 1992, NSS.

Smith, B., Padgett, A., On Rope, 1996, Vertical Section of NSS.

Türe, K. G., Hava İle Derin Dalış; Ders Notları, 1995, MADAG

Zumrick, J.L. Jr., Prosser, J., Grey, H.V., NSS Cavern Diving Manual, 1988, NSS.

Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Y.O.

Erkekler

1. Fikret Rakıcı
2. Murat Sevindik
3. Durukan Türe

Kızlar

1. Özlem Ömür
2. Filiz Karakulak
3. Duygu Yarsur


Hedefler 
1. Kazanılan yeteneklerin tekrarlanması ve acil durum modüllerinin çeşitlendirilerek örnek durum çalışmaları ile pekiştirilmesi. 
2. Su üstü, su altı nefes çalışmaları ile stres ile mücadele, baskı altında iş yapma ve acil durumlarda uygun ve zamanlı tepki verme gibi becerilerin geliştirilmesi. 
3. Çok tüplü ve devre tüplü dalışlar için yeni becerilerin kazanılması; arkaya bağlı veya yanlara bağlı malzeme kuşanımlarına uyum sağlama; mağara ortamı örnek durumları oluşturularak yeni malzeme kuşanım çeşitleri ile mağara becerilerinin tekrarlanması. 

Nefes Alıştırmaları 
Soluk alıp verme birebir hayatımızı sürdürmek ile ilintili olduğu kadar nasıl yaşadığımız ile de alakalıdır. Doğru nefes alıp vermek, içinde bulunduğu durumun insanı etkileyip yönlendirmesini engelleyecek; insanın kendi içinde bulunduğu durumunu ve hislerini düzenlemesine ve bu süreç içinde sakinliğini korumasına yardım edecektir. 

Kapalı ortam, derin dalış, teknik dalış gibi insanı yabancı bir ortama sokarak, yüksek fiziksel beceri ve dayanıklılık yanında zihinsel kontrol, konsantrasyon gerektiren; aynı zamanda da boğulma, karanlıkta kalma, kaybolma, sıkışma gibi ilkel korkuların mekanizmalarını tetikleyen uğraşlarda bulunan insanların kendi korku ve streslerini kontrol etmeleri; duygularını belirli bir seviyede tutmaları ve içinde bulundukları duruma bakmaksızın yapması gereken işleri zamanında ve doğru olarak tamamlaması gerekir. Bu yüksek zihinsel savaşta insanın en verimli silahı nefes kontrolüdür. Bu bakımdan doğru nefes alıp verme, zor durumlarda nefes kontrolü kazanılması gereken önemli alışkanlıklardır. 

Birinci Alıştırma Grubu
Doğru nefes alma göğüs kafesini ve kaslarını kullanarak değil diyafram yoluyla yapılan durumdur. Bu egzersizlerle diyafram kullanımın kazanılması amaçlanmıştır. 
Kişi sırt üstü yatar bir eli göğüs kafesinin üzerine diğer el de göğüs kafesinin hemen bittiği yere karın boşluğunun üzerine konur. Daha sonra derin bir nefes alınır. Soluk alınırken dikkat edilmesi gereken şey alt karın boşluğunun kalkması sırasında üst göğüste ve omuzlarda az bir yükselmenin gözlenmesidir. 

İkinci düzey ritmik solunumdan harmonik solunuma geçilmesidir. Yukarda bahsedilen diyafram solunumu ciğerlerin ve alveollerin tam kullanımını sağlar bu şekilde solumak dakikada 16-20 defa alınan nefesin daha uzun ve derin nefeslerle solumayı 6-10 tekrara düşürülmeye çalışılır. Egzersiz gün boyu (oturup kalkarken, yürürken, çalışırken, yüzerken, dalarken…) akla geldiğince tekrarlanmalı ve diyafram solunumu alışkanlık haline getirilmelidir

Diğer bir egzersiz ciğer kullanım kapasitesini arttırmaya yönelik alıştırmadır. Kişi ayakta, bacaklarını omuz genişliğinde açarak durur. Dizlerini biraz kırar, ellerini ileri uzatır ve omurgasını düz tutar. 6-8 saniye zorlamadan ağızdan nefes verilir. Burundan zorlamadan ciğerler 6-8 saniye soluk alarak doldurulur ve bu döngü en az 5 defa tekrarlanır. 

Bundan sonraki safha dokuların oksijene doyurulmasını amaçlar. Egzersiz soluk alma ve verme dönüşümleri sırasında ciğer hacmini kollarımızı kafamızın üzerine yavaşça kaldırıp indirilme sayesinde arttırmaya dayanır. Bu egzersiz yürürken beşer adımlık periyotlar halinde sırayla nefes alınıp verilmesi ile uygulanabilir. 

Bu egzersizleri yeterince ve en iyi şekilde uygulayan kişi bir sonraki safhaya geçebilir. Bu sefer her soluk alıp verme periyodunun sonuna 2-3 saniyelik duraklamalar eklenir. Bu durakalmalar önce dinlenme pozisyonuna, sonra sırasıyla yürüme, egzersiz, yüzme ve dalış uygulamalarına eklenir. En verimli nefes tekniğidir. 

Doğru nefes almanın önemini yukarıda vurgulamıştık, aslında nefes alıp verme ve nefesi yönlendirme meditasyonun başlangıcıdır. Konsantrasyon ve kendi bütünlüğünün tam kontrolü ( ki bu psikolojik ve fizyolojik koşullandırma mağara, teknik dalış ve derin dalışlarda içine girilmesi gereken bir durumdur) serbest veya objeye yönlendirilmiş meditasyonla sağlanabilir ve bu uygulama aslında nefes alıştırmalarının üst noktasıdır…

İkinci Alıştırma Gurubu 
Bu alıştırma gurubu ile amaçlanan kişiye malzemeli ve malzemesiz su altı ve su üstünde gerçekleştirilecek durum çalışmaları ile stres kontrolü, havasız kalma, stres altında iş yapma gibi konularda ileri düzeydeki becerileri sağlamaktır. 

Egzersiz 1: Standart tek tüp dalış konfigürasyonla 5 metre derinlikte malzeme sökülüp yüzeye çıkılır sonra tekrar serbest dalınıp malzeme kuşanılır. 
Egzersiz 2: Standart tek tüp dalış konfigürasyonla 5 metre derinlikte malzeme sökülür 10 metre dipten yüzülür, dalış eşiyle hava paylaşılır, geriye dönülüp malzeme kuşanılır. 
Egzersiz 3: Egzersiz 1 ve 2 mağara dalış konfigürasyonu ile tekrarlanır. 
Egzersiz 4: İki maskesi bantlanmış dalış eşi 10 metre döşenmiş hattın iki ucunda durur. Birinci dalıcı ağzından regülatörü çıkarıp hattı takip ederek dalış eşini bulur ve aralarında önceden anlaştıkları biçimde hava paylaşımı yaparlar. 
Egzersiz 5: Dalıcı malzemesiz bir şekilde direkt tüpten soluyarak 5 metreye iner 15 metrelik dipten yüzüşü gerçekleştirip başlangıç noktasına dönüp yüzeye çıkar. Tüpten solumada dikkat edilecek nokta vana tahliyenin iyi yapılması ve hava çıkışının yavaş debide sağlanmasıdır. 

