KAPADOKYA GÜNCESİ-İfsak

Birinci gün Göreme Açıkhava müzesi sabahtan kapalı olduğu için Çavuşin köyünün girişindeki Nikeforos Fokas Kilisesinin sağından küçük bir gurupla tepeye çıktık, panoramik görüntülerden sonra tepenin sağından köyün solundaki vadiye indik. Vadinin içinde kayalara oyulmuş su arkları dikkati çekmekte. Bir müddet yürüdükten sonra kalkış saatimize uyabilmek amacıyla sağdan bir tepeye çıktık ve Çavuşin köyünü tepeden izledik. Bulunduğumuz nokta belki de antik dönemden beri kullanılmakta olan bir Nekropol alanı görüntüsünde. Çavuşin köyüne girdiğimizde sokaklara bir ıssızlık hakimdi, tavuklar bile ortalıkta gözükmüyordu!


Daha sonra Göreme Açıkhava müzesini gezdik (karanlık kilise dahil). Kiliselerin bezeme düzenleri üzerine ufak sohbetler yapıldı. Yine küçük bir grup müzenin sağındaki vadiye indik ve yürüdük. İnanılmaz su tünelleriyle karşılaştık, adeta dağ alttan oyulmuş, tabiî ki elma bahçelerinin yere düşmüş elmalarını yemek çok keyifliydi.
Akşam üstü yorgunluğumuzu Uçhisar’da ki kahvede gidermeye çalışırken bir grup arkadaşımız kalenin üzerinden fotoğraf çekmekteydi.


İkinci güne Paşabağları’ndan başladık (bu arada yol üzerindeki güzel vadilerin panoramik görüntülerini çekmeyi ihmal etmiyoruz, her ne kadar istediğimiz ışık yoksa da). Paşabağları Priapos’a gönderme yapan oluşumları ve Aziz Simon a ithaf edilmiş 3 başlı Peribacasıyla ünlü bir yer, fakat çok ayak altı. Artık Japonlardan sonra Kore’lileri de her yerde görmek mümkün, çekik gözleriyle her kayanın arkasından çıkmaktalar, işin açıkçası Paşabağları’nda fotoğraf çekme modumuz düştü.
Zelve vadisinde sizi vadiden vadiye geçiren ve heyecanınızı biraz arttıran tünel olmasa, bir çok yerin önü kapatılmış olması dolayısıyla bir şey kalmamış diyebiliriz. Ama yinede Ispanak, peynir ve patates karışımlı gözleme ye ve çay a gidilebilir. 
Ortahisar dan yine küçük bir gurup Balkan deresine indik. Derenin içinden epey yürüdükten sonra derenin devam ettiği vadiden ayrılıp sağa saptık ki köyden çok uzaklaşmayalım diye. Bir müddet sonra sağ tarafımızdaki tepenin yamaçlarının drapelerle kaplı olduğunu ve bunları aşmamız gerektiğini düşündük. Yaklaşık 65-70 derecelik bir eğimden zorlanarak ta olsa tepeye ulaştık ve köyü gördük, ama aramızda yine bir vadi vardı ve bu sefer vadiyi üstten dolaşmak zorunda kaldık.


Üçüncü güne Çat köyünden ve vadinin görüntüsünden başladık, hava oldukça soğuk. Vadide diğer yerlerde hiç görmediğimiz adeta bir Ejderha sırtındaki çıkıntılara ve kıvrımlara benzer bir oluşumla karşılaştık, tabi yine ışık yok. Köy kahvesindeki yaşlıların göz renkleri (mavi ve yeşil) bana Galatia’a adını veren Keltleri hatırlattı, onlara sorarsanız oranın yerlileriler!
Çat dan Gülşehir’e giden ara yol gayet güzel, birkaç km sonra Gülşehir’e vardık. Önce Karşı Kilise ye uğradık. Bence Kapadokya yöresinde bozulmadan kalabilmiş en güzel freskolara sahip kilise burası. Freskolar 12. yüzyılın başlarına tarihleniyor. İsayı ele veren Yahuda Iskariot’un Hades’in Ejderine binmiş sahnesini başka bir kilisede görmek mümkün değil.
Oradan Açıksaray’a hareket ettik.Yörenin en güzel ören yeri olabilecek bir yer o kadar tahribata uğramış ki hiçbir fresko kalmamış, ama dış cephelerde Lidyalıların izlerini görebiliyoruz. Bazı bölgeler izleriyle sizlere tarihte zaman atlatabiliyor. Mantar Kaya’yı unutmadık!
Avanos a yine küçük bir grupla tepeden baktık. Aşağıya yürürken, eski üç katlı aşı boyalı bir evin ahşap balkonundan, elinde kemanıyla bir yaşlı karşıladı bizi, geçmiş ezgilerin sesiyle.


