İstanbul-Bandırma Bisiklet Turu

Halûk Okur / Mete Büyükakıncı

Karadeniz kıyılarını hiç görmemiştim. Bisiklet turuna ayırabileceğim zamanı gözönüne aldığımda ancak Sinop'a kadar gidebileceğimi anladım. Dönüş yolculuğunu da feribotla yaparsam çok güzel zaman geçirebilecektim. Hem günlerce çok sevdiğim bisikletimle dolaşacak, hem de görmediğim yerleri görme, yeni insanlarla tanışma fırsatına kavuşacaktım. Öte yandan, bisikleti otobüs bagajına tıkma düşüncesi beni çok korkutmaktaydı ve feribot sayesinde bu sorun da çözülmüş olacaktı... 
Yalnız canımı sıkan bir nokta vardı, o da yol arkadaşı bulamamak. Böyle bir yolculuk tanıdığım herkese ilginç geliyor, fakat "haydi gidelim" deyince bahaneler peşpeşe yağmaya başlıyordu. Artık umudumu kestiğim bir sırada Internet yardımıma koştu. 10 seneye yakın bir süredir Norveç'te yaşamakta olan bisiklet meraklısı bir Türk -sevgili Mete-, böyle bir turu çok ilginç bulduğunu ve yazın Türkiye'ye geleceğini söylüyordu! Aylarca yazışarak turumuzu planladık. Mart sonunda Mete İstanbul'a geldi. Yola çıkmamıza iki hafta kalmıştı ki Denizyolları'nın Karadeniz feribot seferinin iptal edildiğini öğrendik. İkimize de tam bir şok olmuştu. Ne bisikletleri otobüsle taşımak ne de evde oturmak söz konusu olabileceğine göre alternatif bir rota arayışına girdik. Geçen sene yalnız başıma Zeytinbağı'na kadar gidip Mudanya'dan deniz otobüsüyle dönerek hafif yollu bir keşif yapmış, bir gün devamını getirmeyi ummuştum. Mete'nin de aklına yattı ve böylece İstanbul-Bandırma rotasının temelleri atılmış oldu. Bandırma'dan da İstanbul'a feribot seferi yapıldığına göre niye olmasın dedik - ve yola koyulduk.... Haziran ayının ilk haftası, pazartesi sabahı Küçükyalı'dan hareket ettik. Sahilden Kartal'a gidip Yalova vapuruna bindik. İki saat sonra Yalova'da inene kadar yola çıkabildiğimize inanamıyordum. Mete ise daha bir gün önceden yol havasına girmişti! 
  
1. gün: Yalova - Armutlu
Yalova'dan son ikmalimizi yaptık (muzlarımızı aldık) ve ilk gece konaklayacağımız Armutlu'nun yolunu tuttuk. Çınarcık, Şenköy, Esenköy derken yol dikleşmeye başladı. Yükümüzün olabildiğince hafif olması için yanımıza çadır, uyku tulumu vs almamıştık. Gerçekten de -bir tek yer haricinde- buna pişman olmadık. Yine de bisikletler otuzar kiloyu bulmuştu. Öğle yemeği için yolda bir alabalık lokantasında mola verdik. Armutlu'ya yaklaştıkça tırmanışlar da artmaya başladı. 60. kilometrede başlayan uzun yokuş bizi iyice zorladı. Tabii ki her çıkışın bir inişi olduğunu hiç unutmadık ve moralimizi sağlam tuttuk! Günün tek problemi benim lastiklerimde baş gösterdi. Çıkışı takip eden uzun inişte lastiklerden garip sürtünme sesleri duymaya başladım. Özellikle hızlanıp da sonra fren yapınca başlıyor, bir süre geçmiyordu. Sonunda buldum: Yola çıkmadan yeni lastikler takmıştım. El pompasıyla bastığımız hava (~40psi) az gelmiş, fren yaptıkça lastikler jantın üzerinde dönüyorlardı. Süpapları kesmesinden korktuk ama korktuğumuz başımıza gelmedi. Akşama doğru Armutlu'ya vardık ve odaya bisikletleri de çıkarabildiğimiz mütevazı bir pansiyona yerleştik. Soğuk suyla duş aldık (mütevazı pansiyon demiştim, değil mi?). İlk işim lastikleri indirip geri çevirmek oldu. Armutlu'daki benzincide hava bulamayınca yoldaki ilk benzinciye kadar idare etmesi umuduyla yine elle şişirdim. Sonra akşam yemeğimizi yedik, biraz dolaştık. Armutlu küçük, sakin bir yer. Fazla gezip dolaşacak tarafı yok. Biz de yol yorgunluğuyla fazla geç olmadan yatıp uyuduk. 

