Aladağlar Trans

Uzun süredir ertelediğim Aladağlar buluşması için çok heyecanlıydım. Rüyamda çanta toplamaya başlamıştım bile…29 Temmuz 2006’da başlayıp, 5 Ağustos 2006’ya kadar sürecek olan, oldukça yorucu ama bir o kadar da keyifli bir yolculuk olacaktı bu. Nasıl geçtiğini anlamadığım haftanın sonuna doğru kendimi otobüse attım ve kilometrelerce geri sayım başladı.




28.07.2006

Bursa’dan Niğde’ye birkaç otobüs şirketi gidiyor. Bilet fiyatları ise 30 Ytl.den başlıyor. İkramlar çoğu kaliteli firmadan daha iyi ve temiz. Akşam 19.00’da başlayan yolculuk; sabah 06.00’da son bulacaktı, otogarda transı birlikte yapacağımız AKÜDAK (Akdeniz Üniversitesi Dağcılık Kulübü) ile buluşup serüvenimizi yaşamaya yollanacağız.

29.07.2006

Ankara – Kula – Aksaray üzerinden sabah 06.00 sularında vardığımız Niğde; köylerindeki bozkıra inat yemyeşil bir çehre ile karşıladı beni. Otogarda iner inmez Aküdak’dan arkadaşlarla buluştuk ve Ankara’dan gelecek bir başka üyeyi beklemeye koyulduk. Bu sırada kahvaltı ve son eksiklerin tamamlanacağı alışverişi de aradan çıkartıp, kendimizi otogarın yanında bulunan ve Çamardı dolmuşlarının kalktığı başka bir otogarda bulduk. TDF (Türkiye Dağcılık Federasyonu)’nin 40. Yıl kutlamasına ve AKUT Niğde Birimi’nin açılışına denk gelen faaliyetimizden dolayı, oldukça kalabalık bir ekibi ağırlayan Aladağlar’a gitmek için minibüs beklemek zorunda kaldık ve bu da zaman kaybına neden oldu. Ama bir şekilde bunu telafi edecek potansiyele sahiptik. Bu tarz gecikmelere hazırlıklı çıkmak gerekirdi yola. Vasıtamızın gelmesi, eşyaların yüklenip kalkması 09.45’i bulmuştu. Özellikle sırasını eklemeden kalkan minibüs şoförümüz ile diğer arkadaşı arasında çıkan tartışma dinlemeye değerdi. Hele ki “Dağcı beklemez!” lafı günün sözü gibi gündemimize oturmuştu.

Nevzat Öntaş Dağ Evi (1950 m.)’ne vardığımızda saat 11.30’du ve kutlamalar çerçevesinde yapılan tören alayı daha yeni dağılmıştı. Oradaki yetkililerden Aladağ’ların durumuyla ilgili bilgi aldıktan, jandarmaya bilgi verdikten ve son hazırlıklarımız yaptıktan sonra Cimbar Vadisi’ne doğru ilk adımlarımı atmaya başladık. Saat 12.15’i gösteriyordu ve serüven asıl şimdi başlıyordu.

Aladağlar’da bulunan başlıca bölgeler;

1. Kuzeybatı yönünde Cimbar Vadisi

2. Batı yönünde Sokullupınar, Narpuz ve Yalak Boğazı

3. Güneybatı yönünde Emli Vadisi, Kaldı, Güzeller ve Alaca

4. Güneydoğu yönünde Torosan Bölgesi- Acıman, Kokorot Vadisi

5. Doğu’da Karagöl – Yedigöller

Rotamız; Cimbar Vadisi’nden başlıyor Yedigöller’e kadar devam edip Barazama

Köyü’nde son buluyor. Cimbar Vadisi’ne geldiğimizde karınca gibi durmaksızın tırmanan sporcularla karşılaşıyoruz ve orada konaklama planımızdan vazgeçip yukarı doğru, Tekepınarı’na yollanıyoruz. Sağ taraftaki patikayı takip ederek önce Arpalık mevkii hizasındaki pınara, oradan da yaklaşık 2 saatlik bir yükselme ile ilk kamp alanımız olan Tekepınarı (2900 m.)’na ulaşıyoruz. Kana kana içtiğimiz sudan sonra hemen yemeklerimizi hazırlayıp, çadırlarımızı kurduk. Bu koşuşturma sırasında batan güneşin kayalardaki yansıması bize Aladağlar’ın hoş geldiniz deyişiydi. Kıpkızıl bir doğanın tadını çıkardıktan sonra yıldızlardan olan tulumlarımıza girip sıcacık uykumuza kendimizi bıraktık.