Mağara Dalış Becerilerinin Tekrarı ve Geliştirilmesi
Temel olarak kazanılan becerilerin tekrarı ve yeni dalış konfigürasyonlarıyla bu becerilerin geliştirilmesi amaçlanmıştır. Dalıcılar teknik dalışın gerektirdiği çoklu tüp taşıma modülleri ile tekrarlayacakları yüzerlik, hat, palet vurma ve acil durum çalışmaları ile bu tip dalışlarda gereken becerileri edineceklerdir. 

Egzersiz 1: Mağara dalış konfigürasyonu kuşanılarak sırasıyla frog, flutter, modifiye flutter, tek ayakla modifiye flutter ve shuffle tekniklerini kullanarak uygun pozisyonda ilenir. 
Egzersiz 2: Mağara dalıcı eşleri 25 metre döşenmiş hatta sırasıyla normal, maskesiz, ve kapalı maske ile hava paylaşım modüllerini yaparlar. 
Egzersiz 3: Mağara dalıcısı sırasıyla ve kapalı maske ile yedek elemge yardımı ile kayıp hattı arar. 
Egzersiz 4: Mağara dalıcısı malzemesini söker ve orta sudaki hulahopun içinde geçer. Dalıcı ekstra bir ağırlık kemeri kullanabilir. 
Egzersiz 5: Mağara dalıcısı devre (stage) tüplerini koşunumun yanlarına gelecek şekilde kuşanır. Bu kuşanım ile helikopter dönüşü (orta suda sabit bir eksen etrafında yalnız palet vuruşları ile yapılan yatay dönüş) ve baş aşağı nefesle alçalıp yükselme çalışmaları ile devre tüplerine olan adaptasyonunu ve yüzerlik alışkanlıklarını sağlar. 
Egzersiz 5: Hat döşemeye başlayan devre tüplü mağara dalgıcı uygun noktalarda devre tüplerini bırakır; dönüşte bu tüpleri tekrar kuşanır. Dekompresyon durak tüplerinin kolay ulaşımı ve dalışa verimli bütünleşmesi sağlanır. 
Egzersiz 6: Egzersiz 1,2 ve 3 devre tüplü konfigürasyonla tekrarlanır. 
Egzersiz 7: İki tane devre tüpü taşıyan dalıcı dalış eşine devre tüplerini geçirir. 

Cumartesi, 12 Kasım 2011 20:15

Yükselti

Yazan

 

Beni yükselti konusunda esinlendiren Samivel'e 

Fakat yükselti hakkında ne biliyoruz?
O'nu fiziksel olarak hissetmeyeni bile sorgulayan ve heyecanlandıran sihirli sözcük.
Yükselti, sadece yükseklerde yaşayanların vatanı değildir, 

her kim ki gökyüzüne bakmak için gözlerini kaldırmayı unutmaz, yükselti işte onların ülkesidir.
Ve öylesine bir yükselti ki! yükselti ozgür ülke, geniş bakir bir düzlük ve hatta derinliktir.
Yükselti, soluk alıp-veren, yakıcılığı ve bilinmezlik buzunu üfleyendir.
Yükselti yalnızca yükseklik ve rastlantı değil, anlam, ölçü ve gerçek dengedir.
Yükselti, doruğa yönelmiş dağcımn, sonsüzluğu işleyen denizcinin ,saban üzerine eğilen çiftçinin , eserini yaratan sanatçının emeğidir.
Yüksellti bazen acı ve sevinç ,açlıklık ve giz.bazen de bitkinlik ve coşkudur.
.
Yükselti, aranan ve bulunan ya da soylu bir oyun ve risk tadıyla uzun süre boğuşularak kaybolunan, ve gerçekte hiçbir şey kaybolmadan.
Yükselti, ruhun üflendiği bir doruk, ki sonsuz bir düzlük soluk alan bir ova, sert bir ok Sert bir okyanus , yalnızlık .Kaynak
Yükselti, insanlığın büyük ve ölümsüz macerasında, yaşamla ölümün karmaşasında her şeyden once sen gelirsin.
Yükselti, sen ne ölçülür ne hesaplanırsın, sen ancak kanıtlanırsın
Yükselti, dışımızda deği! içimizdesin.
Ruhun en yüce bağısı özlemin ve istemin çetin meyvesi

Verilemezsin ve kabul edilemezsin ancak kazanılırsın.
Sen bir durum değil bir atılışsın.
Bir saptama değil, kaybolmuş uçsuz Bucaksız alanların ozleminden doğmuş bir tutkusun.
Sınırsız çıplak ama zenginliği sınırsız Sert ama gülümseyen. 
Enyüce.
Parıldayan ve sade. Basit ve utkulu. Duyarlı. Sayısız ve tek. Girilemeyen.
Sen herhangi bir zirve değilsin: Senzirvesin. 
Senyolsun.
Ve bir Ses. Bizi çağıran. Hepimiz seni aramak için doğduk. Seni tanımak için. 
Hergünün zorluğunda, seni korumak için. Öylesine sevimli bir yüz
Özlenen.Bilinmeyen. Her zaman keşfedilecek.
Silinmiş..
Göz kamaştıran. Esinlenilen... Sen teksin. Yükselti..


İnsanliğin tüm derin ihtiyaçlari gibi yükselti İhtiyaci da evrenseldİr.
Pierre DALLOZ
Fransızca'dan çeviren: Günay Can (La Montagne & Alpinisme'den)

Cumartesi, 12 Kasım 2011 20:11

Canavarlar

Yazan

 

Kimin hayatını yaşıyorsun sen? Kendininkini mi? Öyle mi? Hep mi? Dursan baksan şimdi ne kadar kendin kaldın bu hayatta? Kendinde ne kadar sen

varsın? Dursan baksan şimdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin

kendinden? "Olması gereken bu" diye, "Hayatın zaten pek fazla numarası yok"

diye? "Zaten daha ne olacaktı?" diye... "Burası iyi, güvenli" diye diye diye
diye...

Ne kadar yol gittin kendinden kendine hikayeler anlata anlata? Düşünsene, o
hikâyelerle ne kadar çok zaman oyalandın aslında başkasının olan hayatlarda?Oysa bir g

ün...
Kendine geri yürüyeceksin. Bu yüzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri

dönüş yolunu kaybetmeyesin.
Beyaz çakıllar bırak...Dikkat et. Bir g

ün geri dönüş yolu için kendine küçük, beyaz çakıl taşları
bırak mümkünse. Çünkü sonra dönüp geriye baktığında kendine geri giden yolu hi

ç bulamayabilirsin. Yerini yönünü şaşırıp, ormanda çöküp kalmış bir çocuk
gibi etrafında çoğalan seslerden korkabilirsin.Bir g

ün, söylüyorum sana, büyük bir sarsıntıyla kendini bir vitrin camında
göreceksin. İnsanlar gelip geçecek arkandan, hayat arkada akmaya devam edecek. Sen donakalacaks

ın.
Elinde çantan olacak belki, çantana şaşıracaksın. Üzerindeki paltoyu kim yap

ıştırdı sana, bu atkıyı kim sardı boynuna? Bu yüze bu çizgileri hangi
kayıp zamanlar çizdi? Sen orada mıydın o zaman?"B

ütün onlar oldu mu?" diye şaşıp öylece vitrin camında eskidenki bir halini
göreceksin. Kendini ne kadar özlemiş olduğunu düşünüp öylece, arkadan insanlar akarken, yollar geçerken arkandan, içinde çekirde

ğin burularak, bir
gün, söylüyorum sana, kendine geri dönmekten başka bir çaren kalmadığını g

öreceksin.
"Bedeli neyse ne!" diyeceksin, "Kim üzülürse üzülsün!" diyeceksin "Olacaksa

olsun bütün ayıplar". İnsan ancak yeniden canlanınca anlar ne kadar
cansızlaştığını. Yeniden kıpırdamaya başlayınca damarın anlarsın o ana kadar

kendini uyuttuğunu. Yaşamaktan başka ne varsa onları yapıyor olduğunu.

