Aladağlar Kaldı Tırmanışı




Uzun süren grup toplama faaliyetlerinden sonra kala kala üç kişi kalmıştık. Yücel, Gökhan ve
Selçok. Gökhan ve Lahitkaya Kuzey duvarı çıkışı yapacak Gökalp ile birlikte beni aldılar
cuma akşamı saat 2130'da Kaldı yolculuğuna başlamış olduk. Özel nedenlerle Yücel bize
Niğde'de katılacaktı.

Gökhan'ın güzel ve emniyetli sürüşü ile saat 0700 gibi Niğde otogarına ulaşıp Yücel'i aldık.
AKUT Kürşat Avcı Dağ Ev'inden Gökalp'ın partneri Adana'lı Serdar'ı da aldıkdan sonra yola koyulduk. Emli ormanının
son noktasına araç ile yaptığımız yolculuk sonrasında kamp yükü ile Akşam pınarına oradan
Parmakkaya'nın üst taraflarına ulaştık. Amacımız yarın mümkün olduğunca az yürüyüş ile
Kaldı zirveye ulaşmaktı. 1120'da Emli ormanında başlayan yürüyüş saat 1430'da 2300 metre civarında
bitti. Akşam pınarında Gökalp ve Serdar'a benim telsizlerden birini verdik. İletişim herşeydi. Hele cep
telefonları çekmiyorsa...

Kamp yerinde herkes kızgın bogalar gibi ayağı ile kalın taş ve kaya parçalarının olduğu zemini düzeltmeye
ve aşağıdaki toprağı bulmaya çalışıyor.
Toz toprak içindeyiz.
Uzaktan bu işleri bilmeyen biri görse ne yapıyor bu adamlar diye düşünür.
Yücel dayanamadı kaya çekiçi ile kayalara saldırıyor. Adam inşaat işine girdi hafiften.
-Ulen! Gecekondumu yapıcan Yücel? Abartma olm? dedim.
-Abi, rüzgarı kesmeye çalışıyom.




Hımm! ulan. bunlar yine çadır getirmedi geçen sefer üç kişi benim Carrefour'dan aldığım tek kişilik
çadırda kalmıştık. Bu sefer yine tek çadır getiren benim. Alıştırdık adamları tabi bak bu seferki
müşteriler farklı ama sonuç aynı olacak galiba.

Tanrım! Ne olur yağmur yağmasın, yine burun buruna uyumak istemiyom yaw? Diyorum kendi kendime.
Dualarım kabul edildi... Yağmadı...

Sabah 0220'de uyandık açık ama oldukça serin bir gece. Ben sıcak içecek sevmediğim için mümkün olduğunca
içmemeye çalışırım. Yaz olmasına güvenerek soğuk süt ile hazırladığım oldukça kalorili ve hafif olan mousli gevreğini
bol bal ile karıştırıp yiyorum. Valla! nefis. Gece serinliğinde soğuk süt!!! dışarı soğuk, içeri soğuk bakalım n'olcak.

0320'de başlıyoruz yürüyüşümüze rehberimiz sağlam: Yücel. En önde gidiyor arasıra durup fenerlerimizi yarıştırıyoruz.
Kafamda don lastiği ile kaskıma sarılmış bisiklet feneri var. Karanlıkta görmezler diye düşünmüştüm. Kafa fenerini
eşime bırakınca bende çözümü böyle bulmuştum. Yolun yarısını geçtiğimizi sandığımız anda bir baktık
Avcıbeli'nin alt çarşağındayız. Bir iki basit hamle ile kayaları geçiyoruz. Çarşak yerine kayaları tercih ediyoruz
genellikle.

Avcıbeli'de havanın aydınlanması için kayaları siper ederek biraz beklemeye karar veriyoruz.Sırtın diğer tarafında öyle
bir rüzgar esiyor ki donduruyor. Saat 05:20 ekip çok hızlı bir şekilde ilerliyor...
Biraz içecek içiyorum. Üşümeye başlayınca, bere, eldiven, polar, goretex ne varsa giyiyorum üzerime fakat
arasıra öyle titriyorumki Yücel bana sarılıyor.
- Ulen! Yücel ileri gitsene ne sarılıp duruyon.
- Abi valla sana iyilik yaramaz yani, ısıtalım diye" yani felan..
- İstemez olm uzak dur.
Biraz sonra bir titreme nöbeti daha...
Anlıyorum soğuk süt, soğuk hava, al sana...




Yücel ile sarmaş dolaşız...
İtiraz etmiyorum... Bana müstahak tabi... Sıcak içecek sevmezsin ha, Onbeş sene öncede buna benzer bir vaka aynı şekilde
sonuçlanmıştı ama ders almamışım demek ki.
Sarıl Yücel sarıl, hakediyorum ühüüü! ühüüüü!

Neyse bu muhabbeti Gökhan'ın
-"Abiler haydi yolcu yolunda gerek" sesi bozdu.

