Herkes bir koşturmaca içerisinde eksikliklerimizi gideriyor. Her faaliyet öncesinde olduğu gibi yine bütün her şeyi son güne bırakıyoruz, bundan zevk aldığımız bir gerçek. Bizim evde salonda süper bir kargaşa var. İlk yardım malzemelerini görünce birden irkiliyorum umarım kullanmayız. Akşama doğru gıda malzemelerimizi ve kamp malzemelerimizi 6 ya böldük ve artık çantaları yerleştirmek için kişisel çalışmalar başladı. Bu arada dağcı arkadaşlarımızdan gelen giden eksik olmadı. Devamlı bir sirkülasyon vardı.Çanta toplama işlerimizi yine geleneksel bir şekilde bira içerek tamamladıktan sonra Yurt Gaz’ın bizim için; Ankara’da bulunan Alpiniste hazırlattığı polar alt üst takımlarımızı giyip bizi Voodoo Rock Bar’da bekleyen kulüp üyelerimizin yanına 23.00 civarı gittik.Burada coşkulu bir şekilde iki saat faaliyet öncesi son geyiklerimizi yaptık ve otogara devam ettik.

28 ŞUBAT 2008
Bütün DPUDAK yine uğurlamaya gelmiş bizleri. Bu kulübün bu huyunu çok seviyorum çünkü yalnız olmadığımızı gerçekten bize iyi hissetiriyorlar. Hep beraber fotoğraflarımızı çektiriyoruz ve son muhabbetlerimizi yapıyoruz. Saat 01.00‘da bütün kulüp üyelerimizle birbirimize sarılıp vedalaştık ve otobüsümüze bindik. Otobüsümüz otogardan İstanbul’a doğru çıkarken bizim kulübün yaratıcı çocukları otobüsün önünü keserek kendilerinin hazırlamış oldukları ve üzerinde “Demavend Ekibine Başarılar Nice Zirvelere” yazan afişi açtılar. Bu sürprizde hoşumuza gitmişti. Tırmanış ekibinden herkesin yüzünde hüzünle mutluluğun karışmış olduğu bir ifade hâkimdi.
Otobüsteki bunaltıcı sıcakta geçen yolculuğumuz 06.45’te İstanbul Ataşehir de son buldu. Burada Anadolu Turizmin servislerine binip ailemin evinin bulunduğu Fenerbahçe’ye doğru yola çıktık. Saat 07.20 de eve vardığımızda bizi sevgili annem karşıladı. Tırmanış ekibiyle kısa bir sohbet ettikten sonra süper bir kahvaltıyla bünyelerimizi besledik. Bu arada babamın bizim çocukların önündekileri kapmak ve yemek konusunda gösterdiği atiklik ve hız; herkesin takdirini kazandı. Kahvaltıdan sonra bel çantası almak için bizim ekip evin yakınlarında bulunan malzemecilere çıktı.Bizde Metin’le beraber çıkıp Özgeyi aldık ve eve geldik.Bir eksiklik vardı İSO etraflarda yoktu. Hemen kendisini aradım ki aşağıda daha önce yirmi defa geldiği bizim apartmanı arıyormuş. Bu arada bizim İstanbul içerisinde ulaşımımızı sağlama sponsorluğunu üstlenen dağcı dostlarımız Şevki ve Maksud KANDIR minibüsleriyle aşağıda belirdiler. Şevki şirin ve hareketli oğlu Yunus Emre’yi de getirmişti. Ev iyi hareketlenmiş ti. Saat 15.45 ‘te Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Tahrana uçağımız vardı fakat kontrol işlemleri için uçağımızın hareket saatinden iki saat önce orada olmamız gerekiyordu. Bu yüzden 12.00’de annemin hazırlamış olduğu yemekleri tırmanış ve destek ekibimizle beraber müthiş bir kargaşayla yedik. Evdeki herkes hep beraber aşağı indik ve ailemle Hyundai H 100 minibüse; bizim ekip, çantalar, İsmail, Şevki ve Maksudun sığmayacağı üzerine tartışmalarda bulunduk. Daha önce tek arabada Ağrı’ya tırmanışa 7 kişi gittiğimiz düşünüldüğünde bu minibüse sığacak olduğumuz açıkça ortadaydı. Hepimiz yerleştikten sonra ailemle de vedalaştık ve havaalanına doğru yola çıktık. Neşeli bir yolculuk sonrasında saat 13.00’te havaalanına vardık ve burada eski başkanımız Ufuk ile buluştuk. Bagajlarımızı kontrol için verdikten sonra havaalanında bizim tayfayla çay-kahve muhabbeti eşliğinde uçak saatini getirdik. Ufuk, Şevki, Maksud ve İso ila vedalaşıyorduk şimdide. İsmail ile birbirimize sarıldığımızda bana “Bunu da yapacaksınız bak içime öyle doğuyor” dediğini hatırlıyorum. Uçağa binerken aynalı camlardan bizimkileri görüp hepimiz bir el salladık ve koltuklarımıza yerleştik. Uçak havalanmadan önce jet motorlarını çalıştırdığında Metin’in derginin sayfalarını bakmadan çevirmesine değinmeden yapamayacağım. İki saat kırk beş dakika süren uçuş sonrasında Tahrana indik ve çantalarımızı aldık. İran’a indiğimizde saatlerimizi de buranın saatine göre ayarladık. Çok basit bir buçuk saat ileriye alıyorsunuz. Havaalanında 100 doları 92.000 tümene bozdurduk. İran’ın resmi para birimi riyal ve kullanılan banknotlar üzerindeki rakamlardan bir sıfır atıldığında bu parayı tümen değerinde kullanabiliyorsunuz . Verilen paralar gözünüze çok geleceğinden saymayı ihmal etmemek gerekiyor.