İşte tam o zaman önünde derin, dibi görünmeyen bir uçurum açılacak. Sen eğero yardan aşağı atlamazsan en derin karanlıklardan daha karasına gömülecek
gibi hissedeceksin kendini.

Artık bu hayat, bu başkasının olan, yakanı paçanı bıraksın, o uçurumun dibinde en beter cehennem olsa da atlayay

ım isteyeceksin. İşte böylece,
tuhaf bir yanılsamayla, kendinden binlerce hayat mili uzaklaşmış olsan da, tuhaftır hakikaten bu yanılsama, bir anda kendine geri d

öneceksin. Kalbin
yeniden sana ait olacak o zaman, ellerin sana geri gelecek ve bu çanta, bu

palto senin üzerindeki bir şaka gibi duracak.
Hiç korkma, oldu mu? Çünkü hayat, kendini hayattan geri alanın önünde eğilirsadece. Gerisi sadece

ödüldür. Ancak kendi kendine kavuşan insan geceleri köpeklerin saldırısına uğramadan uyur.
Yatakların altından canavarlar gider bir anda, evler ferahlar, sokaklar

kıvrıla kıvrıla gıdıklar yeryüzünü. Yatakların altından canavarlar temizlenir, bir kere daha s

öyleyeyim.
Korkuları yenebilmekSana ne diyeceğim biliyor musun? Anladım ben b

ütün o masallarda neden
canavarları öldüren bir garibana verdiklerini prensesleri. Çünkü ancak korkular

ı öldürenler hak ediyor o güzel kızları, kraliyet sofralarını, o sonsuz şölenleri. Ancak canavarları öldürenler ispatlıyor insanlara yeniden,
korkuların yenilebileceğini.

Onlar işte, insanlığın aradığında bulacağı geri dönüş yollarındaki, beyaz, parlak, k

üçük çakıl taşları gibi duruyorlar. Her gün aslında onlar ve her
gece, sana, bana, diğerlerine herkesin kendine ait olabileceğini, herkesin

sadece kendine ait olduğunu söylüyorlar. Ah! Ne güzel oluyor o zaman. Ne
güzel oluyor uyandığın ilk sabah...

Kazdağı'nın binlerce yıl öncesinden gelen adı İDA'dır. Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi ile zaman içinde İda adı Kazdağı'na dönüşmüştür. İda'nın sözcük anlamı üzerinde kesin bir uzlaşma yoktur. Yok olmuş bir Anadolu dilinden geldiğini söyleyenler olduğu gibi, Yunan dilindeki "ide-düşünce" sözcüğü ile özdeş sayan, ağaç ya da orman anlamına geldiğini savlayan, İda-İdaia adının Kybele'nin bir sıfatı olduğunu ileri süren görüşler vardır. Edremit Körfezi'nin bir adınında İdaion olması, bu son tezi desteklemektedir. Özellikle Homeros'un İlyada adlı destanında İda adı çokça geçer ve daima "hayvanların anası" ya da "kaynağı bol İda" olarak tanımlanır. 
Antik çağdan bize ulaşan eserlerden anladığımız kadarıyla İda, çoktanrılı dinler döneminde kutsal bir dağdır. Bu çağlardaki inanışa göre baştanrı Zeus, Girit'te bulunan bir İda dağında anatanrıça Kybele ile kainatın efendisi Kronos'un birleşmesinden doğar. Adı İda olan bir kral kızı Zeus'a sütannelik eder. Bundan sonra Zeus'u İda/Kazdağı'nda görürüz. Burada kızkardeşi Here ile evlenir ve söylencelere konu olan ünlü Troia Savaşı'nı İda'nın doruklarından yönlendiririr. 
Bilindiği gibi, Hristiyanlık ilk ortaya çıktığında daha çok Anadolu'da taraftar bulmuştur. İsa'nın öldürülmesi ile Meryem Ana ve ona inananlar bugünkü Selçuk ilçesinde bulunan Efes'e yerleşmişler ve tektanrılı dinlerini yaymaya çalışmışlardır. Zamanla bu din tüm Anadolu'yu elinde bulunduran Roma İmparatorlu'ğunun resmi dini haline gelmiştir. Ortalama bin yıl sürecek olan bu zaman dilimi içinde İda dağı yine kutsal olma niteliğini korumuş ve Hristiyanlığın Avrupa'ya yayılmasında köprü işlevini görmüştür. Ünlü St. Paul, İda dağından geçerek bu günkü Odunluk İskelesi'ne ve buradan Bozcada'ya geçerek Avrupa'ya ulaşmıştır. Kuzey Ege'de yer alan Edremit, Altınoluk, Hristiyanlığın merkezi durumuna gelmiş ve İda dağı çok sayıda papaz okulu ile manastırı eteklerinde barındırmıştır. Dönemin isimleri bugün bile yaşamakta ve yörede pek çok mekan papazlık kilise alanı ve manastır gibi adlarla anılmaktır. 
Müslüman olan Türkler'in bölgeye hakim olmalarına karşın İda dağı'nın kutsal niteliği değişmemiştir. Aksine Türkler'in bölgeye hakim olmalarına karşın İda dağı'nın kutsal niteliği değişmemiştir. Aksine Türkler, İda adını KAZDAĞI'na dönüştürmekle onun tanrısal anlamını devam ettirmek istemişlerdir. Şöyle ki; Ortaasya'dan Anadolu'ya gelişleri süresince Türkler, Müslümanlık dinini kabul etmişler, ancak daha önce sahip oldukları Şaman dininin bazı ögelerini de korumuşlardır. Türk boylarından bazılarının Şaman inanışlarında KAZ Göktanrı'yı sırtında taşıyan kutsal bir hayvandır. İda dağı da tanrılar tanrısı Zeus'u doruklarında taşıdığına göre, zaman içinde Göktanrı'yı sırtında taşıyan kaz motifi ile baştanrıyı doruklarında taşıyan dağ motifi özdeşleşir ve İDA adı yerini KAZDAĞI'na bırakır. Kaz motifi de bölgeye yabancı değildir. Romalı şair Vergilius ( M.Ö. 70-19), Aeneas isimli destanında, Küçükmenderes (Skamandros) nehri ovalarında yayılan yaban kazlarından söz eder. Assos antik yerleşim alanından çıkan bazı kapların üzerinde yaban kazı motifleri vardır. Yani kaz, eski çağlardan beri bölgede çokça var olan bir hayvandır. 
Yüzyıllar boyu süren zaman dilimi içinde Türkler'in inançları, antik yöre inançlarının yerini alır. Bu uyumlu geçişin sonucunda İda adı Kazdağı'na dönüşürken, dağın en yüksek zirvesi olan ve İlyada destanında Zeus'un oturduğu doruk olan GARGAROS adı, yine kutsal göktaşı anlamına gelen KARATAŞ'a yerini terkeder. Zeus'un simgesi olan KARTAL, Kartalçeşme ve Kartalçimen gibi adlarla yine ününü sürdürür. Ancak kutsal alanın adı artık KAZAVLUSU olmuştur. Dağın yeni sahibi Kaz'dır artık. Yöre insanı da her yılın 15 Ağustos haftasında, Kazavlusu sınırları içindeki Kartalçimen yaylasında çadırlarını kurarak Kazdağı'nın antik dönemden beri süregelen kutsallığını günümüze taşır.


