Heybeliada Sea Kayak



 

İlk olarak televizyonda belgesel kanallarından birinde izlemiştim kano(şimdilik böyle söylüyorum, doğrusunu öğrendim) sporunu. Durgun bir suda yol alıyor ve arkasından istedikleri kıyıya kamp atarak geceyi geçiriyorlardı. Israrla ‘Kıyı Kanosu’ deniyordu. Benimde aklımda öyle kalmış. İlgi çekici bir sürü tarafı var. Öncelikle malzemeler sırtta taşınmıyor. Dağlarda olduğu gibi yanaşabildiğin kıyılar çoğunluk tarafından ulaşılamayacak yerler. Özgürlük kokusu almıştım. Ama tabii ilgilenemedim. Paraşüt ve babalık son zamanlarda en çok ilgilendiğim sporlar.

 


 

2 hafta önce eski dostum Fikret Rakıcı’dan bir mail düştü. Sea kayak eğitimi. Ne alaka dedim aradım hemen. Sea kayak yapmaya başlamış İstanbul merkezli bir dernekte. Eğitim ve tanıtım faaliyeti düzenliyorlarmış. Hemen uçtum.
Paşabahçe’de buluşuldu. Merkezi ve kayakların durduğu yer burada. Kayaklar denize indirildi. Eğitim alanına götürüldü. Bizde karadan yakın olan yere götürüldük. Eğitim başladı. Aklımda hemen Yamaç paraşütü eğitimleri belirdi.  Çok sancılı bir süreçti. Acaba dedim bunun eğitimleri ne kadar sürecek. Hani biliyordum kayakları eğitimden sonra gün sonunda kullanacaktık.

 


 

İlk önce kayak temel bilgileri anlatıldı. Çağatay sağ olsun. Ardından kano devrildiğinde tahliye yöntem ve kuralları üzerinde duruldu. Bu kısım özellikle uzun tutuldu. Herkes kayağı devirdi. Kendini kurtardı. İleri tekniklerde ROLL yapmak ve arkadaşını kurtarmak hakkında bilgi verildi. Bunlar ileri düzeylerde karşımıza çıkacaktı. Ardından sırayla kayaklara binilerek 10 dk’lık turlar başladı. Tabii ben elimden geldiğinde boş kayak buldukça testlerimi sürdürdüm. Ardından bir sonraki haftalardan birinde bir test sürüşü hayali ile evlerimize ayrıldık.

 

 

Sonrasında bir mail düştü. Heybeli ada kamplı kayak turu. Ağzım sulandı ama dedim almazlar beni. Daha eğitim bitmedi. Aradım Fikret’i. Kampa katılalım bizde vapurla geliriz orda biraz kayak kullanırız diyecektim ki. “Oolum sen gel yaparsın” dedi. ‘Ne dedin sen’ demedim bile atladım. Ayça’da ‘bizde Erinle kampa geliriz’ dedi mi.  Ahhaaa bundan iyisi Şam’da kayısı. Onu da şimdi sipariş etsen 2 ayda ancak gelir.

Hemen eksikler tamamlandı. Program yapıldı. Kadim dostumuz Kaan’a kamp için haber verildi. Oda programa dahil oldu bisikleti ile.


 

Ama her rüyanın kötü koku veren yanı olması gibi bunda da hemen bir aksilik çıktı. Çağatay’ın maili düştü. Arkadaşlar Poyraz var programı değiştirelim. Heybeliada çok acıtıcı olurmuş. Tahmin edersiniz böyle söylemedi ama benim kafamda kalan kısa açıklama bu iki kelime ‘Dikkat acıtır’. Tabii bu probleme benim yapacağım bir şey yok. Ben diğerine odaklandım. Kamp yeri hakkında bilgi toplayayım dedim. Ayça gelecek erin gelecek. Soruyorum bilen var mı? Yok! Daha önce kamp atan var mı? Yok! Eee dedim tam delilere çattık. Ardından öğrendim ki kamp deniyor ama kimisi evinde yatacak kimisi evin çatısında. Ardından bir mail daha ‘kamp yeri hakkında bilgi yok. İstersen ailen gelmesin.’ Aaa dedim Türkiye’de kamp atmadığım yer kalmadı. Adalar mı bilinmiyor dedim. Fikret’te destekleyince gitmeye karar verildi.