Tahran’a gelmeden önce ve Tahran’da pasaport işlemlerini hallederken herkes bize birilerine haber verip vermediğimizi ve otel rezervasyon durumumuzu sordu. Bende çok büyük bir planlamaya gerek olmadığını ve Tahran’da onlarca otel bulabileceğimizi düşünüyordum. Havaalanında Türkçe ve İngilizce bilmeyen bir Taksi şoförü ile 25.000 tümene Tahran’a kadar anlaştık. Arabası altımızı ve çantalarımızı alabilecek büyüklükteydi. Havaalanı ile Tahran arasındaki 50 km düşünüldüğünde 6 kişi için bu araba ve fiyatı çok güzeldi. Taksici Ali ile Tahrana doğru ilerlerken yolun kenarında Humeyni’nin resmini bize göstererek “Terörist” diyerek ülkelerine yeni gelmiş bizleri biraz şaşırttı. Tahrana varana kadar; bizden önce Demavende gelmiş olan Eskişehir ekibinden İsmet’in verdiği İran rehber kitabından edindiğimiz Farsça kelimelerle Aliye uygun bir otel istediğimizi anlattık. Bizi götürdüğü üçüncü otel olan Hotel Sabalan bizim için çok uygundu. Odalar üçer kişilikti ve duş, tuvalet, televizyon ve mini buzdolabı mevcuttu. Fiyat olarak ilk kişi başı 9000 tümen söyledi fakat onu 8000 tümene çekip otele yerleştik. İran’da Azeri Türk nüfusunun çok olması bizim işlerimizi baya kolaylaştırıyordu. Otelden karnımızı doyurmak için çıktığımızda hemen yakınlarda bir dönerciye girdik ve karınlarımızı doyurduk. Herkes bizim Türkiye’den geldiğimizi üzerimizdeki polarlara diktirmiş olduğumuz Türk bayraklarından anlıyordu ve özellikle Azeri kökenli olanlar bize “Konak Olun” diyerek iyi niyetlerini belli etmeye çalışıyorlardı. Otelin altındaki büfede Hüseyin diye daha önce Türkiye’de bulunmuş bir arkadaşla tanıştık ve ondan biraz bilgi aldık. Uyumak için otele geldiğimizde hepimiz İran’da güzel zaman geçireceğimizi biliyorduk ….

29 ŞUBAT 2008
Bugünü biraz gezmeye ve dinlenmeye ayırmıştık ama İran’daki bol tatil sisteminden haberimiz yoktu tabi. Burada dini liderler öldükçe tatil yapılıyor. Dükkânlar da kapama zorunluluğu olmamasına rağmen açmıyorlar ki buda bana paraya ihtiyaçları yok ki kapamayı tercih ediyorlar diye düşündürüyor. Tahran’da buranın ulusal yemeği haline gelmiş olan Çello Kebabı tadıyoruz ve hepimizden bu yemeğe olur çıkıyor. Türk damak tadına yakın çünkü. Fuat Abi’den almış olduğumuz Rıza Mahmudi adlı kişinin telefon numarasını çevirdik ve dağ hakkında bilgi almak amaçlı bizim otelde buluşmak üzere sözleştik.
İran’daki trafik görülmeye değer. Herkes yollarda. Trafikteki ışık sistemleri pekiyi olmadığı için oradaki sürücüler farklı bir sistem oluşturmuşlar. Zaten kullanılan araçların hepsi plastik tamponlu. Ama hükümetin trafikte adam ezene büyük cezalar vermek gibi güzel bir uygulaması yüzünden kendinizi akan trafiğin ortasına attığınızda araçlar sizi ezmiyor. Bunu da yüksek zekâmızla test ettik ve onayladık. Otele gittiğimizde biraz lobide çay ve kıtlama şeker muhabbeti yaparak Rıza Mahmudi’yi bekledik. Kendisi içeri girdiğinde üzerindeki North Face’ten hemen anladık o olduğunu. Biraz sohbet ettikten sonra ertesi sabah 05.30’ta bizi iki araçla alabileceğini ve Taksi’nin dağ yollarını çıkamayabileceğ ini ve fazla para gerektireceğini söyledi. Bizi otele getiren Taksici Ali ile Rheine köyüne kadar 70.000 tümene anlaşmıştık ve fiyat aradaki kilometre göz önünde bulundurulduğ unda uygun gelmişti. Rızaya Ali’yi aramasını ve Ali ile gitmeyeceğimizi söylemesini istedik. Rıza ile ertesi gün buluşmak üzere sözleştik ve yolculadık. Daha sonra Tahran sokaklarında biraz daha gezinip fast food tarzı bir yerde pizza yedik. Burası gayet başarılı yemek yapıyordu beğendik ve 24.000 tümen ödedik Saat 21.30 civarı otel yakınlarından pil, sigara ve biraz meyve alıp çantalarımızdaki fazlalıkları ayarlamak ve uyumak için odalarımıza çekildik.