COĞRAFİ KONUMU 
Tarihin ünlü coğrafyacısı Amasya'lı Strabon ( M.Ö. 64-M.S.21), Geographika adlı eserinde İda dağının Zelea (Gönen-Sarıköy) yakınlarındaki bir burunla, Lekton (babburnu) arasında sınırlandığını söyler. Bu bölgenin antik adı TROAS'tır. Troas İlionlular'ın topakları ya da Troia toprakları anlamına gelir. Biz ise bu bölgeye BİGA YARIMADASI diyoruz. Kazdağı bu yarımadanın tamamı üzerine yayılır ve yarımadanın coğrafi doğal sınırlarını belirler. Kazdağı, Edremit Körfezi'nin kuzey kıyısını takiben ve doğu-batı yönünde 60-70 km. boyunca bir duvar gibi uzanır. Batıda Ege denizi boyunca ve kuzeyde Marmara Denizi'ne doğru, araya nehirleri ve vadileri de alarak devam eder. Bu görüntüsünden dolayı Homeros, Kazdağı'nı bir ahtapota, Strabon ise kırkayağa benzetir. Kazdağı'nın en batı ucu olan Bababurnu (Lekton-Lektos), aynı zamanda Anadolu anakarasının da en batı ucudur. İdari açıdan ise Kazdağı, Çanakkale ve Balıkesir illeri arasında paylaşılmıştır.
 
FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ 
Kazdağı'nın anakütlesi Çamlıbel köyünün kuzey doğrultusunda yer alır. Yörenin tamamen ağaçsız olan bu tek kütlesinin üzerinde üç zirve sıralanır. Eski çağlarda İda ya da günümüzde Kazdağı dendiğinde asıl olarak bu kütle anlatılmak istenir. Bu kütlenin adı resmi kayıtlarda BABADAĞ'dır. Yöre insanı için ise kütleni bir adı da CILBAK'tır. Burada adı geçen "Cılbak Baba", Sarıkız söylencesindeki Sarıkız'ın babasıdır. 
Kaplumbağa sırtı görünümünde olan bu anakütlenin denizden yüksekliği ortalama 1700 metredir. Üzerindeki en yüksek nokta ise 1774 m. İle KARATAŞ (Gargaros-Gargaron) zirvesidir. Bu tepe Edremit Körfezi'ne hakimdir ve Midilli'ye kadar geniş bir görüş alanı vardır. Bunun kuzeybatısında 1750 m. ile BABATEPE (Kotilos) yer alır. Sarıkız'ın babasının mezarı buradadır. İki zirve arasında yürüyüş ile 45 dakikalık bir uzaklık vardır. Buradan Troia ve Çanakkale'ye doğru olan kıyılar ile Marmara Denizi'nin kıyıları seyredilir. Karataş tepenin güneydoğusunda ve 30 dakikalık bir yürüyüşle ulaşılan uzaklıkta SARIKIZ zirvesi (1720 m.) yer alır. Bu tepe Edremit Ovası ile Balıkesir yönüne hakimdir. Sarıkız'ın mezarı da bu tepenin üzerindedir. 
Bu anakütle Edremit Körfezi'nin kuzey kıyısı boyunca ve yükseklik kaybederek Assos'a doğru bir duvar gibi uzanır ve Bababurnu'nda denizle buluşur. Sıradağ'ın körfeze bakan güney yüzü, sayısız derin vadi ile yarılmıştır. Bu kanyonlardan akan sular çok çabuk denize ulaştıklarından yüksek çavlanlar oluştururlar. Bu nedenle yürüyüş sporu yapanlar dağın güney yamaçlarını tercih ederler ve bu doğal güzellikleri yaşamak ve görüntülemek şansına sahip olurlar. Dağın bu yüzünde dağ ile deniz arasında ovalar yoktur. Dağın kuzey yüzü ise Ege ve Marmara Denizi'ne doğru bağımsız tepeler halinde uzanır. Bu tepelerin arasında hayli uzun nehirler ve geniş ovalar vardır.

Cumartesi, 12 Kasım 2011 20:10

Dut ağacı ve yaprakları

Yazan

 

Bir zamanlar birbirlerine asik iki genc vardi.Kizin adi Tispe 
delikanlinin ki ise Piremus idi. Bunlar yanyana evlerde 
otururlardi.Birlikte büyüdüler ve çocukluklarindan beri 
birbirlerine karsi ask beslerlerdi.fakat aileleri görüsmelerini istemezler 
birbirlerine uygun olmadiklarini düsünürlerdi.Oysa onlar 
birbirlerini ölesiye seviyorlardi.İki evin arasinda gizli bir catlak vardi 
aileleri bunu bilmezler onlarda geceleri burda bulusur o aradan 
birbirlerine 
seslerini duyurur asklarini dile getirirlerdi. 

Bir gece ormandaki agacin altinda bulusmaya karar verdiler.Tispe 
agaca Piremus dan önce varmisti.Gittiginde avini yeni yemis agzindan 
kanlar akan kocaman bir aslanla karsi karsiya geldi.Korkarak bi magaraya 
dogru koşmaya basladi.Farkında olmadan yolda boynundaki esarpini 
düşürmüştü.O sirada Piremus geldi gördükleri karsisinda donup 
kalmisti.Kocaman 
aslan agzinda kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe nin esarpini 
parcaliyordu.O an aklina gelen ilk ve tek sey aslanin Tispe yi 
oldurerek yedigiydi.Tispesiz yasayamazdi.Aklindan gecen sadece aski ugruna 
canina kiymakti.Belinden hançerini çikardi ve gögsüne 
sapladi.Kanlar icinde cansiz bedeni yere dustu.Tispe ise korkusunu 
bi kenara atip bir an once askini gormek icin magaradan cikmaya karar 
vermisti.Agacin altina geldiginde o korkunc sahneyle 
yuzlesti.Piremus un cansiz vucudu yerdeydi ve elinde Tispenin dusurdugu 
esarpini 
tutuyordu. 
Ilk once genc kiz olanlar karsisinda aglamaktan hicbir seyi 
anlayamamisti. Ama esarpi ve uzaklasan aslani gorunce anladi.Bi an 
magarada dusundugu o korkunc sey basina gelmisti.Ve onun öldügünü 
dusunen Piremus aski ugruna canina kiymisti.Tispe bir an bile dusunnmeden 
hanceri aldi ve gogsune götürdü.Onlarin aski ölesiye bir askti ve ölüm bile 