30.07.2006

Sabaha karşı 7 kişilik bir grubun geçmesi ve sonrasında kayanın düşmesi sonucu çıkan ürkütücü ses ile fırlamamız dışında rahat bir uyku ile güne merhaba dedik. Dışarı çıktığımda suratıma çarpan ayaz bir anda ayıltıp, beni çadıra geri püskürtmüştü. Sabahın pek de adil başladığı söylenemezdi. Saat 8.00 dolaylarında yürüyüşe çıkmış Bornova Belediyesi’nin ekibi ile selamlaşıp, rotaları hakkında bilgi aldık. Daha sonra bu ekibin Demirkazık’a çıktığını ve dönüşte içlerinden yaşlıca bir bayanın inerken problem yaşadığını ve kurtarma ekibince dağ evine indirildiğini öğrenecektik. Kamp bölgesinin sağında kalan masif yüzeyde düşük dereceli eğimdeki masif yüzeyde yaptığım tırmanış bira olsun ısıtmıştı beni. Artık güneş daha yakındı, ama hala bölgedeki gölgeden kaynaklanan soğuk hava devam ediyordu. Bu havada toparlanmak ve yeni kampımız için yürüyüşe hazırlanmak gerçekten de zorluyordu. Kahvaltımızı yaptıktan hemen sonra kampımızı topladık ve Dipsiz Göl (Çağalın Gölü)’e doğru saat 10.00’da yola çıktık. Yaklaşık 3 saatlik parkuru, Cimbar Vadisi’ni takip ederek, Adsız Göl (Kara Göl- Mevsimlik Göl) sağımızda kalacak şekilde 2 saatlik yürüyüş ile 2. kamp yerimiz olan Dipsiz Göl (Çağalın Gölü)(2850 m.)’e vardık. Göl oldukça çekilmişti ama kampı atıp, serinlemek vazgeçilmez bir seçenekti. Hem ferahlayacak, hem de onca yolun tozundan toprağından kurtulacaktık. Göllerin ısısı oldukça iyiydi aslında. Ama uzun süre kalınca üşümeye başlıyorsunuz. Her şey tadında güzel ne de olsa. Zeminin başlangıçta taşlık sonrada balçık haline gelmesinden dolayı girerken ince plastik ayakkabılardan kullanılabilir. (Halk arasında karalastik denen cinsinden.) Özellikler göllerde dikkat ettiğimiz şey, kesinlikle sabun vb. madde kullanmamak, ekolojik sisteme zarar verecek durumlardan kaçınmaktı.

Kamp atılan mevkii de pek çok kaya bloğu yer alıyor. Gölü kaşınıza aldığınızda soldan itibaren; Yıldızbaşı Batı Tepesi, Yıldızbaşı Tepesi, Akçay Geçidi, Çağalınbaşı, Beşparmak Sivrisi, Koca Sarp, İtalyan Kulesi ve Demirkazık ile çevreleniyor. Bu bölge iki günlük kap için yegâne evimiz olacaktı. Gün içerisinde pek çok keşif turu yapıp, çeşitli buzullardan sularımızı çıkartıp, zirve günü programımızı belirleyeceğiz. Aperatif öğle yemeği, çevrenin gezilmesi, suların yukarıda bulduğumuz buzul birikintilerinden ve Karagöl’den doldurulması ve ufak çapta boulder (kısa kaya) çalışmasından sonra yorulmuş, acıkmıştık. Yediğimiz mükellef akşam yemeği sonrası ertesi gün zirve yapacak gruba ekipmanlar dağıtıldı, plan yapılıp erkenden yatıldı. Hedefimiz; Karagöl üzerinden uzanan yaklaşık 300 metrelik dik çarşak parkuru geçip, zirve patikasına girmek ve zirveyi yapıp, inmekti.