1 MART 2008
05.30’ta iki küçük araba geldi ve sıkış tepiş bu araçlara yerleştik ve tırmanışa başlayacak olduğumuz Rhenie köyüne doğru yola çıktık. Yolda Rıza Mahmudi’den İran’daki politika ve yönetim ile ilgili bilgi aldık. Bir yol ayrımından döndükten sonra karşımıza Demavend çıktığında ise gerçekten etkilendik. Tepesindeki şapkasıyla büyük duruyordu. Bu arada bize Taksi çıkamayabilir denilen yollar spor bir otomobil ile çok rahatça geçilebilirdi. Bir saat kırk beş dakika süren bir yolculuk yaptıktan sonra Rhenie de bulunan federasyonun dağ evine vardık. Buraya Rıza adlı 52 yaşındaki dağcı bakıyordu. Çok güzel temiz ve düzenli bir dağ evi. İçeride koğuş sisteminde ranzaları olan odaları var. Dinlenmek isteyen dağcılar tırmanış sonrasında burada çok iyi bir şekilde dinlenebilirler. Rızayla ayaküstü yaptığımız sohbette duvarda iki dağcının resmini gösterdi. Babası ve yanlış hatırlamıyorsam amcasının oğlunu Demavend te çığda kaybetmiş. Etkilendik doğrusu. Şehirde kullanacak olduğumuz ayakkabılar gibi dağda kullanmaya gerek olmayan fazla malzemelerimizi dağ evinde görevli olan Rızaya bıraktık. Yukarıda tırmanış başlayacak olduğumuz yere kadar bizi Rıza’nın kardeşi Hasan jiple çıkartacaktı. Bütün hazırlıklar tamamladıktan sonra Rıza Mahmudi bana kendisine 300 dolar vermem gerektiğini bu şekilde bizim dağa çıkış, gerekirse dağ evinde kalış, Tahran git-gel gibi bütün paralar için yeterli olacağını söyledi. Sinirlendiğimi hissettim fakat parayı da verdim. Bu kısa şoktan sonra tırmanışa başlayacak olduğumuz yere kadar canavar gibi asfalt yollarda Land Rover marka olan Hasan’ın jipiyle devam ettik. Rıza Mahmudi ve Rıza bize iki gün hava güzel diye bugün direk 4200e çıkın ondan sonraki zirveye çıkın ve geri dönün diyorlardı. Düşünecek olduğumuzda bu çok saçmaydı. Hiç birimiz 3000 üzerinde yaşayan insanlar değildik ve iki gün içerisinde 1900 m.den başlayıp 4200 e çıkıp zirve yapıp aynı gün dönecek kuvvette değildik. Bundan ötürü İranlıların tavsiyeleri yerine dağa gelmeden önce hazırlamış olduğumuz opsiyonlu tırmanış programımızı uygulama kararı verdik. Demavend klasik güney rotasının başlayacağı yol ayırımında 09.00’da indikten sonra vadinin sağ tarafından bizden daha önce tırmanmış olan tur kayakçılarının izlerini izleyerek yükselmeye başladık. Yol boyunca karşılaştığımız İranlı dağcı grupların çoğu zirveye varmıştı ve hüzünlü türküler söyleyerek aşağı iniyorlardı. Bu arkadaşlarla yaptığımız ayaküstü sohbetlerin hepsinde Ağrı’ya gelmek istediklerini belirtiyorlardı . Tırmanışımız saat 11.05’te Shelter 2 de deniler Mescitte son buldu. Burayı terk etme hazırlığında olan İranlı üniversite grubundan dağcılar konaklamak için Mescidin sol tarafında kalan barakaların daha elverişli olduğunu söylemesi üzerine o barakaları tercih ettik. Yaz mevsiminde araç yolunun da kullanılabilmesinin etkisiyle Shelter 2 tam bir Pazar yerine dönüyormuş ki bununda etkileri kışın görülebiliyor. Ortada çöplerin içine dökülüp yakılabilmesi için bir tel kafes var. Kaldığımız barınağın hemen yanında basit sistemli bir tuvalet yapılmış. Buradaki bu konaklama imkânları gerçekten Türkiye’de yaptığımız dağcılık göz önünde bulundurulduğ unda çok lüks geldi. Hava istediği kadar bozuk olsun barınaktaysan eğer bir sıkıntı yok demektir.
Barınağa yerleşip yemeğimizi yedikten sonra dışarı çıkıp biraz zirvenin ve 4200 deki Shelter 3ün durumunu inceledik. Zirvede bulutlar toplanmıştı ve bir şapka gibi dağın başında duruyordu.3900- 4000 civarlarının ve üstünün rüzgarlı olduğunu gözlemledik. Bu durum karın süpürülmesi ve bizim tırmanırken daha az performans göstermemiz açısından olumlu bir durumdu fakat zirve tırmanışını yapacak olduğumuz esnada ise bizi daha çok üşütecek ve yıldırabilecek bir etki göstermesi de söz konusuydu. Türkiye’deki arkadaşlarımızdan aldığımız hava durumlarına göre önümüzdeki 4 gün hava kuvvetli rüzgârlı ve yağışlı. Ekiple yaptığımız konuşmalarda bekleyeceğimiz zamanı da göz önünde bulundurarak 4200 metreye ertesi gün çıkmamızın iyi olacağına karar verdik. 4200de ne kadar uzun durursak zirve tırmanışında daha hızlı ve rahat olacağımız üzerine düşüncelerimiz yoğunlaştı. Bu konuşmalarda Burhan İranlı dağcıların söylemlerinden etkilenerek acelecilik gösterdi. Onun düşüncesi hava tahminlerine rağmen 4200 metreye bir an önce çıkıp zirveye tırmanmak ve geri dönmek yönünde. Haklı olarak Türkiye’de yaptığımız tırmanışlarda hava tahminlerinin dağ durumuyla pek örtüşmediğini düşünmekte fakat bizim de yeterince bekleyecek zamanımız var. Kendisine sakin olmasını önerip iyice dinlenmek amacıyla öğleden sonra uyku moduna geçtik. Uyandığımızda saat 20.00 civarındaydı. Kalktık biraz sohbet ederek yemek yedik ve 21.45’te bir daha uyuduk…

2 MART 2008