onlari ayiramazdi.Eger Piremus aski ugruna ölümü göze aldiysa o da 
hic cekinmeden canina kiyabilirdi ve hanceri sapladi.Birden vucudu 
Piremusun bendeninin ustune yigildi. 
O anda tanrilar bu yuce aski ölümsüzlestirmek istediler ve bu 
cıiftin üstünde duran agaci bunlarin askina adadilar.Piremusun kanini bu 
agacin meyvelerine, Tispenin gözyaslarini ise agacin yapraklarina 
verdiler.O günden beri kara dut agacinin meyvesinin cıkmayan 
lekesini,(Piremusun kan lekesini) , dut agacinin yapraklari,(Tispenin 
gözyaslari) temizler.. 

Bilirmisiniz dut agacinin meyvesinin lekesi cikmaz ama elinize 
agacin yapragini alir avusturursaniz lekenin gittigine goreceksiniz

Cumartesi, 12 Kasım 2011 20:09

Hayal Hatası

Yazan

 

Istanbul'da yazın yaşamak zorunda kalan, sabah işe gitmek, akşam eve dönmek zorunda olan, hayallerine teğet bile geçemeyecek bir işte çalışmak zorunda kalan biri misin? Ben öyleyim. Hayatımın bu devresinde yine kayboldum. 

Hayatımın bazı devrelerinde nereye gittiğimi bildiğimi sanıyordum ama şimdi kayboldum. Sabah işe gelip hep yaptığım ve durmadan yapacağım ve yapmaktan kendimi alamayacağım işleri yapıyorum. 

Yaptığım işlerin artık bir manası yok. Dosyaları var. Faturaları var. Manaları yok. Istifa etmenin bir manası var , çalışmanın bir manası yok.. Istanbul yazın da güzel bir şehir, haksızlık edilemeyecek kadar güzel.. Caz festivali var , açık havada oturup ,sahnedeki insanın sesine kendini bırakmalısın, o zaman çok güzel. Ya da akşamları bahçene masa kurup ,komşularla oturmalı rakıları tokuşturmalısın, gayet güzel.. Ya da açık havada sinemaya gitmelisin eskiden olduğu gibi sırtına hırkanı almalısın ve şıpıdık terlikler giymelisin. Istanbul'a tatile gelmelisin, o zaman ne kadar güzel.. Ama Istanbul'da tatilde değiliz. Çalışmalıyız, bu şehir paranın peşinde koşanların şehri.. 

Sabah her tarafı kazılmış yollardan toz toprak içinde ofislerimize varmalıyız. Bütün gün çalışmalıyız, belimiz ağrımalı ,yetmemeli, mesaiye kalmalıyız. Ayın elemanı olmalıyız. Madalyonları havada kapmalıyız.. Sakın benim kadar naiv olmayın siz. Iki kere canının istediğini yaparsan beş kere burnundan gelecektir.. Bir kere mutlu olursan bu ofis o mutluluk noktanı bulup üzerine dinamit koyacaktır. Sen kendin ettin kendin buldun,sabah yine kahvaltı bile etmeden , her yeri kazılı yollardan hoplaya zıplaya buraya geleceksin. Sakın delirme , delirirsen işe yaramaz olursun.Delirirsen belki kaçar gidersin, alışveriş yapmaz, sabah akşam faturaları nasıl öderim diye düşünmezsin. Delirirsen sana ehliyet vermezler , komik bir bisiklete binmek zorunda kalırsın. Sana gülen çocukların ilerde büyüyüp boyunlarına geçecek kravatları gördüğünde onlara acır gülümsersin. Sakın delirme.. 

Akıl sağlığını koru, akıl sağlığını koru ki ona biz hükmedelim. Her sağlıklı bünye bir ofiste kurumalıdır, haftasonu biraz kendine gelir gibi olsa bile sakın korkmayın, pazartesi yine kurur.. Ben sanırım herkesin o nostaljik, budala, hayalci dediği tipte bir insanmışım. Sen kazık kadar ol kendini bileme.. O da ayrı bir hazin öykü. Hayal hatası yapmışım. Hayal hatası yapmak kadar kötüsü yoktur. Şimdi hayatımdan error (!) sinyalleri gelirken , asıl istedğimin annemim gençliğindekine yakın bir hayat olduğunu farkediyorum. Insanların kalabalık yaşadığı, kimsenin yalnız kalmadığı, insanların yazın lakerda yapıp, bahçelerde dut yediği. 

Hani Çemberimde Gül Oya dizisindeki gibi.. Böyle kariyer yapmak, toz toprak içinde araba kullanmak, sabahtan akşama kadar bir sandalyede ekrana bakmak,insanlarla kavga etmek, stresten kendini unutmak, akşam eve geldiğimde yorgunluktan bayılmak istemiyorum. Ben bir hayal hatası yaptım. Düzeltmeye çalışıyorum. 

Ben aslında uzak bir şehirde bir fırında ekmek yapmak, bisiklete binmek ve serserilik yapmak istiyordum...

Yazarı Bilinmiyor

Cuma, 17 Şubat 2006 22:08

Bu hikayenin ismi "kıymık" olsun...

Yazan

Bizim İbrahim Ersayman yine Kalite Güvence Müdürü olarak Hun Çimento’ya transfer olmuş. Biz de nasıl olduysa kendisini yeni işyerinde ziyarete gitmişiz. İbrahim Bey bizi kapılarda karşılıyor. Odasına giriyoruz: Maşaallah saray gibi döşenmiş. Karamelli çikolatalı kapuçino söylüyor bize. Ayaklarını da masanın üzerine atıyor. 
- “Yakışır valla, hayırlı olsun yeni işyerin İbrahim Bey” diyorum gülümseyerek. O andan sonra konuşulanlar birbirine giriyor:
- Adana’da bizim mahallede Cesi diye bir köpek vardı. Çok severdim. Bir gün araba çarptı, mevta oldu...
- Her mahallede Cesi isminde bir köpek olması lazım... 
- Ne o leb demeden leblebiyi anlıyorsun bakıyorum hah hah ha...
- “Doktor İbrahim Ersayman, Doktor İbrahim Ersayman Lojistik Bölümünde bekleniyorsunuz...” “This is last announcement, this is last announcement” şeklinde peşpeşe yapılan anonslar duyuyorum...