 

31.07.2006

Saat 6’da Demirkazık’a doğru hareket için, 5.00’de uyanmıştık. Güneş daha bulunduğumuz alana gelmediği için sabah ayazında bir kahvaltı, soğukta bir hazırlanış ve titreyerek yola koyuluş süreci yaşamıştık. Ama bu işin en sevdiğim tarafı yürüdükçe ısınıyor, ısındıkça marul katlarınızı çıkartıyor, daha bir hafif ve daha bir uyanık hissediyorsunuz kendinizi. İyi bir tempo ile Karagöl (2850 m.)’deki Doğu Çarşağı’na 1 saatte ulaştık. Kafamı yukarıdaki hedefe diktiğimde karşımızda 2 zorlu çarşak parkurun uzandığını gördüm. Yaklaşık 400 metre civarında yapacağımız bu tırmanış biri oldukça yoracaktı. Tehlike içermesinden dolayı ilk işimiz kasklarımızı takmak oldu.

Ayakkabılarımın kayaya uygun olmasından dolayı çarşakta oldukça zorlandım ve ilk gördüğüm kaya kütlesine yapıştım. Başka türlü geri gidişimi engelleyemezdim. Devasa duvarlarla çevrili olan bölgede bu tür çarşak parkurların ne kadar çok olacağını anlayacaktım sonraki zirve tırmanışlarında. Zirve yapmak demek çarşak çıkmak ve sonrasında da çarşak seliyle inmek demekti! Bir buçuk saatlik bir uğraşı sonrası çıktığımız geçitde rüzgar bekliyordu bizi. Ne de olsa boğazdaydık ve karşımızda sıkı bir rota görünüyordu; Demikazık. 20 dakikalık moladan sonra 3-4 derecelik zirve parkurunu tırmanmaya başladık. En önemli ekipmanlarımız kasklarımız, el ve ayaklarımızdı. Batonlar artık bizim sadece kayaya yapışmamızı engelleyeceğinden kaldırmıştık. Onları iniş sırasında fazlasıyla kullanacaktık zaten. Çarşak parkurlar yer alsa da, ellerimize ve tuttuğumuz yerlere güvenmek zorundaydık.

Geçitte karşılaştığımız Yalova’dan gelen 6 kişilik bir ekip de katıldı bize. Onlarda kask dışında pek ekipmanları yoktu. Üstelik Demirkazık’a sora sora gelmişlerdi ve bizimle çıkmayı teklif ettiler. Kabul ettik, sonuçta her hayat önemliydi. 12 kişilik bir ekip olarak tırmanışımıza devam ederken, kalabalık olmanın ileri de problemler çıkarmaya başlayacağını fark edecektim. Özellikle de çarşak alanlarda kaya düşürmemek için binbir manevra yapmak zorunda kalıp, yine de taşların düşmesine engel olamamak sıkıcı bir durumdu. Kesinlikle tırmanış deneyimi ve ilgisi olan kişiler tarafından çıkılması gereken bir parkur burası. Yüzey oldukça oynak ve kayalarda sağlam görünen tutamaklar elinizde kalabiliyor. Bu da destek alıp, kayaya yapışmanızı sağlayacak kısımların psikolojik tutamaklar olmasına neden oluyor.

Boşluk hissinin yoğun olduğu bir kısımda tırmanmak gerçekten de ürpertici bir durumdu. Ancak bu hissi ben hiç yaşamadım. Sanırım tırmanışa bira fazla konsantre olmuştum. Hatta bir ara bunu fark edip yapıştığım kayadan biraz ayrılıp, aşağıya bakmayı bile denedim ama değişen bişi olmadı. Aslında aşağıdan bakanlar bu insanların akılarından zoru mu var diye sorabilirler, çünkü emniyet almadan çıkıyorduk ve yaptığımız hamleler kaya yapısı itibari ile risk içeriyordu. Ama her şeye rağmen halimizden gayet memnunduk.

Beni tırmanışta tek engelleyen şey sağ ayağımdaki aşil tendonuydu ve ciddi şekilde acı veriyordu. Sol bacağıma yüklenmem gerekiyordu ve ön çapraz bağlarımda da problem olduğu için dönüşte sorun çıkarmasını istemiyordum, yapacak bişi yoktu. Dağcılarda ya da tırmanışla ilgilenen sporcularda aslında bu tür rahatsızlıklar illaki vardır ve tedavisi dinlendirmek, güçlendirmektir. Ancak fazlaca kilo vermiş bedenime tırmanış öncesi ne yapsam boştu, zamana ihtiyacım vardı bunun için ama hayat şartları bir şekilde bu zamanı hor kullanmama neden olmuştu yine. İşte iradenin devreye girdiği an ve ekip arkadaşlarımın desteği. Acı yok, acı yok diye diye zirveye geldim.