Saat 09.00’da hepimiz uyanmıştık. Şehriye çorbası ve patates püresi ile kahvaltımızı yaptık ve dağı incelemek üzere kahvelerimizle dışarıya çıktık. Yukarısı yine rüzgârlı ve bulutlu idi. Saat 11.00’de tırmanışa başlamak üzere kararlaştırıp hazırlıklarımızı yaptık. Tırmanışa Shelter 2’nin sol tarafında belirgin şekilde başlayan sırt üzerinden başladık. Bu sırtta yaklaşık 50 dakika tırmandıktan sonra Egemen Abi terlediğini ve bundan rahatsız olduğunu söyledi. Kendisi bizi yavaşlatmak istemediğini ve buraya kadar gelmekteki amacının hep beraber burada olmak olduğunu belirtti ve Rheine de beklemek üzere bizimle vedalaştı. Bence insanın bu nokta da kendisini bilmesi çok önemli. Gereksiz hırslı bir insanla tırmanmak hem ekip hem de kendisi için çok yıpratıcı olacaktır. Verdiği karardan ötürü Egemen Abiyi tekrar tebrik ederim. Söylediği gibi amacına ulaştı. Oradaydı. Bizimleydi…
Egemen Abi’den ihtiyacımız olan malzemeleri alırken biraz tang içtik ve orada 20 dakika oyalandık. Harekete tekrar aynı sırt üzerinden devam ettik. Sağı ve solunda iki belirgin sırtın olduğu vadiye girdiğimizde kar yağışı ve rüzgâr etkisini arttırdı. Üç buçuk saat süren bir tırmanışın ardından rotanın belirlenmesi için dikilmiş olan levhaların üçüncüsünün hemen altındaydık. Hava iyice bozmuştu ve görüşümüz ciddi ölçüde azalmıştı ama Shelter 3 e yaklaştığımızı biliyorduk. Bu arada rota üzerine konuşurken sağ tarafımızdaki sırttan tek başına bir dağcının indiğini gördük. Bize batonlarıyla geri dönün işareti yapıyordu. Burhan çantasını bırakıp dağcının yanına bilgi almak amaçlı gitti. Burhan döndüğünde İranlı olan dağcının geri dönmemiz gerektiğini Shelter 3 için dört saatlik yolumuz daha olduğunu söylediğini belirtti. Dört saatlik daha yolumuzun olduğunu duymak bizi çok şaşırttı fakat adam Burhana birde neden taşıyıcı tutmadığımızı sormuş. İlginç. Evet, hava kötüydü ama saatte 15.15 ti ve baya yükselmiştik. Burhan “Yoktur o kadar devam edelim” diyordu fakat hepimizin o dağda ilk defa bulunduğu, gördüğümüz dağcının haklı olabilme ihtimali ve hava şartları da düşünüldüğünde geri dönmek en sağlıklısı olacaktı. Kararımı açıkladım ve inişe başladık. Kimi yerlerde güneşinde etkisiyle yumuşamış olan karın bizi zorlamasıyla yaptığımız bir buçukluk saatin inişin sonunda Shelter 2ye tekrar geldik. Dört saat boyunca ağır kamp yükümüzle yaptığımız tırmanışı en güzel özetleyen cümle ise Sinan’dan “Ne lan bu hiç tırmanmamışız demek ki bir buçuk saatte indik” şeklinde geldi.
Shelter 2 de yine barınağımıza yerleştiğimizde hava kararmaktaydı . Hemen yemek hazırlıklarımıza başladık. Menümüz çok zengindi makarna ve çorba. Yanımızda yer kaplamasın diye ekmeğimizde yoktu fakat ekmeksizde karınlarımız doyabiliyordu. Yemeklerimizi yedikten sonra biraz sohbet ettik ve ardından saat 21.00e gelirken yattık.
3 MART 2008
Sabah hepimiz uyanıp ilk olarak yukarıyı ve havayı incelemeye başladık. Hava güzeldi. Bu arada aşağıdan daha sonra birbirimizle çok iyi anlaşacağımız ve kendilerini çok seveceğimiz Muhtar ve Elburs adında iki dağcı gözüktü. Shelter 2 de yarım saat kahvaltı yapıp 4200 metreye çıkacaklarını söylediler. Kendileriyle vedalaştıktan sonra Rheine deki federasyon görevlisi olan Rıza geldi yanımıza Norveçli Erik isimli bir tur kayakçısının rehberliğini üstlenmiş. Egemen Abinin keyfinin yerinde olduğunu dağ evinde uyuduğunu anlatıyor bize. Rıza ile de yukarıda görüşmek üzere vedalaştık ve tırmanış için hafiflemek amacıyla bazı gıda malzemelerini, ara kamp atmak ihtimaline karşın yanımıza almış olduğumuz çadırımızı ve yedek yakıtımızın bir kısmını Shelter 2 de bıraktık. Bir gün öncesinden ağır olmamızdan ötürü şikâyetimiz vardı. Hava tırmanışa başladığımız zaman saat 10.30da çok güzeldi sadece yukarıdaki şapka aynen duruyordu. Bu sefer tırmanırken rüzgâr almasına rağmen sağ taraftaki sırtı üzerinde kar olmamasından ötürü daha hızlı yükselebileceğ imizden tercih ettik. Sırtta daha önce Shelter 2 de tanışmış olduğumuz Muhtar ve Elbursun yarım saat arkasından yer yer ayak izlerini takip ederek bazen de ufak kaya kütlelerinde zevkli tırmanışlar yaparak belirgin sırttan 4 saat sonra çıktık ve Shelter 3 e bağlanan eğimli araziye geldik. Burada sırtımızdaki yüklerin ve tabii ki irtifanında etkisiyle biraz yavaşladık. Benim 50-60 metre önümde Sinan ve Burhan gidiyordu. Hemen 10 metre arkamdan ise Metin ve Sefa geliyordu. Shelter 3ün girişinden Rıza bize bağırıyordu. Saat 15.50’de Shelter 3e varmıştık. Burada bir tanesi tamamlanmak üzere olan üç tane barınak var. Bu barınaklar İslami Devrimden önce Şahlık zamanında inşa edilmişler. Sarı olanın içerisine girdik ve ön taraftaki ranzalara yerleştik. İçeride federasyonun mihmandarları nın getirmiş olduğu piknik tüplerini kullanarak bir bakraçta su eriten samimi bir arkadaş “Celal” ile tanıştık. Kendileriyle biraz muhabbet ettik ve yemek yedik. Bu arada Muhtar ve Elbursla olan muhabbetimizde git gide artıyordu. Birbirimizin yemeklerinden ve içeceklerinden tadıyorduk…
Beslenme ve yerleşme işlerimizi tamamladıktan sonra Türkiye’den gelen hava raporlarını İranlı dostlarımızla konuştuk ve ertesi gün zirve tırmanışı yapmayarak iyice dinlenmeye karar verdik. Bu kararımızın ardından herkes tulumlarına girdi ve uyudu.