Saat 0545, tan yeri ağarmaya başladı, tırmanışta...

Akşam pınarı üzerinde yoğun bir sis bulutu görünüyor.
-Yücel, bu Gökhan'ın içtiği sigaraların dumanımı yoksa doğal sis mi? Diyorum.
-Hahaaaaa haahhaaaaa...
Gökhan'ın ters ters baktığını fenerin gözüme tutulmasından anlıyorum.
-Yücel, bu Gökhan kömürle çalışan Lokomotif gibi bir mekanizmaya sahip olmasın.
-Adam, her molada iki üç tane tüttürüyor. Başka bir şey yemiyor içmiyor.
Bütün gün boyunca hiçbir şey yiyip içmeyince ben şüpheleniyorum.
Sadece sigara hımmm.
Kesin bir şey var bu sigarada... Sonra anlarım...

Gün tamamı ile ışıyor. Küçük bir molada Gökhan,
-Yücel, bak lan bu resmen don lastiği adam resmen don lastiği ile tutturmuş fenerini" diyor.
Hay allah! gün aydınlandı unuttuk feneri kafada, makaraya dolandık işte...

Avcıbeli tepesinin sağ tarafından ilerliyoruz. İlk tepeyi tırmanıyoruz.
Inının, ınının...


Aşağı doğru bir iniş var 100 150 metre irtifa kaybediyorsun,
sonra geniş bir düzlük başlıyor, ondan sonra uzun bir çarşak,
ardından çok dik bir kaya etabı ve sol yukarı doğru çıkan bir kule.

- Aşağı top sahası, rotamız şu çarşaktan sonra kaya etabı... diyor Yücel.
-Yücel, çok dik görünüyor, diyorum.
-Buradan öyle görünüyor, yanına gidince yatık yavrucum diyor, Gökhan.

İnişin yarısında birbuçuk litrelik su şişelerimizi dönüşte almak üzere kayaların üzerine bırakıyoruz.
"Aha, şurası Kaldı ne gerek var taşımaya" diyoruz.




Dik tırmanışlar sonrası Yücel tepeye varıyor.

-Ohaaa! (kibar yazmaya çalışıyorum, tabi üç erkek olunca böyle suya sabuna dokunmayan laflar kullanılmak yasak)
Ne oldu acaba diyorum. Bahsettikleri kılçık dahadamı inceldi bıçak sırtı oldu diyorum kendi kendime. Ulen iyi ki emniyet kolonunu getirdik.
-Ne oldu, Yücel?
- Abi, burası Kaldı Başı imiş?
??????
Nefes nefese tepeye varıyorum.
-Amanın...
Önümüzde bir dağ daha var ama dağda dağ yani. Bende merak ediyordum neden "Kaldı Başı" dediklerini...

Buraya kadar Kaldı, Kaldı diye gelenler bizim gibi sırta geldiğinde gerçek "Kaldı"nın arkada olduğunu görünce herhalde "Kaldı'nın başı" anlamında söylenmiş ve literatüre geçmiştir. Diyorum kendi kendime.
"Kaldı" adını ise buraya kadar Akşam Pınarın'dan 7*8 saatlik yürüyüş sonrasında gelip, "Kaldı başı"nda daha gidecek çok yol olduğunu görünce. Buraya kadar bugün "Kaldı" çıkmayalım anlamında kullanılmıştır herhalde. Hikayesini bilen varsa anlatsın bizde öğrenelim. Bu benim tahminim..

Bir önceki etap gibi ama daha geniş boyutlusu. Derin bir iniş akabinde "top sahası" dedikleri yer ama gerçekten dümdüz ve
dört beş futbol sahası sığar içine. Daha iki sene önce bir ekibimiz daha aynı hatayı yapmıştı. Kaldı diye Kaldı başına tırmanmıştı.
Gerçektende birbirine bu kadar benzeyen iki coğrafi oluşumun arka arkaya olması çok ilginç. Ben bile şaşırabilirdim -ki yön
duygum çok güçlüdür- veya öyle olduğunu sanıyorum.

Gökhan'da yetişti, biz Kaldı'ya, Kaldı bize bakıp duruyor, bakıştık bir müddet.
-Hadi bakalım yolcu yolunda gerek, dedi Yücel.

Motivasyonumu kaybettim, tam bitti derken daha da yüksek bir etap var önümüzde.