Yapılan yol: 70 km, yolculuk süresi: 5:00 h, ortalama hız: 14 km/h, max hız: 55 km/h


2. gün: Armutlu - Gemlik
İkinci güne sıkı bir kahvaltıyla başladık. Bugünkü yolumuz hem daha kısa hem de daha az iniş-çıkış var. Kıyıyı izleyerek Gemlik'e gidiyoruz. Hava güzel, yolculuk güzel geçiyor. Nihayet bir benzincide hava bulduk ve lastiklere 60 hava bastık. Sürüş sertleşti fakat lastik problemim kalmadı... derken birkaç kilometre sonra ön lastiğe cam girerek patlattı. Zaten ne zaman lastiğe hava bassam hemen patlar. Şans işte!!! Yolda yedek lastiği takıp yine elle şişirdim. İlk benzincide bu sefer 55 hava bastım. Patlak lastiği akşam otelde onarmak üzere çantaya tıktım.Fıstıklı ve Kapaklı'dan durmadan geçtik. İlk durağımız Narlı oldu. Bu küçük, sevimli sahil köyünde biraz dinlenip karnımızı doyurduk. Karacaali'yi geçtikten sonra Kumla girişinde anayoldan ayrılıp sahile indik. Bursa'nın sayfiyesi konumunda olan tatil kasabası Kumla'yı boydan boya geçtik. Akşam çayımızı içmek içinse şık çay bahçelerine yüz vermeyip benzeri az kalmış olan küçük bir kahveyi tercih ettik. Tekrar anayola çıkmak için tırmanmamız gereken kısa fakat inanılmaz derecede dik yokuş bizi nefes nefese bıraktı, fakat pes etmedik. Yola çıktığımızdan beri ilk ciddi trafiğe Kumla - Gemlik arasında rastladık. İki merkez arasında çalışan minibüsler -ve tabii ki özel araçlar- sayesinde bisiklet yolculuğunun zevki ve çekiciliği hiç kalmadı. Aslında tüm gezi boyunca motorlu araç sürücülerinden hiçbir sıkıntımız olmadı. Internet üzerinden takip edebildiğim kadarıyla özellikle Amerika'da motorlu araçlarla bisikletler arasında çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Mete de Norveç için aynı şeyleri anlatıyor. Ben de ilk turuma çıkarken şehirlerarası trafikten çok korkmuştum. Oysa şimdi İstanbul'daki taksi şoförlerini düşünüyorum da, keşke sadece şehir dışında bisiklet kullanabilsem diyorum! Bütün tur boyunca trafikten tek şikayetimiz sadece araç gürültüsü ve egsoz dumanı oldu. Gemlik'te doğrudan doğruya daha önce de kaldığım Umurbey Oteli'ne indik. Küçük, temiz ve hesaplı olmasının yanısıra yine bisikletlere yer bulmakta çok yardımcı oldular. Otelde çalışan bisiklet meraklısı Emrah'la uzun bir sohbete giriştik. Ertesi günün hedefi olan İznik'e giden yolun ayrıntılarını konuştuk. Astım hastası olmasına rağmen Emrah'ın yakın çevrede bisikletle gezmediği yer kalmamış.

Yapılan yol: 46 km, yolculuk süresi: 2:55 h, ortalama hız: 16 km/h, max hız: 51 km/h 