4 MART 2008
Gece baya rüzgârlıydı fakat kar yağdığını anlamamıştık. Buna rağmen gece yağmış olan kar barınağın önünde birikmişti. Kahvaltımızı yaptık ve barınağın içinde İranlılar ile Norveçli tur kayakçı Erik ile sohbet ederek biraz zaman geçirdik. Erik ve mihmandarları Celal ile Rıza aşağıya inme kararı aldılar. Daha sonra barınağın önüne çıkarak kendilerini uğurladık ve çevreyi inceledik. Bulunduğumuz yerde rüzgâr çok kuvvetli ve dondurucu bir şekilde esiyordu. Bütün bir günü boğucu dağ evinin içerisinde uyuyarak, sohbet ederek ve müzik dinleyerek geçirdik. Fakat burada bütün bir gün için saymış olduğum aktiviteler yetersiz olduğu için insan sıkılabiliyor. Akşam yemeğinden sonra tekrar İranlı dostlarımız Muhtar ve Elburs ile ertesi gün için hava değerlendirmesinde bulunduk. Tahminlerde hava açık fakat rüzgârlı gözüküyordu. Tırmanış denenebilirdi fakat bir gün daha sonrası olan 6 Mart için havanın rüzgârsız ve açık göstermesi bizi bir gün daha bekleyerek gücümüzü muhafaza etmemiz yönünde karara götürdü. Ertesi gün tırmanış yapmayarak bekleme günüydü.
İranlı arkadaşlarımızın İran’daki düzenle ilgili görüşlerini aldık. Elburs ve Muhtar; eyalet sistemiyle yönetilmekte olan İran’ın Kürdistan eyaletindenlerdi. Elbursun babası İran da özellikle Tahran’ın tanınmış dağcılarındandı. Oranın Aladağları olan Alem Koh silsilesinde 66 yaşındayken yapmış olduğu uzun duvar tırmanışları bizleri çok şaşırttı. Elburs adlı dostumuz sivil mühendisliği okumuş Muhtar ise büfe işletmecisiydi. İran dağcılığı, tarihi, Şahlık ve Ruhanilik sistemi üzerine konuşarak biraz daha zaman geçirdikten sonra yattık uyuduk.
5 MART 2008
Gece yatmadan önce biraz baş ağrısı vardı fakat çok önemli olduğunu düşünmemiştim. Yükseklik ile ilgili bir sebepten baş ağrısı değildi çünkü İrana gelmeden önce 2000 metrenin üzerinde uzun süre kalmıştık. Shelter 2 de kaldığımız iki gün ve bu günler içerisinde yapmış olduğumuz 4200 metreye çıkış denemesi ile 4200de kaldığımız 2 günde düşünüldüğünde yüksekliğe uyum sağlamamış olmam gerekiyordu. Baş ağrısının vermiş olduğu sıkıntı ile dağ evinin içerisinde gezinirken ilk olarak Elburs uyandı. Kendisiyle biraz sohbet ettik ve durumumu anlattım. Oda aynı durumda olduğunu ve aklimatizasyonun iyi olduğunu söyledi. Kendisiyle beraber barakanın önüne çıktık ve çeşitli kültür-fizik hareketleri yaparak 2 gündür boğucu barakaya tıkmış olduğumuz bünyelerimizi açmaya çalıştık. Yukarıdaki hava bir önceki gün kadar sert rüzgârlı olmasa bile rüzgârlı ve zaman zaman da bulutluydu. Barakaya döndüğümüzde ilk olarak bizim çocuklardan ilk yardım çantasını aldım ve kanımı biraz daha sulandırmak için aspirin aramaya başladım ki bulamadım. İmdadıma Muhtar suda eriyen bir Aspirin c ile yetişti. Onu içtikten sonra Sinan, Sefa ve Burhan ile konuştuk. Kendilerinde de inceden bir baş ağrısı olduğunu öğrendim. Bu kadar gündür burada olan ve yüksekliğe uyum ile ilgili hiçbir noktayı atlamayan bir gruptaki herkesin başında 4200 metredeki üçüncü gününde baş ağrısı vardı. Metin’inde ufak tefek sorunlu uyandığını gördüğümüzde üzerinde anlaştığımız karar; 4200 metrede geçen hareketsiz ve boğuk uzun süre ile dağ ortamındaki beslenmemizin etkisi yönündeydi. Bunun için bugün sıvı alımına dikkat ederek kahvaltıdan sonra bir saat yürüyüş yapma kararı aldık. Saat 10.30 da zirve tırmanışı izleyecek olduğumuz rotanın üzerinde bir saat yükseldik ve dönüş öncesi biraz dağı incelemek ve fotoğraf çekmek için 20 dakikalık bir mola verdik. Yanımızda zirve tırmanışında beraber olacağımız Elburs ve Muhtar da vardı. Dağın güneyinde bulunan ve bulunduğumuz rota üzerinden çok iyi görebildiğimiz Dobarar traversi hakkında bilgi aldık. Çok etkileyici gözüküyordu. 40 km uzunluğunda olan bu travers rotası hep 4000 metrenin üzerinde ilerliyordu. Kışın dağcının performansı ile hava durumu göz önünde bulundurulduğ unda 8 ile 11 gün arasında bir zaman alan, İran’da yüksek prestiji olan bir travers burası. Bu traversin güney doğu yönündeki başında ise Frea dağ bulunmakta. Bu dağların fotoğraflarını çekip biraz da kamera kaydı aldıktan sonra saat 13.00e doğru barınağa girdik. Baş ağrısı sıkıntımızı atmış gibiydik. Öğleden sonra rüzgâr etkisini arttırdı ve bazen yağış düşmeye başladı. Adı Bijan olan Azeri bir dağcı arkadaşımızın telefonundan Egemen Abi ile temasa geçtik. Herhalde Rheine de sıkılmış ve tekrar oradaki muhabbeti bol neşeli Azeri dağcı grubuyla tekrar tırmanışa başlamış. Zirve tırmanışından döndüğümüzde Shelter 3 te buluşmak üzere sözleşiyoruz. Bu arada kapıyı ikisi Afganlı biri Fars olmak üzere 3 tane yük taşıyıcısı açtı. Bizden önce dağa hem kaymak hem de zirve tırmanışı yapmak amacıyla Avusturya’dan gelmiş olan fakat elverişsiz hava koşulları yüzünden dönmüş olan ekibin çantalarını getirdiler. Bu sefer ekip sadece zirveye tırmanacaklarmış . Taşıyıcılardan Fars olan Hasan çok kuvvetli görünümlü ki sonradan yurt dışından hiçbir katılımın olmadığı “Uluslar arası Demavend Sürat Tırmanış Yarışması”nda Shelter 2 den 3 saatte zirveye çıkarak birincilik ödülünü aldığını öğreniyoruz. Acayip eğlenceli ve hareketli bir tip. Devamlı olarak cep telefonundan müzikler açıyor ve türküler söylüyor. Burhanın Türk olduğunu inandıramadık Burhana “Sen kesin Fars kökenlisin” gibi konuşuyor. Bu arada rehberleri ile 8 kişi gelen Avusturya ekibiyle ortam hareketleniyor. Rehberleri olan Hüseyin daha önce bizi 4200 metreye bir saat gibi yolumuz varken sizin 3-4 saatiniz daha var diyerek geri dönmemize etkide bulunan adam. Daha önce bize neden taşıyıcı tutmadığımızı sorması ile bugün arasında da ilişki kurabildik tabii ki. Taşıyıcıları ve oradaki dağ rehberliğini kendine bağlamış adam para kazanacak. O gün yapmış olduğu konuşmalar ve göstermiş olduğu tavırla bizim müthiş antipatimizi kazandı ve kendisine bunu yansıttık. Daha sonra Elburs ile rehber tutmamız gerekliliğine dayalı bazı konuşmalar olduğunu fark ettik fakat orada rehberlikle ilgili bir yasal düzenleme yok. Olsaydı gittiğimiz yabancı ülkedeki prosedürlere uymayacak yapıda insanlar değiliz tabii ki. Böyle bir ufak tatsız durum yaşadıktan sonra gece 03.30 da tırmanışa başlayacak şekilde hazırlanmak üzere sözleştik ve tulumlarımıza girdik.