Uyanıyorum birdenbire, terlemişim. İbrahim Ersayman diye söyleniyorum nereden de girdin rüyama. Neyseki “dangıl takımından” iyidir diye düşünüyorum. Üstümdeki pijamayı değiştiriyorum, sırılsıklam olmuş. Evliyken kayın valide rolündeki cadoloz hediye etmişti bu ipekten pijamayı. Nerden de hatırlıyorum bu talihsiz ayrıntıyı. Çöpe mi atsam diye düşünüyorum pijamayı, vazgeçiyorum. Saat sabahın beşi olsa gerek diye düşünüyorum. Altıyı çeyrek geçiyormuş. Hadi daha fazla uyumayayım diye düşünüyorum. Gözüm masanın üzerini tarıyor. Sırasını bekleyen müzik CD’leri dolu masa. Hiç bir CD’nin hakkı kalmasın diye bunları sıraya dizmişim rastgele ve sırayla çalıyorum iyi mi. Bir sabah Haendel’in su müziği, bir akşam “Clash”. Bir Cumartesi ikindisi Neşet Ertaş. Bu sabah ta  Mikis Teodarakis düşüyor şansıma. İyi diyorum, ruh halime de uygun hani. Sabah sabah kendimi iyi hissediyorum, dincim, kafa berrak. Az biraz kaygılar var ama her zamankinden çok değil. Bol özlem var geçmişe, bugüne, geleceğe dair. Ah ah 270 kere ah...
 
“Mikis, biz kimis, söyle hadi söyle sosyete kim...” Hiç bir komşumu tanımadığımı düşünüyorum traş olurken.  Bunca zaman içinde bir tek üst çapraz dairede küçük köpeğiyle oturan eczacı kızı farkettiğimi teslim ediyorum kendi kendime. “Hoş ve zavallı” bir kız. Minik köpeğine sarılarak uyuduğuna eminim. Hafta içi her sabah saat yediyi çeyrek geçe kapısını açar ve köpeğinin ince tiz havlama sesleri arasında işine gider. O anlarda, mesela şu anda çaldığım müziği duyuyor mudur acaba. Duysun diye CD çaların “volume” düğmesini yüzde otuza kadar açıyorum zaten. Alt kattaki kadının ise müzik sesinden rahatsız olmayacağını; çünkü daha erken saatlerde evden çıktığını düşünüyorum nedense. Belki de asıl oturduğu ev değildir; “garsoniyerdir”. Binanın yarısından fazlasının öyle olduğuna eminim. Bir oda, bir de mutfakla bir salon; stüdyo tipi evler bu tip işler için ideal tabi. Çok da kınamıyorum zaten. Sadece ezbere yaşıyorlar diye kızıyorum içimden.

Traş olurken jiletle yüzümde iki yıldan beri arz-ı endam eden siğilleri teğet geçmeye çalışıyorum. Banyodaki gömme lamba patlamış. Hırdavatçıda bulunuyor sadece bu tip lambalar ve bir yıldır ben bu yanık lambayı değiştirmeye üşeniyorum. Bu sebeple 60’lık sarı bir lambanın kifayetsiz ışığında traş oluyorum. Traşın son bölümünde yatak odasındaki boy aynasında yüzümdeki detayları inceliyorum ve tek tük kalmış sakalları Türk Malı jiletle alıyorum. Yerli malı kullanıyorum diye kendi çapımda mutlu oluyorum işte ne yaparsınız. Yatak odasının penceresinde Galatasarayın renklerinde bir sarı bir de kırmızı tül perde var sadece. Kendi kayacı içerisinde takılıp kaldığı için pencerenin kepenklerini tam olarak indirememiştim. Bu durumda penceremin alt kısmında kalan açıklıktan karşı binadan biri şu anda tesadüfen beni izliyor olabilir mi diye kuşkuya kapılıyorum her sabah. Çünkü yatak odasının ışığını aralıklarla da olsa yakmak zorunda kalıyorum.

Kahvaltı yapıyorum. Ekmek arası Çerkez peynirinden tost, kırmızı biberli yeşil zeytin ve kaçak çay. Asistanım Orhan sağolsun. Antepten getiriyor çayı ve isotu.

İşe geliyorum on dakikalık bir yolculuktan sonra. Kiraladığım evleri hep çalıştığım yerlere yakın tercih ettim: Büyük kolaylık. Taksim’e biraz 50 km, o kadar. Başka mahzuru yok bu durumun. İşyerinde her sabahki gibi Birgün gazetesini yayıyorum masama ve okumaya başlıyorum. İran’la alakalı haberleri özel bir ilgiyle okuyorum, bir de Galatasarayla alakalı olanları tabi. Kuş Gribi, deli dana, (asabi balık,) global iklim değişimi... “Bugün 14 şubat Sevgililer Günü” minvalinde bir haber okuyorum. Kendi sevgilimin ikinci yılımızın sonunda nasıl “partner” haline geldiğini düşünüyorum acıyla. “Para para, sensin bu dünyayı yapan kapkara...” diye sürüp giden bir çocuk piyesi ara manzumesi yazmalı ve bunu da her akşam okuldan eve gitmeden önce saygı duruşu eşliğinde okutmalı çocuklara diye düşünüyorum. Gazal’ın İran’da olmasından ötürü bir tür memnuniyet hissini duyumsamaktan kendimi alamıyorum. Şimdi sevgililer günü filan uğraş dur. Çekilecek dert değil doğrusu...

Bilgisayarı açıyorum. Gazal’a klasik bir Sevgililer Günü mesajı yazıyorum ve yolluyorum. Sonra ODTÜ İstanbul Edebiyat Kulubü üyesi arkadaşların mesajlarını okuyorum. Hımmm bugün Dünya Hikaye Günüymüş ve bir kutlama gecesi varmış akşama Fransız Kültür Merkezinde. Önce 50 km yol gözümde büyüyor. Sonra yüzümdeki siğiller için Florya’daki hastaneye de uğrayabileceğimi düşünüyorum. Bir de Hikaye Günü Kutlaması sonrası Lambaz’daki “Efkar Partisine” gidersem uzun yolu kat etme verimliğini üçle çarpmış olacağımı düşünüyorum. Bu plan aklıma yatıyor ve anında uygulamaya geçiyorum.

Florya’daki hastanede Dermatoloji Bölümünden 17:40 için randevu aldırıyorum Ayşıl’a. Bu hesapla saat 19:00’daki Kutlama Gecesine de zamanında yetişirim her halde. Lambaz’a rezervasyon yaptırmaya gerek yok: Şaane...