3. gün: Gemlik - İznik (İznik Gölü güney kıyısı)
Gemlik'ten İznik'e gitmek için önce Yalova - Bursa karayoluna çıkıp 9 km kadar Yalova yönüne gitmek gerekiyor. Anayolda bisikletle gitmenin hiç de zevkli olmadığını bir kere daha gördük. Hafif tırmanan yolu takip ederek nihayet Emrah'ın tarif ettiği gibi Adapazarı sapağına ulaştık ve rahat bir nefes aldık. Yeşilliklerin içinden geçen inişsiz çıkışsız ve de (Asilçelik'e giden bir kaç kamyon dışında) trafiksiz yolda bisikletin tadını çıkarmaya başladık. Asilçelik ve diğer bir kaç sanayi kuruluşunu geçtikten sonra trafik iyice yok oldu. Saptıktan 10 km kadar sonra Gölyaka Köyü yakınında gölü gördük ve artık hep göl kıyısında yol aldık. Öğle yemeğini yoldaki köylerden birinde yemeyi düşündüğümüz için Gemlik'ten çıkarken yanımıza birkaç muzdan başka bir şey almamıştık. Emrah'ın dediğine göre yemeği özellikle Sölöz Köyü'nde yemeliydik. Öğle üzeri Sölöz'e vardık. Lokantayı sorduğumuzda bizi kasaba yolladılar. Köyün kasabı sattığı eti ızgara da yapabiliyormuş ve köyün tek lokantası da oymuş. Kasap, dükkanının önünde oturuyordu. Çırağı olmadığı için ızgara yanmıyormuş, kendisi de bu yaştan sonra -pek yaşlı da görünmüyordu ya- ızgara yakamazmış! Alay eder gibi, birkaç pirzola alıp yolda pişirmemizi tavsiye etti. Suratsız kasabı kendi halinde bırakıp bakkala gittik ve yolda yemek üzere nevalemizi düzerek yola koyulduk. Köyden çıktıktan birkaç km ötede de göl kıyısına inerek turdaki en zevkli yemeklerimizden birini yedik. Köyün çıkışına doğru daha önce hiç bir köyde görmediğim kadar büyük, eski bir ev dikkatimizi çekti. Dört katlı ve iyi durumda bir binaydı. (Yanılmıyorsam kerpiç, inşaat tekniğinden pek anlamam.) Çevredeki köylülerden öğrendiğim kadarıyla 1920'lerden kalma bir yapıymış ve eski eser olarak koruma altına alınmış. Ev, ağanın eviymiş. Kendisinden zeytin almaya gelenleri ağırlayabilmek için o kadar büyük bir ev yaptırmış. Aslında buna benzer başka evler de varmış ama, bizim gibi gelen geçen resmini çekince sahipleri yıktırmışlar! Aslında buna pek de hak vermedim değil, kazara onları da eski eser olarak "koruma" altına alırlarsa ne olacağını çok iyi biliyorum çünkü... Ağa evinin resmini çektikten sonra küçük bir köprüden geçerek Sölöz Çayı'nı aştık ve yolumuza devam ettik. Yolun gerisi son derece zevkli, manzaralı ve rahattı. Akşama doğru İznik'e ulaştık, şehir içinde kısa bir süre gezdikten sonra göl kıyısında güzel, sakin ve temiz bir motel bulup yerleştik. 

Bisikletlerden birini odaya aldık, diğerini kahvaltı salonuna kilitledik. Benim çantaların bisikletten çok kolay ayrılabilmesine rağmen Mete'nin kullandığı çantaları sökmek büyük problem oluyordu. Bu yüzden Mete'nin bisikleti mümkün olan her yerde bizimle beraber odaya çıktı. Mete'nin "cici" bisikletine kıyamaması da bunda hayli rol oynadı tabii! Yeşil GT Timberline ilk bin kilometresini bu tur sırasında devirdi... 
İznik çok güzel, tarihi ve bakımlı bir şehir. Akşam üzeri dolaşabildiğimiz kadar etrafa bakındık fakat şehrin tamamını gezip tüm eski eserleri görmek için bir bütün gün bile yeterli olmayacaktı. Bir dahaki sefere, diye düşündük ve motelin lokantasında yenen akşam yemeğinden sonra günü sona erdirdik. 

Yapılan yol: 55 km, yolculuk süresi: 3:00 h, ortalama hız: 19 km/h, max hız: 58 km/h 