6 MART 2008
Gece 02.30’da kalkıp hemen şehriye çorbası ve püre hazırlayarak kahvaltı niyetine bunları yedik. Termoslarımıza ihtiyaç duyacağımız tang-su karışımını da stokladıktan sonra 03.45’te daha önce aklimatizasyon tırmanışını yaptığımız rotadan tırmanışa başladık. (Rota Shelter 3ü arkanıza aldığınızda karşınıza çıkan kar kulvarının sağındaki sırt üzerinden başlıyor. ) Bu sıralarda hava bu tarz dağlarda ender rastlanabilecek şekilde rüzgârsız ve açıktı. 4200 metreden tırmanışa başladığımızdan hava aydınlanana kadar Elburs, Muhtar ve bende ufak tefek parmak üşümeleri mevsime göre normal olarak yaşandı. Bu sırtta 4,5 saat gibi yükseldikten sonra donmuş şelalenin(icefall) de görülebildiği yerden kar kulvarını sola doğru yan keserek geçtik. Burada kayalık ve taşlık zeminde irtifanında etkileriyle yavaş bir şekilde yükselerek bir süre daha devam ettikten sonra 20 dakikalık bir mola verdik. Molaya kadar olan süreçte tırmanış bana çok bezdirici gelmişti fakat zirvenin çekiciliği karşısında devam etmekten başka yapacak bir şey yoktu. Molamızı bitirdiğimizde bir yarım saat daha yükselerek zirvenin altındaki nispeten geniş araziye vardık. En önde Muhtar, arkasında Sinan ve Burhan, onların bir 30 metre arkasında Sefa-Metin ve onlarında 20 metre arkasında ben ve Elburs yürüyorduk. Herkes artık 5300ün üstünde iyice adım-adım yükselme sistemine geçmişti. Geniş arazide yükselirken buradan çıkan kükürt kokusu aşırı şekilde olmamak kaydıyla rahatsız etmeye başlamıştı. Geniş arazi bittiğinde zirveye bağlanan son kayalık bölgeye geldik ve buradan yükselerek saat 12.00de tüm ekip zirveye çıktı. Zirvenin doğusundaki büyük bir çukurdan fabrika bacasını andıracak yoğunlukta kükürt gazı çıkıyordu. Zirveye çıktığımızda bu Burhanı kesmedi ve kendisi birde plaketlerin takılı olduğu sülfürik yapının üzerine tırmandı. Burada İranlı arkadaşlarımızın da dâhil olduğu ekiple birbirimizi tebrik ettikten sonra havanın güzelliği ve yorgunluğunda etkisiyle biraz zaman geçirme kararı aldık. Bize tırmanışımızda kullanacak olduğumuz polar alt üst takımları diktiren YURTGAZ ile üniversitemizin flamasıyla ve tabii ki Türk bayrağı ile fotoğraflarımızı çektirdikten sonra zirvede biraz video kaydı yaptık ve bir şeyler atıştırdık. Bu arada zirvede bakırdan veya farklı bir metalden yapılmış olan yarı heykelimsi yapıya Muhtar kazmayla bir iki darbe vurdu ve bu davranışı ilgimizi çekti. Daha sonra aşağıda öğrendiğimiz ve eski fotoğraflarını gördüğümüz kadarıyla o yarı heykelimsi yapı İranlı bir komutanın heykeliymiş. Fakat İranlı dağcılar o heykelin yerinin orası olmaması gerektiği konusunda ortak bir düşünce içerisinde oldukları için heykeli orada sağlam bırakmamışlar. Saat 12.40 gibi zirveden dönüşe geçtik. Bir an önce gidip Shelter 3 te dinlenmek ve aşağı inmek istiyorduk. Tırmanış mesafesi ve süresi beklemelerimizle beraber çok uzamıştı ve bizi bezdirmişti. Hep aynı tarz beslenmek ise cabası… Bir buçuk saat kadar irtifa kaybettikten sonra Elburs en arkada olan bana sen devam et bir şeyler yemem lazım dedi. Kendisini yalnız bırakmama kararı aldım ve bekledim. O arada öndekiler tırmanış sıramızdaki gibi kampa devam ediyorlardı. Sefaya bağırarak Elbursu beklediğimi belirttim ve Sefada gözden kayboldu. Elburs atıştırmasını bitirdiğinde beraber bir 5 dakika gibi yürüdük ve önümüzde Sefayı gördük. Oturmuş manzaranın ve güzel havanın tadını çıkartıyordu. Orada üçümüz biraz daha oyalandık ve yürüyüşe tekrar başladık. Yer yer batak kar yer yer çarşak olan araziden aşağı inerken sertleşmiş bir kar kütlesine bastığımı fark etmedim ve düştüm. Bir 15 metre gibi sürüklenip dengesiz bir şekilde çarşak araziye girdiğimde sol ayak bileğimden gelen ses benim için sıkıntılı bir dönemin başlayacağının habercisiydi. İlk olarak yanıma gelen Sefa suratında pis bir gülümsemeyle benim acı çekmemi izliyordu. Diğer ekip üyelerimiz ise bizi duyamayacak kadar uzakta idiler. Elbursun da yanıma gelmesiyle kendilerine bileğimde kırık ya da ağır bir travma olduğunu söyledim. Bir süre hepimiz orada düşündükten sonra çanta destekleri ve kaz tüyü çoraplar ile bir atel yaptık. Elbursa kendisinin aşağıya gitmesini ve haber vermesini söyledik. Sefayla baş başa