Kişisel Bloglar

Bu bölüm Sıradışı Sporcuların kendilerine ait güncelerini yayınlamak için oluşturulmuştur.

TDF ve Türkiye Dağcılığı üzerine düşüncelerim.

Türkiye dağcılığını iyi kötü düşünmek ve üzerinde tartışmak istediğimiz zaman konu dönüp dolaşıp Türkiye Dağcılık Federasyonu’na ve başkanına geliyor. Alaattin Karaca hakkında duygu ve düşüncelerim karışık, biraz üzerinde durmaya çalışacağım.
Öncelikle Alaattin Karaca olmak nasıl bir şey diye merak ediyorum. Hayatını dağcılığa adamış biri olduğu su götürmez, zamanında başarılı dağcılık faaliyetleri yapmış, Ağrı’ya yüzlerce defa rehberlik yapmış vb. Öteden beri dağ rehberlerine büyük sempati duyan birisi olarak, bunları da olumluyorum, hoşuma gidiyor.

 

 

Öte yandan, zamanında adı bir şekilde militan MHP’li olarak çıkmış, bu yüzden de farklı düşünen kesimler tarafından hiçbir zaman yeterli saygıyı göremeyecek birisi olarak değerlendiriyorum.
Karaca’nın siyasi geçmişi, gerek Federasyon’daki geçmiş faaliyetlerini fazlasıyla etkiledi, gerekse de gelecekteki faaliyetlerini fazlasıyla etkileyecek düşüncesindeyim.  Belki de bütün bu geçmiş ilişkileri yüzünden yapmak istediklerini yapamadı, kucaklamak istediklerini kucaklayamadı. Kimbilir?
Benim Alaattin Karaca ile ilgili en üzüldüğüm konu, fazlasıyla Anadolu’ya dönük olmasıdır. Anadolu’ya dönük olmanın ne sakıncası olabilir? Elbette olamaz, ancak büyük şehirlerde yaşayan, üniversite kulüplerinden yetişmiş olan ve açıkça bellidir ki epey bir zamandır yalnızca dinamik değil, üstelik de kalabalık bir kitle oluşturan (örneğin YTUDAK listesinin büyük bölümünü oluşturan) dağcı grubuna açıkça mesafeli, hatta muhalifmiş gibi davranmasını da anlamak, yorumlamak benim için kolay değil.
Önceki federasyonları hatırlıyorum hayal meyal. Türk dağcılığının önde gelen isimleri federasyon kurullarında yer alıyordu. İyi dağcı olmak, iyi yönetici olmak anlamına gelmez elbette ama elit sporculara özen gösterilmesi, onlardan yararlanılması gerekmez mi? Şimdiyse mail listelerinde, “TDF’deki görevi her konuya laf yetiştirmek midir acaba?” diye düşündürten bir şahıs, elit sporculara çatıyor, ağzına geleni söylüyor.
TDF sakin değil, kucaklayıcı değil, bütünleştirici hiç değil. TDF aksi, ters ve nobran bir görüntü çiziyor. Acaba Alaattin Karaca’nın bu görüntüdeki payı nedir, merak ediyorum, emin olamıyorum.
1998’de Hacettepe Sempozyumu’nda sunmak üzere Uğur Uluocak ile hazırladığımız bir bildiride, zirvelerde bayrak çekilmesini eleştirmiştik. Karaca buna sert tepki göstermiş, ajitatif bir yanıt denemesinde bulunmuş ve salondan alkış beklemişti. Sessizlikti elde edebildiği.
Öte yandan, 2003 yılında Uğur’un cenaze töreninde, tanıdığım pek çok dağcı yoktu ama  kucaklayıp teselli edenler arasında Alaattin Karaca vardı.  Hangisi gerçek Karaca? Hedef gösteren mi, yoksa en fazla kapıştığı adamın cenazesine katılan mı?