 

Ama poyraz nasıl olacak. Fikret arıyor konuşulanlardan anlıyorum trafik çok. Şu bu derken Cadde bostan’dan yola çıkarsak poyraz da olsa bir şeyler yapılır tadında. Bana fikir soruyor. Ben ne anlarım dedim. Poyrazı bilen sizsiniz. Kayak bilen sizsiniz. Fikret “tamam Alpay yaa yaparız olmadı ben seni çekerim deyince” haaa dedim demek böyle bir şey de var. Çekmek. Ama tuzağa düşmedim. Fikret’in en büyük amacı, arkasına ben bağlı böyle bir fotoğraf elde etmek. Antalya kaya tırmanışı şenliğine giderken ayrılan vagon parçasında tuvalette, tamamen farklı bir yere gitmesini hazmedemiyor anlaşılan. Serde delikanlılık var. Verir miyim böyle fotoğraf. Vermeeeem.
Sabah program 2 saat geçe alınıyor. Fiko bunu da bana söylemiyor. Sabahın 05:00 de ben karşıya geçmeye çalışan garip, yorgunluğun dibine vuruyorum. Meğerse buluşma 08:00 e alınmış. Hmm anlaşılan Fikret kafaya koymuş beni çekecek.

 


 

Paşabahçe’ye vardık. Kamyon alacak bizi Caddebostan’a götürecek oradan çıkacağız. Şevket abinin sesini duyuyorum. Buradan çıkalım sayımız az keyifli olur. Fikret bana soruyor “yapar mıyız?”. Neyi yapar mıyız? Bilmiyorum ki.
Kayak üstüne oturur muyuz mu? demek istiyorsun. Evet, otururuz öğrendik.
Küreği 2 elle tutar mıyız mı? demek istiyorsun. Evet, tutarız öğrendik.
Yandan bakarak artistik poz verir misin? mi demek istiyorsun. Evet, veririz öğrendik.
Ama gider miyiz işte bunu bilmiyorum. Gitmedim hiç daha.
Eksikler tamamlandı. Verdik kendimizi denize. Önce kürek teknikleri, yumruk at, çekme it. Ee tamam kaymak gibi su gidiyoruz. Boğaz, insanlar el sallıyor.

 

 

Mevkii tam bilemeyeceğim. Ortalık karışmaya başladı. Makarna tenceresi gibi kaynıyor kimi kısımlar. Gemi dalgaları. Akıntılar. 1. Köprü gölgesinde dinlenmeler. Keyif iyi. Sıkıntılı yerler var ama daha devrilmedik. Ardından şevket abinin sesi duyuldu. –Arkadaşlar Marmaray kısmını çok hızlı geçmeliyiz. Orası karışık. Vapuru var, teknesi var, iti var, kopuğu var. Pardon dedim nereye gidiyoruz gelmedik mi?


 

Neyse orayı da aştık. Moda da biraz mola. Taytlarla acayip bakışmalar. Dinlenme, ama benim kollar kopmuş. Çay içecek halim yok. Teknik yanlış dediler. Çekme it. Yaa ben bir iticem şimdi. İtiyorum yahu. İtiyorum

Hava durgun Moda’dan direk Kınalı. Tamam dedim. Şimdi geri dönüş yok işte. Bastık. Hava durgun ara sıra gemi dalgaları karıştırıyor. Pedallarla kendimi rotada tutmaya çalışıyorum. Önce Kınalı ardından Burgazada ve heybeli. Kürek çekerken arada kollarımı dinlendirme tekniklerini keşfetmeye çalışıyorum. Ama bu arada kürek çekmeyi hiç bırakmadım. Sanırım sadece çekerek bir teknik uyguluyor olsam dayanmam mümkün değil. Var ara sıra bir şeyler rahat oluyor ama tam anlayamadım. Neyse anlarız.