17:10’da yola çıkıyorum. Yolda “Jetro Tull” dinliyorum. Hastaneden arayıp Doktor Hanım’ın 20 dakika kadar gecikeceğini haber veriyorlar. Ben de 10 dakika geç kaldığıma göre mesele yok. Hastanenin Otoparkına arabayı bırakıyorum. Hastanede kaydımı yaptırıyorum. O da ne Semiha Hanım bana el sallamıyor mu. Kendisi iş yerinden arkadaşım. Sızlanarak yanıma geliyor. 
- “Fıtık olmuşum” diyor. 
- “Yazık sana” diyorum. 
Her zamanki gibi yüzünü buruşturuyor ve dertlerini anlatmaya başlıyor. Neden sonra, 
       -  “Bana bir herif bulamadın” diyor.
“Haklısın valla. Yoğise ne fayda.” diyorum. Sen de bana bir kız bulamadın. “Yaş mıda mı kuru mu Şengül Hamamı. Fakat tavşan beli aşmamak gerekir. Cemaate karışmak gerekir. Sokma akıldan akıl olmaz. Ben buyum artıkın merabayın, söyle daha senin için ne yapayım...” diyorum demiyorum.
- “Ayhan Öztürk” diye sesleniyor hemşire. 
Bu boğucu diyalogdan yırttığımı farkederek ferahlıyorum bir lahza. Semiha’yı dışarıda bırakarak dalıyorum Dr.Serpil Çekiç’in muayenehanesine.
- “Şikayetiniz neydi (bu şirin mi şirin Sevgililer Gününde)” diyor yumuşak bir ifadeyle. 
- “Yüzümde siğil vardı da (aşkta ortaklık olmaz ki) diyorum ve anlatmaya başlıyorum. (Girme gönlüme, girme ömrüme, ne dertliymiş bu diyeceksen). İki yıl önce başladı bu meret önce cenital bölgede. Tanırsınız belki meşhur Dr. Mustafa Keşgül’ün yine bir doktor arkadaşı vardı Hırvat Hastanesinde. Çok iyi bir hanımdı adını anımsayamayacağım. O bu siğilleri cımbız gibi bir aletle çektiydi. Sorun o vakit bittiydi. Fakat bana “dikkat edin, yüzünüze sıçrayabilir” dediydi. Nitekim bir sene önce yüzümün traş bölgesinde nüksetti bu musibet. Ben de sizin hastaneden Prof. Dr.Burhan Bey’e geldim. Bana çok pahalı bir ithal solüsyon ile Rockyear  firmasının yine pahalı bir ilacını vermişti. Eczaneden aldıktan sonra bu ilacın prospektusunu okudum. Seksüel istek dahil pek çok fonksiyona menfi yönde tesir etme ihtimalinden bahsediyordu. İlacı hemen çöpe attım tabiki. Solüsyon da kifayet etmedi. İki ay sonra Balıkçılar Hastanesinde Doçent Dr. Şavkı Hanım’a gittim. O da  haftalar boyunca yüzümde buzla yakma işlemi gerçekleştirdi. Az kalsın zatürre olup erken göçecektim bu zalim dünyadan. Bir netice alamadım tabi ki. Bir kaç ay sonra ise Acı Kavun Hastanesinden Uzman Dr. Özhan Bey’e gittim. Tavuk tüyü yakar gibi yaktı beni. Önce yokolur gibi olduysa da üç ay sonra tekrar buldu bu dert beni. Bu arada gittiğim diş doktoru hanıma babaannemin bir hikayesini anlattım anlar derdimden deyu: “Ben küçükken yazları köyümüzün yaylasında tahta çatma kulubelerde kalırdık. Yaylanın ortasında geçen Boklu Derenin suları kurumaya yüz tutunca “kepçen balık” dediğimiz kurbağa yavruları her Allahın günü ıslak toprağın üzerinde ölmemek için çırpınıp dururlardı. Biz de onları avucumuzun içine alıp sayıları iyice azalmış olan su birikintilerine götürüp bir süre daha yaşamalarını sağlardık. Fakat gel gör ki bir kaç gün sonra bir de bakardık ki elimizde siğiller çıkmış. Babaanne yaylamızda bolca bulunan ağu otu isimli bitkinin sütümsü öz sıvısını çıkartır elimize sürerdi. Bir kaç gün sonra elimizde siğil filan kalmazdı. Şimdiki endüstriyel ilaçlar ne yazık ki aynı iyileştirme gücüne sahip değiller...” Bu tiradı dinleyen diş doktoru hanım beni bir azarladı bir azarladı sormayın. Neymiş gidip muska yaptırsaymışım. Bilime inanmıyor muymuşum. Dedim ki: “Evet böyle bilime inanmıyorum. Doğru, “insanlar” var. Bir de havada uçuşan “ruh” var. Dağın taşın bile ruhu var. Keşke beni ruhsuz hekimlere emanet etmeseydin ey Türkiye bilimi...”  
     Nihayetinde size geldim Serpil Hanım. Eminim siz derdime çare bulacaksınız. Bu arada Beylikdüzünde oturan bir akrabanız var mı?
- Hayır yok.
- Çok yazık. Bir arkadaşıma o kadar çok benziyorsunuz ki.
- Doğru söylüyorsunuz. Dünya küçüktür derler.
- Elbette küçüktür. (Yoksa nerden çatardık birbirimize...)
Neyse bu verimkar diyalog sonrası Serpil Çekiç Hanımefendi bana iki krem, bir de bağışıklık arttırıcı kür verdikten sonra kendi kendime dedim ki: Sen nelere kadirsin Ya Ali (medet mürvet ya Ali, yetiş imdadıma ya Ali...)

Arabaya atladığım gibi Taksim’in yolunu tuttum. Fransız Kültür Merkezine vardığımda saat 19:30’u gösteriyordu. Yarım saat geç kalmıştım. Hart diye Dünya Hikaye Gününün kutlandığı salona daldım. Bir çok yüz bana çevrildi. Kim gelmiş edasıyla baktılar bir süre. Ünlü birisi olmadığımı anlayınca tekrar sahneye döndü tüm bu soluk yüzler. Hava soğuk olduğu için millet kalın paltosunu, montunu yanındaki koltuğa koymuştu. Sessiz olmaya çalışarak kendime uygun bir yer buldum ve konuşlandım. Sahnede ise ünlü kadın tiyatrocumuz Gülten Tunca elindeki kağıtlardan bir takım pasajları ruhsuzca okuyordu. Sesini kah alçaltıyor, kah yükseltiyor sözde teatral bir hava yaratıyordu salonda. Tiyatro denen şey eğer buysa ey cemaat-i hikayeün, pek salakça bir şey. Bir takım herifler ve kadınlar sahnede baştan sona rol kesip duruyorlar. Kestikleri rol üzerlerinden akıyor. Sahicilik oranı ise sıfıra yakın. Oysa oyunculuk gerçekle rol arasındaki mesafeyi bertaraf etmektir değil mi. Bu ünlü kadın tiyatrocumuz da kendine aşırı güvenli havalarda sahnenin bir orasında bir burasında dolanıp duruyor. Bir ara Nezihe Meriç’in “...yanarım, dumanım tüter...” isimli hikayesini okudu kağıtlardan. Bayılttı beni. Dumura uğrattı. Neden sonra sahneye edebiyat eleştirmeni Şavkı Karamercek Hanımefendiyi davet etti. Bu arkadaş da kafadan elindeki kağıtlara müracaat etti. Üstelik Tevfik Fikret’in bazı yazılarında kullandığı takma ismi en az beş-altı defa Ahmet Cemal diye terennüm etti. Önlerde oturanlardan birisi “Ahmet Cemil” diye uyarınca da “heyecenımdan, mazur görün” diye özür diledi. Yerine oturdu. Tam da “oh be kurtuldum” diyecekken birden farkettim ki yanımda oturan güzellik muskası kadın burnunu çekip duruyor. Yüzüne ters ters baktım. Neden sonra kapı ağzında öylecene bekleyen Şehr-i İstanbul Derneği Başkanı Atik Tufa’ya el işareti yaptım gel yandaki koltuğa otur diye. Yok yok rahatsız olma anlamında bir hareketle cevap verdi bana. Pandomim sanatı sayesinde yandaki koltuğun üzerindeki kalın montların alınabileceğini ve kendisinin de oturabileceğini anlattım. Nihayetinde ikna oldu da benim bir yana geçmem sonrasında burnunu çeken kadınla aramda boşalan benim biraz önce oturduğum koltuğa oturdu. Böylece burun çekme sesinden kurtulmuş oldum. Yoksa ne diye pandomim filan yapma gereği duyayım ki; herif ister otursun ister dikilsin bana ne. Zaten Atik Beyefendi de kutlamanın finalinde arz-ı endam edeceği önceden duyurulan şu dansçı kızın hatırına gelmiş bu mutena geceye. Menfaat dünyası vesselam. Neyse sahnede Güven Turan dışındaki konuşmacılarda aşırı bir  müsamere sendromu sürdü gitti. Güven Turan ise Samuel Beckett’in hayatını ve sanat anlayışını çok iyi anlattı. Beckett edebiyatçı zevatından hep uzak dururmuş. Kendi ismiyle anılan “Godot’u Beklerken” isimli piyesinden de nefret edermiş. Nobel Edebiyat Ödülünü kazandıktan sonra bütün gazeteci ve televizyoncu tayfası aylarca bu ünlü edebiyatçıyı arayıp durmuşlar. Adam İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da, Amerika’da; hiç bir yerde yok. Üç dört ay sonra Cezayir’de ortaya çıkıyor Beckett. Herhangi bir demeç vermeyi de reddediyor. Adam hem koyu katolik hem de ateistmiş. Hem toplumsal gerçekçi, hem sürrealist, hem de post modern sayılabilecek farklı tarzlarda eserler vermiş. Bu faydalı konuşma sonrasında Ahmet Sonsal’ın (yine kağıttan) okuması esnasında salonu terkettim. Merdivenleri çıkarken söylendim durdum: “Ne diye kağıttan okuyup durursunuz bre kabiliyetsizler. Aklınızdan geçen elle tutulur bir fikir yok mudur ki salona bakarak konuşmazsınız.” İstiklal Caddesine kapağı zor attım...