kaldığımızda yaktık bir sigara ve ne yapacağımızı düşündük. Botlarımı orada çıkartmadım. İyi koruyorlardı. İlk olarak Sefa beni çanta yağmurluğu ile çekerek kar kulvarına sokmaya çalıştı. Bu şekilde olmayınca elimde kazma ile ben kaymaya başladım ve taşlık bölgelerin olduğu yerde Sefa’nın da yardımıyla 4200 metreye kadar uzanan kar kulvarına tam anlamıyla girdik. Burada sarsıntı ve bileğimdeki acıyı saymazsak 4200 metreye kadar kolay bir şekilde Sefa ile beraber kayarak indik. Shelter 3 e 300 metre gibi bir mesafe kaldığında Egemen Abide dahil olmak üzere bizim ekip beni kar olmayan yerlerden taşıdılar ve barınağa 18.00 civarı getirdiler. Barınak İran da tatil olması ve havanında bir iki gün daha iyi olması sebebiyle şenlik alanına dönmüş. Dışarıda çadır kullananlar bile var fakat bizim daha önce yerleşmiş olduğumuz yerlerimize dokunmamışlar. Barınakta ilk olarak bileğime baktık. Çok şişmiş fakat kırık olmadığı ortada. Tendonlarda veya liflerde kopma üzerine duruyoruz. Burada güzelce bir sardıktan sonra biraz sohbet edip ertesi gün aşağı ne şekilde inebileceğimizi planladık. Yatmadan önce içerideki kalabalık ve yanan ocaklar gözlerimi yaktı. Gece gürültülerinde etkisiyle uyumaya çalışırken gözlerimdeki yanmanın ocaklar sebebiyle olmadığını fark ettim. Bütün bir gün yanımda gözlük olmasına rağmen kullanmamıştım. Düştükten sonra ise bütün konsantrasyonumu kayarken kar zemine bakmaya vermiştim ve açıkça kar körü olmak için uğraşmıştım. Gözlerimdeki batmanın ve akmanın verdiği rahatsızlıkla hemen yanımda uyumakta olan Metini dürttüm ve kendisine durumu anlattım bana uyku arasında olmasının da etkisiyle pek yardımcı olamadı. Burhandan ilk yardım çantasındaki gazlı bezler ile gözümü kapatarak bantlamasını istedim ve oda bunu yaptı. Zirveye tırmanışa çıkan İranlı dağcıların hazırlıkları bittiğinden gün aydınlanana kadar(göremedim aydınlanmış günü) çok iyi sayılmayan bir dinlenme süresi geçirdim. Sabah bizim ekip kalkınca Elburs ve Muhtarında yardımlarıyla beni bir güzel paket mat ve iple paket ettiler ve 3200 e uzanan kar kulvarından indirmek için kurtarma çalışmalarına başladılar. Zaman zaman taşınarak zaman zaman ise sürünerek yaptığımız yolculuk esnasında pek keyifli zaman geçirdiğimiz söylenemez. Özellikle gözleri görmeyen bir insan matın üzerinde karda kaydırılırken matın çıkarttığı ses kazazede üzerinde aşırı süratliymiş hissiyatı yaşatıyor ve “ Heh bizimkiler beni elinden kaçırdılar.” dedirtiyordu. Bu şekilde yapılan yolculuk sonrasında yukarıdan çağırttığımız hamallara teslim edildim ve bizim ekibin kurtarma operasyonu burada kısmen son buldu. Taşıyıcıların ve bizim ekibin çalışması sonucu en sonunda 08.30 da 4200 de başlayan kurtarma operasyonu saat 18.00 de araçlar ile buluştuğumuzda son buldu. Buradan Shelter 1 e devam ettik. Biz Shelter 1 e giderken araçta gözlerimdeki bantlardan sıkıldım ve çıkarttım onları. Normalde kar körlüğü sonucunda bu bantların iki gün gibi kalması gerekiyor. Zamanında kapattığımdan veya çok ağır bir kar körlüğü yaşamamış olduğumdan gözlerimi açtığımda çok yaşlı ve flu bir şekilde ortalığı görüyordum ki bu bile karanlık geçen bir günden sonra beni mutlu etmeye yetmişti. Shelter 1 de Rıza ve Celal gözlerime ve sekmeme bakarak beni şaşkın bir şekilde karşıladılar. Burada zirve defterine ekip adına görmeyen gözlerimle çok kısa bir yazı yazdıktan sonra Muhtar, Rıza ve Celal ile vedalaşıp Tahrana doğru hareket ettik. Elburs ile ertesi gün buluşacaktık. Yol boyunca araba farları çok rahatsız etti. Tahrana gittiğimizde direk daha önce kaldığımız otele yerleştik ve gün üzerine yorumlarımızı yaparak yatışa geçtik.
7 MART 2008
Hepimiz güzelce uyuduktan sonra kalktık ve duşlarımızı aldık. Suratlarımız çok yanmış vaziyette. Sanki kitle imha silahlarına maruz kalmışız. Ben odada elimde mendil gözümde güneş gözlüğü ile oturmak durumundayım. Başa gelen çekilir. Egemen Abi ve Sefa dışarıdan peynir gibi kahvaltılıklar aldılar. Bunları yedik ve Elburs ile haberleştik. Bizim kaldığımız otele geldi ve biraza burada muhabbet ettikten sonra dışarıya çıktık. Kör-topal olarak yavaşlattığım arkadaşlarımla beraber gezinip yemek yedik. Akşam Elburs ile vedalaşıp odamıza geldik.
