Dedegöl Dağları - İlyushin ve Kraken Rotaları




Dedegöl! Daima aklımda yatan o mekana tekrar gidişim ancak bahardaki Everest Dağı tırmanışı dönüşünde, 2007 yılının haziran ayı sonunda olabildi. Neredeyse üç ay kaldığım Tibet’ten kayada görece zayıf düşmüş olarak gelmiştim ve antrenmanlara ancak başlamış,  henüz istediğim performans düzeyine varamamıştım ki, dostum Efecan Aytemiz ile duvarların dibindeki o yeşil kampta, Kuzukulağı yaylasında bulduk kendimizi. Bir yerden başlamak gerek değil mi? Eğirdir, Aksu, Eldere…. Ramazan Abi’nin emektar Anadol pikapı ile dura kalka, külüstür araç sıcaktan bayılaraktan hedefe varmıştık.. hava berbat derecede sıcaktı ve kaçacak gölge de yoktu. Belki de bu sezon için çok geç gelmiştik? Kimbilir günün bu kuvvetli ışınımında, güneye bakan gri-beyaz kalker duvarlar nasıl sıcak olacaktı..




O gün, yol yorgunluğuna inat, Fransız’ların açtığı kısa spor rotalarda biraz oynadık; devasa ağaçların gölgeleri biraz olsun serinlik veriyordu ne de olsa. Efecan’ın Dedegöl’de ilk seferiydi. Aladağlar’ın zahmet ve kuraklığından sonra ne hoş bir mekan..    Devamındaki gün olan 25 haziranda, yine Fransızlar’ın 2006 yılında  açtığı bir alpin spor rotayı tırmandık (Tresor de Topkapı, VII-, 400 m. 12-14 ip boyu). İstasyonları ve kilit etapları boltlu olan rota dik ve eğlenceliydi ancak geleneksel tırmanışa hayran olan biz iki kerataya muhtaç olduğumuz zevki vermekten gayet uzaktı. Geleneksel bir macera tırmanışına, bilinmeyene girişmenin zamanı gelmişti artık. Elin kafasına göre açtığı boltlu rotaları, yalan yanlış çizilmiş topoları, arazide bolt aramak, nereye kadar?!    Hal böyleyken, cebimde sakladığım kartımı açtım! Zira, öncelerden  gordüğüm ve bir gün nasılsa gelir çıkarım diye aklımın bir köşesine yazdığım rotalardan birini çıkmanın vakti gelmişti- doğudaki büyük mağaranın sağındaki rampamsı yüz.. Tabii, Dedegöl’ün ana masifinin şahane, görkemli yüzlerine göre daha mütevazi bir yüzdü bu.




Müstakbel rotamıza karar vermenin neşesiyle yedik içtik, çay üstüne kahve geldi. O gece, Dedegöl’ün güzelim yaylası ayışığı ile aydınlıktı ve gece de harika serinlikteydi. Sessizlik, sadece belli aralıklarla geçen uçakların  jet motoru uğultusu ve ormanda kesilmiş kütükleri gece kaçak olarak götüren köylü vatandaşların elektrikli testere zarıltıları ile bölünüyordu.    26 Haziran sabahı pılıyı pırtıyı toplayıp, ormanın içindeki yamaçtan kayanın dibine yarım saat kadar yürüdük. Bu kadar geyik arasında neyi unutmuşuz tahmin edin- Efecan’ın kaya ayakkabıları tabi ki! Bu saatten sonra kampa inip yine geri çıkmak olmazdı; tek çift ayakkabıyı lidere vererek devam etmek en doğru hareketti.




Duvar, göründüğünün aksine ve Aladağlar’dakilere hiç benzemeyen şekilde, sağlam ve güzel yapıda başladı. Genelde otlu tırmanışlar içeren bu yüzde, üçüncü ip boyundaki derin bir layback çatlağının içinde bana hıslayan uzun, gri- kahverengi bir yılan ile tam manasıyla yüz yüze kaldım! Bunun haricinde olaysız geçen çıkış, en son ip boyunda zorca, dik bir etapla sona erdi. Kısa bir rotanın ilk çıkışını yapmıştık ve ismini de, dakika başı Antalya hava meydanına inmek üzere tepemizden geçen Rus yolcu uçaklarından dolayı, ‘İlyushin’ koyduk (IV, VI+ zorluğu, D- alpin derece, 5 ip boyu, 250 m). Dedegöl masifinde ortalama zorlukta, 200-250 metrelik pek rota yok. Rotalar ya çok daha zor ya da çok daha uzun veya her ikisi birden.. Dolayısıyla bu rota kayaya alışmak, kısa bir tırmanış günü yaşamak veya çevreyi keşfetmek için ideal oldu bence.    Rotanın bittiği yatık plato gerçekten sıcaktan pişiyordu; bu taşlık düzlükten öncelikle doğuya, sonra  dönüp batıya inerek, ter içinde kalarak kampımıza yürüdük. Seviyorum böyle biten tırmanışları (aynı yüksek dağlardaki duvarlar gibi), rotayı veya duvarı bitirmek klasik rotaya, inişe ulaşmanızı sağlıyor. Çoğu zaman çaresizce yaptığımız gibi, aynı rotayı iple inmek gıcık ediyor adamı yahu! Her ne kadar ayakkabıları taşımak eziyet olsa bile…   Kızıl bir günbatımında, çeşme başındaki klasik temizlik töreni sonrasında, ertesi günün rotasına karar kıldık:




Fransız alpin spor rotasını tırmanırken, karşıda gözümüze kestirdiğimiz uzun bir geleneksel çatlak-baca hattı, sarı büyük kulenin sol arkasındaki gri duvar.. Gri ve dik olması sağlamlığı konusunda  neredeyse hiç şüphe bırakmıyordu.     Neyse. Yemeğimizi haklı bir neşeyle (!) yedikten sonra geceyi çay ve bisküvi ile devam ettirdik. Geyik eksik olmuyordu, ne de olsa Efecan vardı ortamda. Az değil, uzun süre de ayrı kaldık ya, konuşacak ne çok şey vardı! Ocak susmadı, çay devamlı kaynadı.   27 haziran sabahında, önceki gecenin geç saate kadar süren sohbeti nedeniyle biraz geç uyanıp, acelesizce kahvaltı ettik. Rota uzunmuş, daha duvarın dibine yürünecekmiş, kim takar! Bu arada, ardarda öküz gibi rotalara girmenin etkileri de ortaya çıkıyordu, artık yorgunduk ve uykuya gereksinimimiz vardı.. Kampımızda umarsızca ziyafet çekiyorduk desem yalan olur; ekmek bayatlamış, peynir 40 derece sıcaklıkta pörsümüş, kahve de eski tadında değildi nedense..    Uzun lafın kısası, en sonunda sabah mahmurluğunu kırıp hareket ettik. Güneş yine fena halde yakıcıydı…Neyse ki hala gölgede olan duvarın tabanına, sarı kulenin soluna giren derin boğaza girmemiz gerekiyordu; ancak kanyonun dar tabanı devasa taşlarla blokeydi ve oradan geçemezdik. Biz de  sol taraftaki suyla aşınmış kaya yüzeylerinden III+, IV derece kısa, serbest etaplarla tırmanıp kanyonun içine girdik. Şimdi tam tepemizde o kadar hoş rota seçenekleri vardı ki, adeta şekerci dükkanındaki şımarık çocuklar misali kendimizi kaybedecektik az daha.. Hangisine girsek? Sonuçta, ipsiz ulaşabileceğimiz son noktada, kayanın dibinde tüm malzemeyi donanmış, istasyonu kurmuş ve tırmanışa hazırdık..            




Çıkmaya karar verdiğimiz rota, sonradan anlayacağımız üzere, şaşırtıcı derecede güzeldi- gri slab etaplarında keskin su olukları, jilet gibi keskin kaya, dik sırtlar, boşluklu dihedraller, tertemiz açık bacalar.. Genel zorluk ise pek de değişmiyordu ve kaya istisnasız olarak sağlamdı. Yine de, rotada oynak duran birkaç büyük, ayrık bloku kırıp düşürmemiz gerekti- dağ tabii, olacak o kadar, yapay duvar değil ya bu! Duvarda rota bulmak çok kolay olmadı; ufku kapatan karmaşık bir kuleler sistemi arasından tırmanıyorduk ve her etapta dijital kameradan rotanın karşıdan çektiğimiz resmini inceleyerek istikamette karar kılıyorduk. Tabii bu da bazen kandırıcı olabiliyordu.   Bu tırmanışta, en çok büyük boy emniyet malzemelerimiz işe yaradılar- geniş çatlaklar ve oluklar rotanın en esaslı unsurlarıydı. Sırtımızdaki üç litre su ise, bu yakıcı günde bizi sıvılandırmaya ucu ucuna yetti. Nihayetinde dik, açık bir baca etabı ile bu güzel hattı bitirip, zirve sırtından aşağımızdaki yaylayı  oturarak seyredeceğimiz setlere ulaştık. Gün oldukça ilerlemişti artık ve akşam yavaştan geliyordu…dağın sırtında II-III derecelik basit tırmanışlar yaparak, dağın arkasındaki Beyşehir gölünü göreceğimiz bir konuma geldik..Yüksekliğimiz 2400 metrelerdi, yani yola çıktığımız yayladan neredeyse  900  metre daha yüksek.    İlk çıkışını yaptığımız V+, VI+  derece zorluğunda, D+ veya TD alpin derecede, 350 - 400 metrelik, 6-7 ip boyluk bu rotanın adını, efsanevi bir deniz canavarının ardından (aslında, şahane ve devamlı çatlak sistemlerinin ardından!) ‘Kraeken’ koyduk. Bu sefer için son kez, yılkı atlarının ve ineklerin otladığı, çeşmelerden serin sular akan yeşil yayladan huzur içinde kampa geri yürümek, Dedegöl’deki tırmanış serimizi noktalıyordu.  Allahtan, tırmanışlar düşündüğümüz kadar sıcak olmamış, rüzgar ve bulutlar sıcağı kırmıştı da rahat etmiştik.   Şimdi neresi var? Aladağlar’ın serin kuzey yüzleri bu yaz için menzilimize girdi. Dedegöl ise sonbaharda havalar serinleyince yine ilk seçenek olacak, çünkü orada dostlarla beraber yapacak çok ama çok şey var.   Dağlarla ve tırmanışla kalın…

TUNÇ FINDIK
Okunma 8428 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 29 Ekim 2011 20:54
Yorum eklemek için giriş yapın