Demirkazık Zirve (3756 m )deyken insan çok değişik duygular içerisinde oluyor ve hemen inişi nasıl yapacağını planlamaya başlıyor ister istemez. Ama inişten önce yapacak çok şey vardı. Zirve oldukça yoğundu, bizimle birlikte başka gruplarda tırmanıyorlardı. Yapılan kutlamalardan dolayı her gün, neredeyse her saatinde zirveye birileri çıkıyor, bizim yaptıklarımızı yapıyor ve iniyordu. Zirvenin üzerinde ciddi bir yorgunluk vardı. Bunu çıktığınız andan itibaren anlayabiliyordunuz. Öncelikle 2 saate yapılan tırmanışın yorgunluğunu üzerimizden atmalı, ailelerimize telefon edip durumumuzla ilgili bilgi vermeli, (telefon sadece Demirkazık Zirve de, zor da olsa Emler zirve’de ve dönüşte ise Yahyalı ilçesine giderken yolun belli bir kısmında çekiyor.) zirve defterini imzalamalı, fotoğraf çekmeli ve manzaranın keyfini çıkarırken bir şeyler yemeliydik. Zaten bütün bunları yaptığınızda 2 saate yakın bir sürecin geçmiş olduğunu görüyorsunuz. Sıra tırmanışın en önemli bölümünde; iniş... İnişte yapılan dikkatsizlikler, acele etmeler, başarılı olan bir faaliyete gölge düşürebilir. Tedbirin maksimumda olması gerekir. Dikkat tamamen toplanmalı, hatta tırmanışa harcanan efordan kısıp, inişe aktarılmalıdır. Biz riski en aza indirmek amacıyla ve ekibin kalabalık olmasından dolayı parkurdaki belirli noktalarda sabitlenmiş olan sikke ve boltlardan (emniyet malzemeleri) 3 ip boyu kadar iniş yapıp, kalan kısmı da yürüyerek indik ve geçide ulaştık. Yoğunluktan dolayı inişimiz daha uzun sürdü ama güvenliydi. Beklemeler sırasında çevrede gördüğümüz keneler bir anlık panik yarattı ama sonrasında bu duruma alışmaya başladık. Çünkü her yerdeydiler ve yapacak bir şey yoktu ne yazık ki. Kampa indiğimizde sıkı bir kene kontrolü yapmamız gerekecekti. Geçide vardığımızda saat 16.00 idi ve bir an önce dinlenip diğer etaba başlamalı ve kampa ulaşmalıydık. Bizi orada serin gölümüz ve sıcacık yemeğimiz bekliyor olacaktı.

Çarşak selinden 400 metre kadar indik aslında kaydık desem daha doğru olur. Ayakkabılarımızın içine girmeyen taş, çakıl kalmamıştı. Tozlu olmasına rağmen çok keyifliydi. Ancak keşke tozluklarımı getirseydim dedim. Bu sayede her şey daha kolay ve rahat olacaktı. Karagöl’e vardığımızda yüzümüzde yorgun bir gülümseme belirdi. Artık tehlikeli kısım bitmişti. Sağsalim inmiştik, ancak faaliyet daha bitmemişti. Yarın oldukça uzun bir etabı yürüyecektik. Aslında başka bir dağ silsilesine geçeceğiz demek yerinde olur sanırım.

Kampa ulaşmamıza yakın, aklımıza arkadaşlara ufak bir eğitim yaptırmak geldi. En hafif kişi olduğum için kurban ben seçildim ve kendi taşıdığım ip sedyeye ben yattım. Senaryoya göre ayakbileğimdeki problemden dolayı yürüyemiyordum ve acilen şehre indirilmem gerekiyordu. Aynı zamanda tıpta okuyan bayan arkadaşımız sardı sargıladı beni, batonlardan ve yemenilerden bir atel yapıverdi. Sedyeye yatırdılar beni, 5 erkek arkadaşım taşımaya başladı. Bayan arkadaş da acele ile koşmaya başladı kampa, amaç oradakilere haber verip, taşınmama yardımcı olmalarını sağlamaktı. Öyle de oldu, yarı inanmış, yarı şüpheli gözlerle koşan kamp sakinleri teker teker el attılar sedyeye ve taşımaya başladılar. Bizim zirve ekibi ise çoktan gitmiş, göle girmiş benim gelmemi bekliyorlardı. Olan yine bana oldu, bunun şaka olduğunu anlayanlar beni doğru göle fırlattılar. Ne üst baş kaldı, ne de sedye. Eh göle böyle girmek de güzelmiş diyeceğim ama dondum dondum. Hemen sıcacık bir şeyler yedik, 2 gündür kampımızı ziyaret eden sürüleri izledikten sonra doğru uyku tulumlarımızın içine çekildik. Yorucu bir gündü ve bir başka yorucusu da 7 saat sonra başlayacaktı. Zaten dağda öle uzun uzun uyumayı beklemek, ciddi bir zaman kaybı olurdu…