Yanımızda batonlar, 20 metrelik ip, dört beş tane sikke, çekiç ve emniyet kolonları var.
Gerçekten dik kaya etaplarını geçtik ilk kılçığa vardık,
Allahhhhhhhhh!
Diğer taraf Güzeller batı çanağına bakıyor, ama ben bakamıyorum aşağıya, herhalde 300-400 metre var.
Yücel önden gidiyor ben hemen arkasında kayalara yapışmak zorundayız, bazı yerlerde bir kayadan diğerine
basacak yer olmadığı için zıplamak zorunda kalıyoruz, bazen 90 derece bazen 70 derece eğim ve müthiş bir boşluk
duygusu ile bunu yapıyoruz.
Yavaş ama dikkatli.
Bir yere geldik artık batonları bırakma zamanı...
Ben artık dört el ile yol almaktan ters evrim geçirip maymunlaşacağımı sanırken.
Meşhur kılçığa geldik.
Evet, sağı solu müthiş derin uçurumlar ile kaplı.
Yürüyüp geçiyorum. Yücel ve Gökhan hiç ses çıkarmıyorlar.
- Ulen, acaba burada da ip açmadık, herhalde daha zor yer orada açacaklar diye düşünüp endişelenmeye başladım.
Bırrrr! buradan daha zor bir yer....
İçimden, bir daha geleninde gideninde.....
Derken...
Yücel "zirvedeyiz buraya kadar" dedi...




Yihhuuuu!

Saat 0820, rekormu? bilmem. Umurumda değil... Eşimin doğum günü için yanımda getirdiğim kağıdı açıp fotografımı
cebime koyuyorum ya önemli olan bu şu anda.

Fotograf, video kutlama ...

Telsizi açıp aşağıdaki ekip ile temasa geçmeye çalıştım.
-Gökalp -Selçok
İkinci çağrımda Gökalp cevap veriyor.
-Dinliyorum,
-Biz Kaldı'dayız, Siz ne yapıyorsunuz.
-İkinci ip boyundayız, tebrikler...
-Saolun iyi faaliyetler size biz dönüyoruz.

Ne güzel aletlermiş şu telsizler... Adam gibi kullanınca bayağı işe yarıyorlar. Telefonlar çekmiyor...

Dönüştede keklik gibi sekiyoruz. Aşağıda sisler Adana tarafından dans ede ede üzerimize geliyor.
Yücel, bisiklet ile yolculuklarda gördüğü her meyve ağacına saldırırdı bunu biliyorum tecrübe ile.
Adamın bir diğer özelliğide dağda ağaç olmadığı için herhalde gördüğü her deliğe üşenmiyor
gidip taş atıyor sonra elini kulağına götürüp dinleyerek derinliğini tahmin etmeye çalışıyor.
Yüzünde garip bir haz işareti...
Alla, Alla! vardır bir hikayesi sanırım.
Torosların kartstik yapısından dolayı kayaların arasında sıkışan kireç benzeri
su ile eriyen maddeler sanırım bu boşlukları oluşturuyor.

Kaldıbaşı tepesini aştık, Avcıbeli tepeyi geçmeden yoğun bir sis bastırdı. 100 metre ötesi görünmüyor.

Koştura koştura iniyoruz. Birden Yücel duruyor.
Abi, sanırım Avcıbeli geride kaldı... diyor.
Ben, hafiften görünen beli, Avcıbeli sanıp ısrar ediyorum. (Ders 1: her gördüğün bel Avcıbeli olmayabilir, her sakallıda baban...)
- Benim yön duygum iyidir bak görünüyor aha burası.
Gökhan'da bu fikrimi destekleyince, Yücel uymak zorunda kalıyor.
Sırt hattına en yakın noktadan inmeye başlıyoruz, birden sis kalkıyor ve indiğimiz yerin Pozantı tarafı olduğunu Avcıbeli'nin tam arkamızda kaldığını
görüp hemen tırmanmaya başlıyoruz. Dörtyüz metre sonra Avcıbeli'nden inişe geçiyoruz.
Saat 1240'da kamp yerindeyiz.
Toplam 09saat 20 dakika sürdü -kaybolma dahil-




Yücel biraz önce vardığı kamp yerinde çayı kaynatmış bizi bekliyordu.
Ben içmem, içmem diye naz yaparken...
-Bir bardak iç bak ısıtmam yine diyince.
Bir bardağa çay koydum, aklıma Gökhan'ın sigarası geldi.
Eski bir içici olarak Gökhan dedim bir sigara verirmisin?
Uzattı paketi, aldım içtim bir tane
Yahu bu bildiğimiz sigara.
İçinde besleyici bir şey yok.
Alla, Alla bu adam hiçbir şey yemedi içmedi sigaradan başka...

Saat 1320 gibi kampı toplayıp hareket ettik. 1400 sıralarında Gökalpler ile ikinci telsiz görüşmesini
Akşam pınarı- Vali konağı arasında gerçekleştirdik. Onlarda zirve yapmış dönüyorlarmış.
Telsizlerin açık olmasını istedim. Denemek için. Emli orman yolunun başlangıcı ile Valikonağı arasında iletişim PMR telsizleri ile sağlanıyor.
Her eve lazım olayı...

İstanbul'a sabah 0430 civarında vardık, oradan işlere dağıldık.


Rehber: Yücel Bağatur.
Artçı :Gökhan Uzun
Selçok Tüzün
Okunma 6214 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 29 Ekim 2011 20:54
Yorum eklemek için giriş yapın