4. gün: İznik - Orhangazi - Gemlik (İznik Gölü kuzey kıyısı)
Moteldeki standart kahvaltıdan sonra gölün kuzeyindeki yolu kullanarak Gemlik'e dönmek üzere yola çıktık. Böylece gölün etrafında tam bir tur atmış olacaktık. Kuzey yolu, umduğumuzun aksine, kıyıdan gitmiyor, içerilerden dolaşıyordu. Yine de dünkü gibi güzel bir yolculuk yaptık. Öğle üzeri göl kıyısındaki Boyalıca Köyü'nde mola verdik ve köy yakınındaki Özer Restoran'da sazan yedik. Kavaklar arasında sakin ve güzel bir yerdi. Restoranın kedi ve köpekleri bizi hiç yalnız bırakmadılar. Köpeğin yavruları da varmış ama göremedik. Kuzey yolunda biraz daha fazla trafik vardı fakat rahatsız edecek kadar yoğun değildi. Orhangazi'ye vardığımızda tekrar anayola çıkmak zorunda kaldık. Buradan Gemlik'e gitmek için iki seçenek var: Anayolu takip ederek 20 km kadar trafikle boğuşabilirsiniz, ya da 1 km ilerideki kavşaktan tekrar güney yoluna girer, göl kıyısından Gölyaka Köyü'ne kadar gidip sağa döner ve bir gün önce anayoldan saptığımız Adapazarı kavşağına gelirsiniz. Yolun 10 km kadar uzamasına karşın trafikten kaçarsınız, anayolda sadece 9 km yolunuz kalmış olur. Biz tabii hangi yoldan gideceğimize daha turu planlarken karar vermiştik. Anayoldan uzak durmak için 10 değil 50 km'ye bile razıydık! 

Orhangazi'den güney yoluna girdikten 3 km kadar sonra göl kıyısında çok geniş çamlık bir mesire yeri var. Göle girilebiliyor. Piknik masaları, büfeler, WC, kısaca her türlü ihtiyaca cevap verebiliyor. Kısa süre dinlendik, birkaç resim çektik. Hem haziran başı hem de hafta ortası olduğu için fazla piknikçi yoktu. Yaz ilerledikçe, özellikle de hafta sonlarında buralarda adım atacak yer olmaz sanırım...
Nihayet Gölyaka'ya bu sefer ters istikametten vardık ve göl turumuzu tamamlamış olduk. Sonra 10 km daha giderek yine anayola çıktık. Bundan sonra Gemlik'e kadar 9 km hep iniş. Nedense bu defa anayol o kadar kabus gibi gelmedi. Alışıyoruz galiba.... Gemlik'e döndüğümüzde o zamana kadar Mete'nin bisikletindeki yuvada duran pompanın yerinde olmadığını farkettik. Yolda bir ara düşmüş olmalı. Pompasız devam etmeyi göze alamazdık. Akşam Gemlik'teki bisikletçilerde pompa aradık. Bir tane bulduk fakat hortumu bizim süpaplara uymuyordu. Ertesi sabah minibüsle Bursa'ya gitmeye karar verdik ve oteldeki Emrah'tan Bursa'da iki tane bisikletçi adresi aldık. Ne de olsa sıradaki etap oldukça kısaydı. Gemlik'ten geç saatte ayrılmakta bir sakınca yoktu. 

Yapılan yol: 74 km, yolculuk süresi: 3:45 h, ortalama hız: 20 km/h, max hız: 47 km/h

5. gün: Gemlik - Mudanya - Zeytinbağı (Tirilye)
İlk iş olarak minibüsle Bursa'ya gittik. Uzun zamandır Bursa'yı görmemiştim, çok değişmiş buldum. Koca Bursa'da ola ola iki tane bisikletçi varmış: Yalova Yolu üzerinde İsmail (Bianchi servisi) ve Haşim İşcan Caddesi üzerinde Şen Bisiklet. İkisine de uğradık, İsmail daha iyi, yine de İstanbul'daki çeşit zenginliğini bulamadık. Bursa'lı bisiklet meraklılarının sorunlarını nasıl çözdüğünü merak ettik. 
Bir pompa ve Mete'ye gözlük alıp Gemlik'e döndük. Bayağı zaman kaybettiğimiz için yemek yiyip yola çıkmamız saat 13:00'ü buldu. Yeni pompamızı kadroya sıkıca bağladık, fakat çalışıp çalışmadığını kontrol etmedik!!! Böylesi daha heyecanlı oluyor... 

Gemlik çıkışında uzun bir rampa var. Yol kenarında geniş bir banket olduğu için trafikten etkilenmeden yavaş yavaş tırmandık. 3 km kadar anayoldan gittikten sonra Engürücük Mevkiinde Kurşunlu Sapağından sağa dönerek yoldan ayrıldık. Yol, sapaktan itibaren yaklaşık 10 km boyunca yeni dökülmüş çakılla kaplıydı, bu da sürüşü çok zorlaştırıyordu. Hem hızımız kesildi, hem yorulduk hem de geçen araçların taş sıçratmasından korktuk. Kurşunlu'dan sonra çakıl bitti, rampalar başladı. Mudanya'ya kadar bol yokuşlu yolda pedal bastık. Onbeş sene önce çalıştığım kablo fabrikasına uğradık, eski dostları gördük. Fabrikada çalışan Zeytinbağı'lı birinden Zeytinbağı'nda belediyenin bir oteli olduğunu öğrendik. (Bu tür bilgilere pek güvenmemek gerektiği sonradan yavaş yavaş kafamıza kazınacaktı.) Mudanya içinde verdiğimiz kısa molaya Mudanya Mütarekesinin imzalandığı Mütareke Evi Müzesi'ni gezmeyi de sığdırdık ve günün son durağı olan Zeytinbağı'na doğru yola çıktık.