 

Güzel kıyı şeridi ve bitmek üzere olan kollardan sonra Çamdibi koyuna geldik. Ayça’ları bulduk. Erin ortalıkta dolanıyor. Beni görünce şöyle bir şaşırdıktan sonra.
-Bende yapabilimmi

diyerek kanoya atladı. İnsanlar boşaldı. Kamp sorunları halledildi. Çevre temizliği yapıldı. Keyif buram buram yükseliyor. Ağrıyan kollarım gece bitmesin istiyor. Fikret, kaan geyiği gecenin içinde nerden çıkacağı belli olmayan sivrisinekler gibi sokup kaçıyor. Patates li bir şeyler olmuş ama ben oraları kaçırdım. Erini uyuturken bende dalmışım. Sonra kalktım ama herkesin rengi uyku olmuştu. Erin çadırların içinden çıkmadı. Hepsi ile yüzlerce kez oynadı. Arada 3-4 uyanma ile sabah ve hazırlıklar.

 

Sevket abinin yanına gelip suratını görene kadar ben gece ne güzel esti. Uyuduk diyerek dolanıyordum. Poyraz abarmış dönüş acıtacak arkadaşlar dedi. Nasıl yaa dedim. Dün acıtmıştı. Bu gün başka bir şey olmalı. Öylede oldu. Bugün bağartttı. Argosunu doğrumu yazdım bilmiyorum ama koydan çıkar çıkmaz göz kapaklarını kapatan bir rüzgâra karşı yol almaya çalışıyoruz. Mehter takımı gibiyiz. 4 kürek çek 2 git. Aman tanrım bugün nasıl biter.
Deniz kraterler gibi. Her yerde faklı bir yüzü var. Heybeliada Burgazada arası çok dar olduğundan inanılmaz bir çalkantı ile karşılaştık. Fikret sürekli “çek Alpay fark etmiyorsun ama ilerliyorsun” diyor. Fark ediyorum Fikret, çekiyorum ve ilerlemiyoruz. Önce yukarı doğru kıyıdan sonra tam karşıya Burgaza. Ancak adanın arka kısmına çıkabiliyoruz. Burgaz Kınalı arası daha az şiddetli ama daha uzak. Kınalıda çay molası. Ciddi ciddi kayakları vapura koyup dönmeyi düşünüyorum. Buradan Caddebostan beni aşacak. Şevket abiye bakıyoruz. Bundan sonrası daha düzgündür diyor. Erim ile beraber tamam gidelim o zaman diyoruz.

 


 

Evet daha düzgünmüş...
Rüzgâr deniz suyunu gözlerime öyle vuruyor ki suratımı temizlemeye çalışıyorum, dalga çakıyor, kürek gidecek gibi oluyor. Dalgalardan öndeki adam bir görünüyor bir yok oluyor. Benim kayak filesi arızalı. Nalgen’im suya düştü. Yakaladım. Ardından pet şişe düştü yakaladım. Ardından nalgen bir daha yakaladım. Pet gitti. Her yakalama hamlesi dalgaları hazırlıksız yememe sebep oluyor. Hadi onu toparla. OOOO Fikret ile şevket abi ufukta günbatımı olmuşlar. Haydi onlara yetişeyim derken bizi bekliyorlar. Bakıyorum şevket abi besleniyor. Bakımını yapıyor. Fikret sağa sola gezmeye gidip geliyor. Tam yanlarına varıyoruz. Şevket abi su için çocuklar önemli diyor. Tekrar devam dinlensek fark acayip açılacak gene. Caddebostan’a yaklaştıkça hava duruldu. Rutin oturdu. Sanırım dalgalı deniz tekniğimi biraz faydalı oldu. Rahatım.

 

 

Arada takılmak amaçlı abarttığım oldu. Ama dalgalı denizi ben çok sevdim. Kaya Tırmanışı gibi, yamaç paraşütü gibi. Dalgaların açı ve şiddetleri hiçbir an benzer değil. Satranç oynar gibi ilerliyorsun. Sürekli olarak bir hesaplama yapmak zorundasın. Sanırım 1-1,5 m lik dalgalar içinde ilerledik. Daha fazlası ne kadar keyifli olur kestiremiyorum.
Denizde her yer farklı bir özellikte. Bu özellikler her seferinde farklı bir şekilde karşınıza çıkıyor. Rutin bir şey yok. Bence bu spor Sıra dışı.
Sea kayak beni etkiledi. Bu işe gönül vermiş olan insanlarla daha çok keyifli zamanlar geçireceğimizi umuyorum.
Ağrıyan kollarımı dinlendirme zamanı.


Alpay Oğuş
İstanbul. 29.07.2009

Okunma 20267 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 29 Ekim 2011 20:54
Yorum eklemek için giriş yapın