01.08.2006

Sabahın ışıkları kamp alanımıza daha varmamıştı ki biz çoktan kampı toplamıştık ve ısınacağımız, güneşle karşılayacağız sınıra kadar tırmanışa başladık. Yorucu gün başlıyordu. İlk durağımız Akçay Geçidi (3250 m.) idi ve buradan itibaren faaliyet sonuna kadar 3000 metrenin üstünde olacaktık.

Oldukça dik, çarşak ve kaya yüzeylerinden oluşan parkuru 2 saatte tamamlayıp, ilk 1 saatlik mola yerimize geldik. Akçay Geçidi diğer geçitler gibi rüzgarlı, öle ki güneşin en yakıcı zamanında bile bize mont giydirebiliyor. Kamp yükleri ile ister istemez zorlandığımız böylesi dik parkurlardan sonra dinlenmek bize gerçekten de iyi geliyor. Buradan Çağalın Başı ve Yıldız Başı (3454 m) Zirvelerini yapıp yolumuza devam etmeyi planlıyoruz. Çantalarımızı geçitte güvenli bir yere bırakıp, yüksüz ve hızlı bir şekilde Yıldız Başı Zirvesi’ne varıyoruz. 20 dakikada yaptığımız zirvenin defterini imzalayıp, birkaç fotoğraftan sonra bir diğer zirve için geçide geri dönüp, çantalarımızı alıp, sağ tarafa doğru tırmanışa başlıyoruz.

Burada diklik oldukça fazla yaklaşık 60 derece diyebiliriz. Bu da kamp yükünden iyice ağırlaşmış çantalarımızla bizi oldukça yoruyor ve zorluyor. İrtifaya uyum sağlamış durumdayız, ama rüzgar bizi oldukça sersemletiyor. Diklik bir yana çarşağın kayaların üzerinden akmış olması bizim çok daha dikkat etmemizi gerektiriyor. Kasklarımızı her zamanki gibi takmış durumdayız. Attığımız her adım dikkatli ve yavaş. Grup genel olarak sessiz. Sadece taş düştüğünde bağırıyoruz. Kayan arkadaşlarımıza yardımcı oluyoruz ve güzel bir ekip çalışması ile parkurumuzu tamamlıyoruz.

Çağalın Başı tahminimizden daha uzun sürecek bir rotaydı ve 13 kişi ile o rotaya girmek zor olurdu. Bunun üzerine aşağıya inecek bir yol aramaya başladık. Liderimiz Akın ile hemen uygun bir yer bulduk ve iniş istasyonunu kurduk. Bu bize vakit kaybettirecekti ama iniş için başka bir seçeneğimiz yoktu. Hızlı bir şekilde tüm ekibi aşağıdaki uygun bir noktaya indirdik. Maden Boğazı (3250 m)’na yürümeye başladık. Boğaza vardığımızda saat 17.00 olmuştu ve kamp yapacağımız bölge görünmüştü. Burada da oldukça dik bir iniş bizi bekliyordu. Bu sefer ip açamayacaktık, çünkü kayaların arasından giden patika buna imkan vermiyordu, aslında gerek de yoktu. Dikkatli bir şekilde inip sağ taraftaki çarşağa ulaşmamız yeterliydi. Yan geçişi tamamlayıp çarşağa vardığımızda bizi eğlence bekliyordu yine; çarşak seli… Kayarken de gülmeyi ihmal etmediğimiz, kâh yuvarlanıp kâh sürüklendiğimiz parkur Hasta Hoca’nın Yaylası(3050 m)’nda son buldu. Kamp yerimiz olan Büyük Göl’e ulaştığımızda saat 19.00 olmuştu ve güneş yavaş yavaş kayalıklardan çekilmiş yerini dağ rüzgarına bırakmıştı. Bu uğurlama dönemlerinde dağlarda tarifi olmayan bir gizem hüküm sürüyor nedense. İnsanı başka alemlere götürüyor. Koyun sürüleri burada da ziyaret ediyorlar bizi. Yanımızdaki ufak gölden sularını içip, doğaya katkıda bulunmayı ihmal etmiyorlar. Doğada her şey gerçek bir devir daimde.