Sabah planladığım gibi gecenin uğranılacak son mekanı Lambaz’a uzadım. Malum 14 şubat sevgililer günü sebebiyle barlarını “yalnız kalplere” tahsis etmişler bu gece. Çift olarak gelmek yasakmış. Yaptıkları organizasyonun ismini de “Efkar Partisi” olarak belirlemişler. Bu yıl da bilmem kaçıncı defa bu partiyi eda edeceklermiş. Merak saikiyle girdim içeri tabi. Baktım masaların çoğu dolu. Ben de barda ayakta konuşlandım öylece muhkem. Bir masada örneğin; altı kızdan oluşan bir arkadaş grubu oturuyor. Bardaki popülasyonun çoğu kız. Baktım yeni yetme bir DJ sırayla Sezen Aksu ve şürekasından şarkılar çalmaya devam ediyor. Nasıl olduysa bir ara Ahmet Kaya şarkısı çaldılar da önümdeki birayı gönül rahatlığıyla fondipleyebildim. Altılı masada hoş bir kız var ve sürekli kesik atıyor ama bir şeylerin eksikliği sarı saçlarının altındaki kırmızı rujlu dudaklardan sessizce bağırıp duruyor. Bir tür “çiğ köfteyiz biz, tavana zıplat bizi” havası beni rahatsız ediyor. Sol dirseğim barın siyah boyalı büfesine dayalı. Sol bacağım sabit. Sağ ayağım makas. Vücut yere seksen derece açılı, sağ elimle biraları ufaktan dipliyorum. Yüzümde zaman ve mekanın teorideki konseptine uyumlu, kendinden emin, zorlama tarafı olmayan bir tür “efkar” ifadesi. Uzaklara doğru bakıyorum. Arada bir şef garsonu uyarıyorum. Orhan, Müslüm, Hakkı Bulut; en azından bir Erkin Koray şarkısı çaldırsın diye. Bizimki “tamam abi” diyor. Onsekizini zar zor geçmiş geçememiş yaşlardaki DJ’lere bir şeyler söylüyor. O andan itibaren tembihlediğimin tam tersine; her geçen dakika şarkıların içindeki keman, ud, viyolensel, kanun sesleri azalmaya başlıyor. Bu arada ortalarda patron edasıyla dolaşan purolu semirik tosuncukların görüntüsü de keyfimi iyice kaçırıyor. Saat 23:00’den sonra ise mekan üçüncü sınıf bir pavyon pejmürdeliğine bürünüveriyor. Gürültülü bir Türkçe tekno müzik eşliğinde geniş kalçalı, ablak suratlı çirkin kızlar ve sivilceli erkekler pistde hep beraber göbek atmaya başlıyorlar. Efkarımın da içine edilmiş oluyor. Beş-on dakikalık fazladan bir gözlem sonrası kendimi sokağa zor atıyorum...

Arabada gaza biraz daha fazla basıyorum ve otuz beş-kırk dakika sonra eve ulaşıyorum. Günün tahlilini yapıyorum kafamda. Koskoca bir boşluk, sıkıntı, daralma, çabalama.

İşte gülüşümün solgun yüzü: Artık ne bir hatıranın sonrasında ümit var, ne de sığınılacak bir yer! 
Hep boşuna...

sana yeşil bir ilkbahar gönderdim 
onu bir ömür gibi defterinin arasında sakla 
nasıl ama; önce griler gökyüzünü kapladı değil mi
şarkılar, bıraktığım yerde değildi 
herkesin yüzü beyazdır artık,  
topraktır biraz 
kireç yeşile karışmış durur rüyanızda
bir mavi yaz öğle üzeri boğazı aşın benim için...

Adnan Türkoğlu - 17 Şubat 2006, İstanbul

Cumartesi, 12 Kasım 2011 19:54

DEDEM BANA DER BERI BAK

Yazan

Adnan arkadaşımızdan yeni yıla (2006) bir atıf

DEDEM BANA DER BERI BAK

Ulan yetmişine merdiven dayamışım tamam mı

Her Allahın günü tuhaf insanlardan

mektuplar, kartlar, ufak tefek hediyeler alıyorum

Diyorlar ki: Tebrikler

Zat'ı şahanelerinize

Tebrikler

Bunun manasını ben biliyorum:

Benim gibi yaşayan biri

40'ında çoktan mefta olmalıydı değil mi

Tamam ulan dibine kadar yaşadım hayatı

Kendime karşı hep dikkatsizdim

Keçileri zaptetmek epeyi zor oldu

Halen saksıya aşırı yükleniyorum

Bütün kutuları boşaltıp boşaltıp

Tekrar dolduruyorum

Hekimler artık bana bakmak istemiyorlar

Tanrılar ise bedbin

Tebrikler ölüm,

Sabrın için

Sana elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştım biliyorsun

Şimdi bir şiir daha

Sonra pencereyi açar bir hava alırım

Ulan ne müthiş bir gece var dışarıda

Karanlık karanlığa karşı

Cehenneme gider bu yol

Ve ben o kara zeminli arenada

Bu çılgın oyunu devam ettiririm

Bir gol daha fazla atmak için

Pompasız yola çıkmam bilirsiniz...


                                          Adnan Türkoğlu

Sayfa 1 / 2