Mudanya'yı Zeytinbağı'na zeytinliklerle deniz arasına sıkışmış iniş-yokuş fakat çok güzel manzaralı bir yol bağlıyor. Eskiden iki yanı bomboştu fakat şimdi zeytinlikler sökülmüş, açılan yerler de yazlık siteler ve villalarla dolmuş. 4 km kadar sonra Kumyaka Köyü var. Zamanımız azaldığından köye inmedik, 7 km kadar daha yol alıp Zeytinbağı'na vardık. 

Sorduğumuzda Zeytinbağı'ndaki tek otelin kapanmış olduğunu öğrendik ama en kötü olasılıkla Mudanya'ya geri dönebileceğimiz için fazla dert etmedik. Sahilde konuştuğumuz birileri Savarona 2 Restoran'ın sahibi Ercan Kara'nın bir pansiyonu olduğunu söylediler. Ercan Bey'i pansiyon olarak hazırladığı -daha bitmemiş- iki katlı, küçük bahçeli köy evinde bulduk. Kendisi de Zeytinbağı'nda otel olmamasından şikayetçi olduğu için, kullanmadığı bu evi restore ederek pansiyon haline getirmek istiyormuş. Gerçekten de Zeytinbağı, işlek bir yolun üzerinde olmadığı için gözden uzak kalmış, bu sayede de özgünlüğünü kaybetmemiş, görülmeye değer bir yer. Ercan Bey bizi evinde misafir etti. Bu sevimli köy evinde rahat bir gece geçirdik. 

Yapılan yol: 45 km, yolculuk süresi: 2:55 h, ortalama hız: 15 km/h, max hız: 52 km/h


6. gün: Zeytinbağı - Gölyazı - Akçalar
Sabah bir kuş sesiyle uyandık. Mete ile bir süre hangi kuş olduğu konusunda anlaşamadık. Ben kumru dedim, o ise baykuş diye ısrar etti. Sonunda (o da komşu teyzenin yardımıyla) ben haklı çıktım... Güne çorbayla başladık. Daha önce Zeytinbağı'na kadar geldiğimden bahsetmiştim. Buradan sonrasını ikimiz de ilk defa göreceğimiz için merakla yola çıktık. 

Yolculuk genelde güzel ve olaysız geçti. Yeşillikler arasında genelde yokuşsuz köy yollarında rahatça pedal bastık. Önce Esence'den (Eşkel) geçtik. Buranın hatırladığım kadarıyla çok güzel ve geniş bir kumsalı vardı ama kumsala kadar inmedik. Ayrıca TRT1 İstanbul Radyosu da buradaki vericiden yayın yapıyor. Hava çok bulutlu ve kapalıydı. Her an yağmur yağması tehdidi altında yol alarak Çayönü, Hürriyet ve Taşpınar Köylerinden geçip Yenikaraağaç Köyü yakınında Bursa-İzmir karayoluna çıktık. Bol trafikli bu yol bisiklet yolculuğunu tehlikeli hale getiriyordu. 1 km kadar gittikten sonra sonra bir benzincide yemek yedik. Buradan sonra anayolun kenarında yol genişletilmesi için geniş bir toprak şerit açılmıştı. Bu yolu kullanarak -biraz rahatsız da olsa- trafikten kaçtık. 6 km kadar sonra anayoldan saparak Uluabat (Apolyont) Gölü kıyısındaki Gölyazı Köyüne indik. 