Avanos tan Ürgüp’e giderken Sarıhan’a uğradık. Ne yazık ki 13. yüzyıldan kalan ve biraz kötü bir restorasyonla günümüze kazandırılan bu han, 49 yıllığına, kişilik yapıları ve yönetim anlayışları çok kaba insanlara teslim edilmiş. Yörede ayrıca turistik amaçlı (daha doğrusu dolar amaçlı) sema gösterileriyle inanılmaz bir kültür yozlaşması yaşanmakta.
Kızılvadi’yi panoramik gören noktaya ulaştığımızda yine ışık yoktu ama yine gurup olarak vadi yürüyüşüne karar verdik. Evet vadiye girdiğimizde bu sefer 22 kişiydik (çoğunluk bizdeydi), ilk önce başlangıç noktasına vadiyi dolaşıp gelmek düşüncesindeydik fakat yolda rastladığımız yörenin gençleriyle yaptığımız sohbetten Çavuşin’e gitmemizin daha uygun olacağını düşündük ve rotamızı değiştirdik, tabiî ki Otobüsümüze de haber verdik, gelip bizi oradan aldılar, inanılmaz keyifli dakikaları paylaştık (bir dahaki sefere Güllüdere den dolaşacağız-yani sizin anlayacağınız parkuru biraz daha uzatacağız).
Akşam Ürgüp teki testi kebabı gösterimizde, yine testileri kırdık.


Dördüncü gün Soğanlı vadisine Sinasos-Cemil üzerinden giderken platonun düzlüklerinde tek tek ağaçların olduğu arazide, karların süprüntüsünde fotoğraf çektik. 
Soğanlı vadisi yine her zamanki sessizliğiyle karşıladı bizi. Vadinin girişindeki köylüler bebeklerinde kullandıkları canlı renklerle kendilerini dışa vuruyorlardı, gözlerindeyse hüzün ve bir çocuğun ağlaması!
Bu vadide Yılanlı Kilisede Pantokrator freskosunda İsa’yı beyaz saçlı olarak görmek bu duyguları yaşarken  ilginçti.
Yine yörede yer alan Kubbeli Kilise bize Ermeni-Gürcü mimarisini hatırlatırken, bölgenin tek örneğini oluşturmaktaydı.
Öğleye doğru Sinasos’a geldik. Öğle yemeğinden sonra bir grup, 3 kilisenin olduğu noktadan yürüyüşe geçtik ve ATOS (bunu şu an ben uydurdum) tepesine çıktık. Tepede parçalanmış bazalt kayaların olduğu nokta Sinanos ve etrafındaki oluşumlara hakim ve izlenim çok güzel. Tekrar bu sefer ATOS un sağından inip St Nicolas kilisesinin olduğu araziye saptık, freskoları fotoğrafladık, kilisenin bahçesindeki ağaçlara çaput bağladık (adettendir dediler). Biraz ileride o gün gruba katılan 4 dağcı arkadaşımızın (pardon 4’tüler birini Sinasos sapağında kaybettik 3 kaldılar) keşfettiği ve yardımcı olduğu bir Peribacasının içerisindeki 8 metrelik baca inişini gerçekleştirip, adeta imkansızı başarır gibi devleştik, biz şehir insanları! Ve günü batırdık Sinasos ta.


Son gün yine 6.00 da kalktık (tüm gezide olduğu gibi) ve kahvaltıdan sonra Ihlara ya hareket ettik. Ihlara köyünden vadiye indik ve 30 kişiyle gezimizin en kalabalık vadi yürüyüşünü gerçekleştirdik. Belisırma köyünden çıktığımızda saat yaklaşık 11.00 ı gösteriyordu, bu yürüyüş yaklaşık 2-2,5 saat sürüyor fakat kiliseler rahat rahat dolaşılır, doğa fotoğrafına da yönelinirse  en az 4 saat ayırmak gerekir. Hatta tam bir günü ayırıp bu yürüyüşü Selime köyünde bitirmek de en güzeli, zira vadinin tamamı 14 km. Vadideki yürüyüş parkuru hiç yorucu değil, son derece keyifli, 11 kilisenin olduğu vadide ancak 3 kiliseyi fotoğraflayabildik. 
Belisırma’dan otobüsle Selime ye geçtik. Selime de Katedral denilen 8 devasa sütunlu kilise görülmeye değer, dor sitilinin kare formunu yansıtıyorlar. Freskolar tahrip olmuş ama yinede birkaç ayrıntı görmek mümkün.  

Not 1; Resmi bayramların birinci günü Açıkhava müzeleri saat 12,30 da açılıyor, unutma!
Not 2; Meteorolojiye güvenme! Salıdan Perşembeye parçalı bulutlu, Perşembeden sonra karlı denen hava daima kapalı geçti, istediğimiz ışığı yakalayamadık.
Not 3; Zelve Açıkhava müzesindeki eski yerleşimlerin önü çökme tehlikesi dolayısıyla engel panelleriyle kapatılmış, tünel denilen dar geçidin heyecan verici durumundan başka fazla görülmeye değer bir şey yok.



Yazı: Yalçın Savuran & Fotoğraflar: Ayça Oğuş

Okunma 9595 defa
Yorum eklemek için giriş yapın