Bu günkü rotada ilk defa bu kadar kalabalık bir ekip tarafından geçildi. Üstelik tempomuz gerçekten yerindeydi. Güzel bir akşam yemeğini hak etmiştik. Yarın son kamp yerimize ulaşacak ve orada 2 gün kalacaktık. Boş geçen bir günümüz bile yoktu, her şeyi dolu dolu yaşıyorduk.

 



02.08.2006

Bugün de erkenciyiz. Kampı toplayıp Yedigöller’e doğru yürümeye başladık. Ancak Direktaş olarak yanlış bloğa doğru yaklaştığımızı yolda karşılaştığımız dağ rehberi ile konuşunca anladık. Bunun üzerine Embler Zirvesi’nin yapıp Yedigöller’e geri dönmenin daha mantıklı olacağını düşünerek, uygun bir alana çantalarımızı bıraktık. Arkadaşlarımızdan biri de nöbetçi olarak kaldı. 1 saat 43 dakika gibi bir sürede Embler Zirve yaptık. Zirve defterinin imzalanması, fotoğraf, yakınlarımıza telefon derken zaman çabuk geçti ve çantalarımızın bulunduğu yere doğru inişe geçtik.

İniş sırasında Bursa’daki birkaç dağcı arkadaşla karşılaşmak beni çok mutlu etti. Embler’e çıkış da oldukça dik ve yine çarşak bir parkuru içeriyor. Yükseldikçe çarşak kaya bloklarının aralarına serpiliyor ve çıkışı biraz daha mümkün kılıyor. Çantalarımızı alır almaz son kamp bölgemiz olan Yedigöller’e doğru yürüdük. Etrafımızda pek çok dağ turları, kampları düzenleyen şirketlerin olduğunu gördük. Yabancı turistleri getiren bu şirketler resmen yepyeni bir sektör oluşturmuşlar. Zaten zirve defterini imzalayanlara balkırsa Türkler kadar yabancılarında uğrak yeri haline gelmiş.

Sularımızı doldurduktan ve Yörüklerle sohbet ettikten sonra sıra kampımızı kurmaya gelmişti. Oldukça yorulmuş ve dizlerimin ağrısından yürümekte zorluk çeker olmuştum. İsyan bayrağını çıkarmıştım artık. İrade de bir yere kadarmış. Hemen göle girip yıkandık, ferahladık. En çok da ayaklarım bayram etti. Sonrasında akşam yemeğimiz, kamp içi oyunları ve kampımıza katılan Aküdak’lı 2 hoca ile sohbet sonrası yarın için erkenden yattık. Çünkü bir sonraki gün zirvelere doyacaktık.

03.08.2006

Bu sabah oldukça güzeldi, hava pırıl pırıl, dağ yeli serin serin esmekteydi. Ve zirvelerin kokusu benliğimizi sarmıştı. Dizlerim hariç, her şeyimle bu sıkı güne hazırdım. İlk zirvemiz DKSK Tepe olacaktı. Odtü’lü dağcıların adını verdiği tepeye çıkış yine çarşak boyuncaydı ve yukarılarda kayalık kısımlar bekliyordu bizi. Hiçbir zirvede ip açmamıza gerek olmayacak olması işin güzel tarafı idi. Yarı yürüyerek, yarı tırmanarak yapılabilecek zirvelerdi. DKSK Tepe (3615 m)’ye 2 saat 15 dakikada vardık ve zirve defteri olmadığı için not kağıdına gerekli bilgileri yazıp bıraktık. Buradan; sol tarafta Kaldı, Alaca; ön kısımda Eznevit – Karasay, Süner, Oksar, H1, H2, H3,H4 zirveleri görünüyor.