İstanbul'da bir arkadaşım Gölyazı'da güzel bir otel olduğundan bahsetmişti. Onun için biz de bugünün hedefi olarak burayı seçmiştik. Günün sürprizini Gölyazı'ya geldiğimizde yaşadık: Otel kapanarak sağlık ocağı olmuş, başka da kalacak yer bulmak mümkün değil. Kahveci kahvenin üstünde mevsimlik işçilerle kalabileceğimizi söyledi, istemedik. Burayı tavsiye eden dostumun kulaklarını bol bol çınlatıp bir mağarada veya ormanda gecelemeyi göze alarak yola çıktık. Akşam için yiyecek birşeyler almağa uğradığımız bakkal, yakındaki Akçalar Köyü'nde otel olduğunu söyledi. 16 km daha yol yaptık. Başköy sapağından Akçalar'a indik. Günün ikinci sürprizi: Buradaki otel de kapanmış ve bir aileye ev olarak kiraya verilmiş. Yolculuğumuzun devamında tüm küçük yerleşim birimlerindeki otellerin teker teker kapanmakta olduğunu öğrendik. Neden olarak ta, ulaşımın rahatlaması sonucu köylere günübirlik gitmenin çok kolaylaşması gösteriliyor. (Tabii günün birinde orta yaşlı iki zibidinin bisikletle gelebileceği kimsenin aklına gelmemiş! ;) Gölyazı'nın aksine buradaki köy sakinleri bizimle çok ilgilendiler. Bize kalacak yer aradılar, sonunda mezbahada soğutma teknisyeni Cihat Kaş her olanağı araştırdıktan sonra son çare olarak mezbahanın üst katında bir oda buldu ve gece kalmamızı sağladı. Yanımıza çadır almadığımıza pişman olduğumuz tek gece de bu oldu. Akşam geç saatte yoğun yağış başladı, bütün gece ve ertesi gün sürdü. Aslında şimdi düşünüyorum da, çadırımız olsaydı bile o havada ne kadar işe yarardı, bilemiyorum... 

Akçalar Köyü, bir meydanı ve koca bir camisi olan küçük bir yer. Köyün geçim kaynağı hayvancılık, bir de yakındaki Kerevitaş Fabrikası. Fabrikanın önünden geçerken tüm çevresinin bir hapishane gibi yüksek çitler ve dikenli tellerle çevrilmiş olduğunu gördük. Dışarıdaki sefilliğe inat gibi içeride papyonlu garsonlar servis yapıyorlardı. Bir de Mudanya'yı maddi-manevi her türlü destekleyerek gelişmesine büyük katkıda bulunan Siemens Kablo Fabrikası'nı düşündüm. İki firma arasındaki anlayış ve çevreye uyum farkı dikenli tellerden belli oluyor ve insanı dehşete düşürüyordu. Bu arada Kerevitaş'çılar ne kadar çevreci olduklarını göstermek için dikenli telleri yeşile boyamayı da ihmal etmemişlerdi! 

Yapılan yol: 62 km, yolculuk süresi: 4:05 h, ortalama hız: 15 km/h, max hız: 50 km/h 


7. gün: Akçalar - Mustafakemalpaşa
Sabah hala yağmur yağıyordu. Sabah kahvaltısını çorbayla yaptık ve mezbahada bir gece daha geçirmemek için hemen hazırlandık. Yağmurluk, ayaklara poşet, bisiklet çantalarına çöp torbası ve kendi kreasyonum(!) büzgülü torba naylon vs geçirip yola çıktık. Bursa - İzmir asfaltına tekrar girmemek için Cihat'ın ve köylünün tün uyarılarına rağmen Uluabat Gölü'nün güneyindeki köylere giden yola vurduk. Önce yol düzgündü. 12-13 km sonra tırmanmaya başladık ve bozuk/taşlı köy yollarında sıkı bir yağmur altında 10 km kadar sürekli tırmandık. Haritaya bakılırsa 500 metre civarında tırmanmış olmalıyız. Tepeye yaklaştıkça alçalmış bulutların içine girdik ve etrafı göremez olduk. Fazla uzaklaşıp birbirimizi kaybetmemek için arkadaki kırmızı ışıklarımızı yaktık. Aslında tepelerden gölün manzarasının çok güzel olduğunu sonradan öğrendik ve şanssızlığımıza üzüldük. 