8-9 MART 2008
Uçak biletimizi biraz da gezinmek amacı güttüğümüzden 10 Marta almıştık. Bu iki günde bizde Tahran’da hem biraz gezindik hem de otelde yorgunluğumuzu attık. Bize şehirde gezinirken İranlı dağcı arkadaşımız çok yardımcı oldu. İran’da sevdiklerimize bazı hediyeler almayı ihmal etmedik tabii. 9 Mart akşamı otele kaldığımız 3 günün parasını kişi başı günlük 8000 tümenden verdik ve hesabımızı kapattık.

10 MART 2008
Kahvaltımızı yaptık ve çantalarımızı hazırladık. Uçağımız İran’ın saatiyle 18.15 te idi. Fakat kontroller için 2 saat öncesinden havaalanında olmamız gerekiyordu. Tahran ile havaalanının arası 45 dakikaydı. Bunun için saat 14.00 te daha Tahran’da karşılaştığımız ve iyi bir dostluk kurduğumuz Azeri taksici Hamidi aradık. Kendisi hemen gelip bizi alacağını söyledi. Saat 14.45 te hepimizi alabilecek büyüklükteki arabasıyla geldi ve bizi aldı. Yolda sohbet ederek devam ettik ve 15.40 ta havaalanına vardık. Arabadan çantalarımızı indirirken bize yardım etti ve irtibat numarası alıp-vermeye başladık. Bu arada polis gelip daha fazla durursa ceza yazacağını söyledi. Hamit bize beklememizi Taksisini park edip geleceğini söyledi. Bir 10 dakika kendisini bekledik ve ileride elinde ajanda ile belirdi. Birbirimizle vedalaştıktan sonra kendisine olan borcumuzu sorduğumuzda bize “Sizin borcunuz yok.” dedi. Bizim mahcup olacağımızı ve ödememiz gerektiğini belirten konuşmalarımız bir süre sonra yalvarma boyutuna ulaştı fakat Hamid “Biz dostuz ben dostlarıma yardım etmeye geldim” diyerek son sözü söyledi. Hepimiz abondene bir vaziyette Hamite el salladık ve havaalanına girdik. Havalananının içindeki kafelerde biraz zaman geçirdikten sonra uçağımıza yerleştik. Türkiye saatiyle saat 19.40ta İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanında olduk. Pasaport işlemlerini hallettikten sonraki ilk işimiz ucuz içecek bulabileceğimiz serbest alana koşmak oldu. Buradan gerekli olan malzemelerimizi edindik ve kapıda bizi beklemekte olan Ufuk, Tuna, Şevki, Maksud, Özge, Azime ve babamın yanına koştuk. Sağ olsunlar bizi uğurladıkları gibi karşıladılar. Babamın yapmış olduğu şampanya sürprizine Özge, Azime ve uzaklardan Ömer kadeh süsleme olayıyla katkıda bulunmuşlar. Bizim ekip, Ufuk ve Tuna Şevki ile Maksudun minibüse atlayıp bizim eve doğru bu şekilde gittik. Yolda Ağrı yollarından alışık olduğumuz manzara vardı. Aracın ön koltuklarında Maksud ve Şevki kapışması… Yolda mazotumuzda bittiğinde keyfimiz daha bir yerine geldi. Oradan bir benzinlikten bu ihtiyacımızı giderdik ve en sonunda evimize vardık. Buradaki hediye dağıtımından sonra saat 01.00 için biletlerini ayırtmış olduğumuz otobüsümüze binmek için Hareme geçtik. 11 Mart 2008 de 12 gün aradan sonra Kütahya’daydık. Sabah 06.30 da evimize geldik ve akşam düzenlenecek parti için istirahata çekildik. Akşamına alışılagelmiş DPUDAK kutlamalarından biri yapıldı fakat ne yazık ki kimse kutlamayı hatırlamıyordu…
FİYATLAR
Uçak Git-Gel (Pegasus) 270 YTLve
İstanbul’a Git-Gel (Otobüs) 60 YTL
Rhenie Taksi (Git-Gel) 140.000 Tümen
Otel (Kişi başı) 8.000 Tümen
Havalanı-Tahran Taksi 25.000 Tümen
100 Dolar 93.000 Tümen
Ortalama bir yemek 2.500- 3.000 Tümen
GENEL DEĞERLENDİRME
Çok uyumlu, eğlenceli bir tırmanış ve gezi ekibiydi. En yorgun olduğumuz anlarda bile yüzümüzdeki gülümseme hiç eksik olmadı. İran bize tabii ki şeriatla yönetilen bir ülke olduğu için biraz garip geldi fakat Türkiye’de herkes oradaki köklü uygarlığı bir Bedevi ülkesi zannediyor. Korkulacak bir şey yok gidilir… O kadar çok iyi insanla tanıştık ki hepsi birer gerçek dost olduklarını her hareketleriyle gösterdiler. Tatili bol bir ülke ve tatil olduğunda çoğu esnaf dâhil her yer kapalı.
İLETİŞİM NUMARALARI
Taksici Hamit 09354500369
Sabalan Hotel 33 95 50 43 - 33 97 08 09
Adres: Nasr Khosro Caddesi 8.Doğu Bloğu Tahran
DESTEK TAKIMI
Bizi hiç yalnız bırakmayan kulübümüz DPUDAK…
Maddi ve manevi destek veren DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ ve YURTGAZ yönetimleri…
İhtiyaç duyduğumuz anorak ve polar takımlar için başını çok ağrıttığımız ALPİNİST Murat.
Şevki ve Maksud KANDIR olmak üzere bütün KANDIR ailesi….
İstanbul karşılama ve uğurlamadaki dostlarımız Ufuk, Tuna, İsmail...
Şampanya kadehleri için Özge, Azime ve Ömer…
Berk OKAY- Kütahya 2008