Sırasıyla Adsız Tepe, Suner Tepe (3695 m.), Oksar Tepe (3584 m.), H4 Tepe (3610 m.), H3 Tepe (3600 m.) ve H2 Tepe (3600 m.) yaptıktan sonra zirve defteri imzalamaktan yorulmuş ellerimiz, ve tırmanıp inmekten bitap bacaklarımızla son bir gayret iniş için çarşağın başına geldik. Arkadan kötü hava geliyor olması dönüş anımızı çabuklaştırıyordu. Özellikle de gökgürültüsü ile ciselemeye başlayan yağmura yakalanmamak için tabana kuvvet inmemiz gerekliydi. Öyle de yaptık. Ama bu seferki çarşak inişi bizi uğraştıracağa benziyordu. Ne kadar hızlı olursak o kadar çok taş düşmesine neden oluyorduk. Bu nedenle de mümkün olduğunca arka arkaya durmalı, riskli yerleri geçerken durup, teker teker geçmeliydik. Biz yolu yarıladığımızda kara bulutlar üzerimizden bir yay çizdi ve dağın arkasında kalmaya devam etti. Manzara; muhteşemdi. Arkada kapkara bulutlar ve sis, önde ise H2 tepesi güneşin aydınlığını etrafa yansıtan altın yığını gibiydi.

Çarşağın bitiminde bizi ufak bir buzul karşıladı. İşte dağın en sevdiğim ikinci yanı; her an karşınızı o iklime ait olmayan bir şey ile karşılaşabilirsiniz; Ağustosta buzul… Üzerine çıkıp, düşe kalka kaymaya başladık. Gerçekten de çok eğlenceliydi. Kampa döndüğümüzde tadı damağımızda kalmış bir faaliyet ile yarınki dönüş yolculuğumuza hazırlanmaya başladık. Yarın da sürprizlerle dolu olacaktı.



 

04.08.2006

Dönüşte oldukça hafif çantalar taşıyacak olmamız tek avuntuydu. Ama devamlı iniş yapacak olmamız benim için gerçekten de sıkıcı bir durumdu. Dizlerim gerçekten de kötü durumdaydı ve yürümek işkence haline gelmiş. Sarmaktan mumyaya dönmüş olsam a bir şekilde Kayseri’ye kadar idare etmem gerekiyordu. 8 saat buna nasıl dayanacaktık bakalım?

Direktaş patikasının sola devam eden kısmına sapınca, alpin bölgeden çıkmaya başladığımızın işaretleri belirdi. Çarşağın hiç tükenmeyecekmiş gibi geldiği, saatlerin ayaklarımızın altında tükendiği patikada nihayet mola saati gelmişti. Mola sonrası vücudumuzdaki ağrılarla baş başa yeni bir savaşa girişmiştik. Bu sefer güneş de kavurucu ışınlarını üstümüze dikmişti. Ne morlu sarılı çiçekler çektiklerimizi unutturabiliyordu, ne de yaklaştığımız çamlık bölge. Çamlığa girer girmez gölgenin umudu doğdu içimize. Ama güneş oldukça sinsiydi ve 6 gündür kavrulmuş bedenlerimizi dağlamaya devam ediyordu. Saat 13.00’de Soğukpınar’a vardık. Verdiğimiz serin mola bizi kendimize getirmişti. Barazama Köyü’ne vardığımızda artık yürüyüş bitecekti. Öyle de oldu.

Tüm ekip adeta düşüncelerini, planlarını, yapacaklarını attıkları her adımla toprağa gömüyorlardı. Sabırlar tükenmiş, bedenler bitmiş, açlık ve susuzluk artık son demlerine gelmişken; bitmeyecekmiş gibi uzanan sevindirici haber geldi. Köyün çatıları görünmüştü. Barazaman Köyü’ne geldiğimizde saat 15.30’du ve hemen Kapuzbaşı Şelaleleri’ne gidecek bir araç ayarlamaya koyulduk. Sıkı bir pazarlık sonrası Mahmut Şahin ağabeymiz bizi hem Kapuzbaşı Şelaleleri’ne oradan da Yahyalı’ya bırakmayı kabul etti. Atladık beyaz düldülümüze ve şelalelere doğru yola çıktık. Şansımıza buralarda Kayseri Belediyesi’nin ciddi bir yol yapım çalışması varmış ve biz de en hareketli saatinde gelmişiz. Ne yazık ki, şelalelerden sonra bizi acı sürprizler bekliyormuş.