Akçalar'dan çıkarken aceleden yanımıza muz, karbonhidrat çözeltisi vs almamış, yiyeceğimizi yolda temin etmeyi düşünmüştük. İyice köy yollarına vurana kadar bakkal aramak aklımıza gelmedi, sonra da tamamen ıssız yollarda kaldık, bir şey bulamadık. Bu yüzden çabuk acıktık ve tırmanmak daha da zorlaştı. Nihayet tırmanışın 3. saatinden sonra aç ve kısmen yağmurdan, kısmen terden sırılsıklam bir halde Onaç Köyü'ne vardık. Bu havada traktörle bile istemeyerek geçtikleri rampayı bisikletle çıktığımıza inanamayan köylüler çok yakınlık gösterdiler. Kapalı olan ikinci kahveyi açtılar. Sobayı yakarak üstümüzün kurumasını sağladılar. Yemek ve çay ikram ettiler. Sıcacık sobanın başında elimizde çayla sohbete daldık. Türk insanının yakınlığı, yardım ve konukseverliği İstanbul dışında daha iyi belli oluyor. Bir saat kadar oyalanıp iyice kendimize geldikten sonra su alıp yola devam ettik. Bu arada Karacabey'e direkt yol olmadığı da ortaya çıktı. Biz de rotamızı Mustafakemalpaşa'ya göre ayarladık. 


Kısa bir süre daha ve daha yumuşak bir rampayı tırmandıktan sonra Taşpınar Köyü yakınında inişe geçtik ve son dört saat içinde ilk defa bisiklet saatlerimizde iki rakamlı hız değerleri okuduk. Bir süre sonra taşlı yoldan kurtularak bozuk da olsa bir asfalta çıktık. Yolun gerisi hala yağmur yağmasına rağmen kolay geçti. Mustafakemalpaşa'da kısa bir aramadan sonra iki yıldızlı Hande Oteli'ne yerleştik ve kendimizi cennette sandık. 

Tüm zorluklarına rağmen keyifli bir yolculuktu. İnsana zoru başarmanın keyfini hissettirdi. Bisikletlerin problem çıkartmaması en büyük şansımız oldu. Şimdi onların da iyi bir bakıma ihtiyacı var. Şimdilik zincirleri temizleyip yağlarız. Esas büyük bakım İstanbul'da... 
Pazartesi'yi dinlenme günü ilan ettik. Üstümüzdekiler yağmurda tamamen battığı için alışverişe çıkarak giyebilecek birşeyler aldık. Tatlıcıda rastladığımız ve yöreyi iyi bilen bir bey (yazık ki adını unuttum) bize Kuş Cenneti'ne giden ve çevre köylerden geçen bir rota çizdi, Mustafakemalpaşa'yla ilgili broşürler getirdi. Yakında görmeğe değer güzel yerler olduğunu öğrendik (özellikle Suuçtu Şelalesi) fakat otelde tembellik etmeyi yeğledik.
 
Yapılan yol: 40 km, yolculuk süresi: 3:30 h, ortalama hız: 11 km/h, max hız: 51 km/h


8. gün: Mustafakemalpaşa - Kuş Cenneti - Bandırma
Sabah toplanmamız çok uzun sürdü. Mete'nin bisikletini odaya çıkartamadığımız için çantalarını sökmek gerekmişti. Ayrıca benim çantaların kuru kalmış olmasına rağmen onunkilere su girmiş, içerideki torbaları kirletmişti. Herşeyi yeniden paketlemek, zincirleri yağlamak ve öğle yemeği 13:30'a kadar sürdü. Yağmur tehlikesine karşı yine çantaları naylonladık ve yola çıktık - tabii ki YANLIŞ yola! Mustafakemalpaşa çıkışında Susurluk yönüne dönmemiz gerekirken benim aklıma uyup Karacabey yönüne saptık, 6 km kadar sonra uyanıp geri döndük. Böylece fazladan 12 km yapmış ve bugünü turun en uzun etabı haline getirmiş olduk (her işte bir hayır vardır değil mi ;). 

Yolculuk genelde olaysız geçti. Hepsi birbirinden güzel ve iç içe Tatkavaklı, Güllüce, Koşuboğazı, Çeltikçi, Ovasemen, Beylik, Hamidiye, İsmetpaşa, Akhisar, Sultaniye, Tophisar, Danişment, Çavuş ve Yeşilçomlu adlı köylerden geçerek güneş batarken Kuş Cenneti'ne ulaştık. Hamidiye'de yemek yerken kısa bir süre hafif yağmur yağdı. Naylonlara gerek yokmuş. Yolda aksaklık olarak sadece benim çantayı tutan lastiklerden biri koptu. Geçen bir arabayla Mete'ye haber yolladım. Geri döndü, yardım etti. Paçasını zor kurtardığı öfkeli köpeklerin önünden iki kere daha geçmek zorunda kaldığı için biraz keyfi kaçmıştı doğal olarak. Neyse ki köpekler sadece havladılar fakat saldırmadılar. 