Herkes, kendisiyle aynı görüşleri paylaşan, kendisine benzeyen insanlara sevgi ve sempati duyabilir. Önemli olan tersini yapabilmektir. Benim bir birey olarak, bazı insanları sevmemek, onları eleştirmek hakkım vardır ama bir başkan olarak bu haklara sahip olamam. Adil ve başarılı bir yönetici olmak bu sıçramayı gerçekleştirmiş olmayı gerektirir. Karaca’nın çizdiği görüntü bu açıdan bakıldığında olumlu değil. Ama hala bunun tüm sorumluluğunu Karaca’ya vermekte zorlanıyorum. Neden mi?
Birinci olarak; TDF kurullarında saygı ve sempati beslediğim isimler var elbette ama örneğin dışa dönük yüzü temsil eden Ertuğrul Tugay gibi birileri de var. Biz Tugay gibi isimler yüzünden irrite oluyoruz ama E. Tugay,  A. Karaca’nın sesi midir, yoksa ona buna dalaşmayı seven biri midir, tam bilemiyoruz. Öte yandan, her durumda, E. Tugay’ın TDF’de görev almasında A. Karaca’nın sorumluluk payı da elbette vardır.
İkinci olarak; Yukarıda tarifini yaptığım dağcı kitlesinin kendi kendisini yanlış değerlendirmesi ve yanlış üslupla tartışmalar yürütmesini de belirtmek gerekli. Dağcı olmak, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki üçüncü basamakta olmak (aidiyet ihtiyacını tatmin etmek) anlamına geliyor bir çokları için. Böylelikle daha entelektüel, çevre korumacı, bilinçli falan zannediyorlar kendilerini. Bu yüzden arkadaş çevrelerini dağcılık camiası zannediyorlar. Aslında nitelik olarak düşündükleri kadar üst düzeyde olmayan bu grubumuz da, A. Karaca ve ekibine çok sert ve ters hitap ediyor. Oğlunun geçirdiği kazaya sevinecek kadar kopmuş insanlar bile çıkabiliyor.
Zirve Dağcılık Kulübü önderliğinde ortaya çıkan manifestoyu imzaladım ama yüzde yüz içime sindiğini söyleyemem. Örneğin üniversite kulüplerinin verdiği eğitimlerin yeterli olduğundan ciddi endişelerim var ama TDF eğitimleri için de aynı endişeleri paylaştığım için fazla üzerinde durmadım. Oysa, biz kulüp eğitimlerinden sonra Murat Yıldırım’ın TDF eğitimlerine gittiğimizde aradaki farkın büyüklüğünden dolayı çok şaşırmıştık.
19 bin sporcu olduğu söyleniyor. Bu rakamın benim için hiç inandırıcılığı yok. Bu kadar dağcı olsaydı, bir yerlerde görürdük. Tamam diyelim ki Anadolu’ya açıldık, ama 2002 yılında dağ cenneti Hakkari’deki dağcıların ip inişi bile yapmamış olduklarını görmüştük.
Ne yapmalı? Bence Karaca’nın önünde iki yol var. Hayatını dağcılığa adamış, yıllarca başkanlık da yapmış birisi olarak bilgece hareket etmesini ve ismi etrafındaki tartışmaları bitirmesini bekliyorum.
Birinci yol; Bu manifestoyu değerlendirecek ve eveleyip gevelemeden barış teklif edecek. Kurulları ve yönetmelikleri buna göre yapılandırarak, camianın bütünlüğünü sağlayacak. Ve bunu hemen yapacak
İkinci yol; Eğer bunu yapmak ona ağır gelecekse, görevi bırakarak Türk dağcılığının önünü açacak.
Üzgünüm Alaattin Reis, bunlar dışındaki yollar yol değil. Bu gidiş, seni kör kuyularda merdivensiz, uçurum üzerlerinde ipsiz bırakır.
Selam ve saygılarımla…


  Ahmet KÖKSAL
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

×
Stay Informed

When you subscribe to the blog, we will send you an e-mail when there are new updates on the site so you wouldn't miss them.

Dağcılığın ve dağların gerçek sorunlarının tespiti...
Yaz, Eğitimler, Yaşanan Tecrübeler , Dikkat derim ...