Neyse biz gelelim şelalelere… Karşımıza çıkan devasa şelaleler ilk başta bizi büyüledi. Ama nehir yatağına inmeye başladığımızda bu sihir bir anda yerini kirli bir görüntüye bıraktı. Öyle ki büyükbaş hayvanların çöplerden yediği, toplanmayan çöplerin nehre döküldüğü tam bir vahşet. Yarım saatimizi buraya ayırdık. Çünkü Yahyalı’daki Kayseri’ye kalkan minibüse yetişmemiz gerekiyordu. Tekrar düldülümüze bindik ve dönüş maceramıza doğru gaza bastık. Yol yapım çalışmalarından oldukça sancılı geçen yolculuk, kapana yollarla sekteye uğradı. En sonda kendimizi nehrin kıyısında, kayaları delerek yol açan iş makinelerinin arkasında bulduk. Yol yine kapalı! Hemen şoförümüz ve akademisyen arkadaşımız atladılar düldülden, olaya el koydular. Resmen yeni kazılan yolun ilk tozunu biz yuttuk. Hem de ne yutmak. Düldülün motoru bağırıyor resmen ben çıkamam diye, ama usta şoförümüz kıvrak manevraları ile bu işin de altından kalkıyor. Aküdak-Akut yolu hizmetinize açılmıştır!

Kim derdi ki git Aladağlar’da trans yap, sırf Kapuzbaşı Şelaleleri için Kayseri tarafına in ve adına yol açtır. Ancak ekip mükemmel işbirliğini burada da gösterdi. Gerisi şarkı, türkü… ancak bu bekleyiş Yahyalı’dan kalkan minibüsü kaçırmamıza neden olmuştu. Zorlukla ayarladığımız ve çift ücret ödediğimiz başka bir minibüs ile Kayseri’ye yollandık. Yorgunluktan çevreye bakınma şansımız bile olamamıştı. Zaten dağlarla çevrili bu bölgede sağımız Erciyes, solumuz Aladağlar iken sağ salim tamamladığımız faaliyetin bitkin keyfini sürüyorduk. Hem de Kayseri mantısı hayali eşliğinde. Otogara vardığımızda saat 21.30’du ve herkes gideceği şehirlere bilet ayarlayabilmek için hummalı bir çalışmaya girişmişti. Her şey ayarlanmış ve sıra mantıya gelmişti. Bilmiyorum iyisi miydi ama o saate bulabildiğimiz tek mantıcı otogarın yanındaki lokantadaydı. İştahla yediğimiz mantılarımızla son bir anı karesi daha ekledik albümümüze. Bir gün içerisinde 2000 metre inmiş olmanın sersemliği ile veda seremonisine başlamıştık bile…

Evrim SIRMALI

AKUT Bursa Birimi Üyesi

Ekip Listesi

Akın BOZYAK (Ekip Lideri)

Yusuf ÇELEBİOĞLU

Özlem ER

Evrim SIRMALI (Bursa AKUT)

Türker BODUR

Ezgi SAĞIOĞLU

Fatih BOZYAK

Tanju DEMİREL

Hasan GÜLDOĞUŞ

Burak KORKMAZ

Buket ÖNDEĞİRMEN

Selen ÇAKICI

Doğan KARAKILIÇ

Duruler SAMYÜREK (Son kampa katılan hocamız)

Hüseyin AKTAŞ (Son kampa katılan hocamız)

Yer ve Yükseklikler

Nevzat Öntaş Dağ Evi 1950 m.

Teke Pınarı (1. Kamp) 2900 m.

Dipsiz Göl (2. Kamp) 2900 m.

Karagöl-Mevsimlik Göl- Adsız Göl 2850 m.

Demirkazık Doğu Geçidi 3300 m.

Demirkazık 3756 m.

Yıldızbaşı Tepesi 3454 m.

Akçay Geçidi 3250 m.

Maden Boğazı 3250 m.

Hasta Hoca’nın Yaylası 3050 m.

Büyük Göl 3050 m.

Embler 3723 m.

Büyük Göl (Direktaş) 3050 m.

DKSK Tepe 3615 m.

Suner Tepe 3695 m.

Oksar Tepe 3584 m.

H4 Tepe 3610 m.

H3 Tepe 3600 m.

H2 Tepe 3600 m.

 

Aküdak

Okunma 16620 defa
Yorum eklemek için giriş yapın