Önce Kuş Cenneti'nde göl kıyısında bulduğumuz pansiyonda kalmayı düşündük. Amacımız çantaları bırakıp göl (Manyas Gölü) turu yapmaktı. Oradakilerden turun yüz km'den çok fazla süreceğini ve gölün karşı kıyısında kalabilecek yer olmadığını öğrenince vazgeçip Bandırma'ya gitmeye karar verdik. Bir günde o kadar yol yapmaya hiç hevesimiz yoktu. Ne de olsa yarışta değil, turdaydık. 
Bu arada hava da kararmaya başlamıştı. Bandırma'ya kadar 18 km daha vardı ve Mete farını yağmurdan korumak için çantasının derinliklerinde bir yere saklamıştı, çıkartmaya da üşendi. Bu yüzden sadece benim farla idare ettik. Gece karanlığında anayolda gitmek gerçekten tehlikeli oluyor. Benim el yapısı far ilk defa ciddi olarak kullanılıyordu ve kesinlikle kendini kanıtladı. Bandırma girişinde kontrol yapan trafik polislerine rastladık. Bizi uyardılar ayrıca Bandırma'da uygun bir otel adı verdiler. Bandırma'ya vardığımızda saat 22:00 olmuştu. Oteli kolayca bulduk ve yerleştik. Bisikletlerimize de yer gösterdiler. Bayağı yorulmuştuk. Yemekten sonra hemen yatıp uyuduk. 

Yapılan yol: 88 km, yolculuk süresi: 5:10 h, ortalama hız: 17 km/h, max hız: 41 km/h 


9. gün: Son gün: Bandırma
Sırada Kapıdağ Yarımadası'nı turlamak kalmıştı. Bir gün Bandırma'da dinlenmek, iki günde turumuzu atmak ve cumartesi veya pazar günü feribotla İstanbul'a dönmeyi düşünüyorduk. Yola çıkarken pek çok şeyi önceden planlamayıp yeri geldikçe araştırmaya karar vermiştik. Bunun nedeni de hem küçük ölçekli haritaların bulunamaması, hem de bisiklet turuyla ilgilenen ve bilgi alabileceğimiz pek kimsenin olmamasıydı. Biz de ilk olarak Kapıdağ Yarımadası'nın çevresinin kaç km olduğunu araştırmakla işe başladık. Aldığımız cevaplar gerçekten çarpıcıydı. 30 km'den başlayıp 200 km'ye kadar uzanan geniş bir yelpazede tahminler yağdı. Bizim halkımız çevresini niye bu kadar az tanıyor acaba... Daha doğru bilgi bulmak umuduyla bisikletlere atlayıp Erdek'e doğru yola çıktık. 

Yolda yağmur başladı. Yağmur kendi başına bir sorun değildi fakat asfalt çok kayganlaştı. Özellikle Gübre Fabrikası'nın önünde ayakta durmak bile mümkün olmuyordu. Bu kadar kaygan zemine ikimiz de daha önce hiç rastlamamıştık. Bisikletle gitmek tehlikeli olmağa başlayınca geri döndük ve Erdek'e minibüsle gittik. Biraz dolaştıktan sonra Kapıdağ Yarımadası'nın haritasını bulduk. Çevresi 100 km kadar, yolun tam yarısı olan Ormanlı'da da (Şeytanköy) motel/pansiyonlar var. Birinin sahibinin oğlu olan Malik Ergül ile tanıştık. Geceleme sorunu böylece çözülünce yarımada çevresinin acele etmeden iki günde rahatlıkla dolaşılabileceği ortaya çıktı. Çevreyi tanıyanlar da çok tavsiye ettiler. Tek sorunumuz hava. Ara sıra yağmur çiseliyor, duruyor, sürekli kapalı. Havaya güvenemediğimiz için Kapıdağ turunu başka bir zaman yapmaya karar verdik. Yanımıza kamp donanımı da alır, hem Manyas Gölü çevresini hem de Kapıdağ Yarımadası'nı rahatça dolaşırız. Daha bu tur bitmeden yenisinin planlarını yapmağa başladık bile... Yarın feribotla İstanbul'a döneceğiz.

Okunma 14488 defa
Yorum eklemek için giriş yapın