Aladağlar Korteklitepe-B.Alaca ve K.Alaca Tırmanışları

Issız dağlar, bir de ben…

Çukurbağ’ın sessiz, elmaları toplanmış, yaprakları sararmış bahçelerinin arasından görünen Demirkazık’a doğru bakınca seni gördüm. Oradaydın. Uzaklarda, ıssız ve bir başına…
Uzandım, sarıldım… İçime çeker gibi bastırdım göğsüme bedenini, yarıp göğsümün içine çeker gibi… Mutlandım. Dağların güzelliğini ve seni, kokunu özlemişim… Sanki şehirde yokluğunun farkında değilmişim gibi özlem burada nedense daha ağır basıyor.
Dokuz kişiden oluşan ekibimizle, traktörün üzerinde Martı mahallesinden çıkıp ilerlerken gözlerimizle Alaca zirvesini arıyoruz. İşte orada. Ön tarafında ilk durağımız olacak Körtekli tepe beyaz bir üçgen gibi bekliyor. Küçük Alaca ise sağ yanında, bir top kaya kütlesi gibi duruyor. Yine aynı yollardan, Sarımehmet’e ulaşan, bol zirve manzaralı bir yolculukla ilerliyoruz.



Traktörü terk edip yürüyüş öncesi hazırlıklarımızı yaparken yanımıza eski konuğumuz o güzel kedi geldi yine, yeri göğü inleten miyavlaması ile. Ayaklarımıza süründü, hoş geldiniz dedi sanki… Sonra onu orada bırakarak, ormana giren patikaya daldık, sırtımızda çantalarımız ve görünmeyen güneşin hissedemediğimiz ısısı ile.
Orman bitimine kadar kar yoktu. Sonrasında, Kaletepe’nin güney yüzünün bitiminde, vadi içindeki kayalar ve karlı bölge başladı. Kar değil ama, kayalar sırtımızda çantalar ile yürümemizi oldukça zorlaştırdı. Uzaklarda bir yerde, kamp kurmayı düşündüğümüz yerde güneş bizi beklemiyor gibi, yavaş yavaş uzaklaşıyordu yükseklere doğru.
Vadinin içinde soğuk kendini daha fazla hissettirirken, ellerimdeki eldivenler yetmez oldu. Daha fazla dayanamayarak çantamdan beni koruyacak başka eldivenleri çıkarmak için grubun önünden ayrılarak geride kaldım. Bana elleri üşüyen Faik’te eşlik etti. Çantalar açıldı, eldivenler giyildi ve ilerleyen gruba yetişmek için yola koyulduk. Grup vadinin içindeki son noktadan soldaki katır kayalıklarının üzerine geçmek için hamle yaparken bizde yetiştik. Ben, yanda gördüğüm kayaları gözüme kestirerek, aralarından geçmeye ve yukarı kayaların arasından geçmeye karar verdim. Faik’e ben buradan çıkıyorum diyerek, tırmanmaya başladım. Ekip sıra ile geçitten çıkmaya çalışıyordu ve önce ekip sonrada onlara yetişen Faik gözden kayboldu. Sesler kesildi ve vadi; gölgelerin, kar kokusunun tek başılığına kaldı. İlk setin üzerine sırtımda ki çanta ile yükseldim. Her tarafta rahatlıkla ilerleyeceğim tutamaklar vardı. Sonra bir hamle ile karsız, ama soğuk kayalardan tekrar yükseldim. Yan taraftaki kayaların üzeri tamamen kar kaplıydı ve donmuştu. Yükselmeye devam ettim. Biraz yukarıda görünen tutamağı yakalayabilmek için önce ayaklarımı ve sırtımdaki çantayı dengeledim.


Hamleyi yaptım ancak yakalayamadım. Çanta geri giderek dengemi bozdu. Yeni hamleyi denememeye karar verdim. Ters bir hareket beni başlangıç noktama düşürebilirdi. Geri iniş için aşağıya baktım, çanta ile inmek riskliydi.
Ekipten yardım istemek en güvenli çareydi. Durdum, vadinin sessizliğinde ses dinledim, yoktu… Seslendim sesimi duyurmak için ama akşam rüzgarı sesimi bana geri getirdi. Tekrar seslendim, sesim vadinin duvarlarında yankılandı, yere indi ve gökyüzünün maviliğine doğru yitti gitti… Sesim sessizleşti, tutunduğum kayaların soğukluğu tek başınalığımla birleşti, üşüdüm… Yeni seslenmelerimde yanıtsız kaldı. Bir süre sonra rüzgarın getirdiği seslerden beni merak eden Hayri ve Faik’in aramaya çıktığını fark ettim. Yukarıda dolaşıyorlar ama beni duymuyorlardı. Biraz sonra duydular ve gördüler. Durumumu anlattım. Ve getirdikleri perlonu bir kayaya sabitledikten sonra aşağı atarak beni yukarı aldılar…
Kamp kurulmaya başlamıştı. Kaybolup giden güneşin geride bıraktığı gölgelerden yayılan soğuk iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Çadır arkadaşım Faik ile çadırı kurduk ve hemen içine attık kendimizi. Yorgunduk, acıkmıştık. Önce bir çorba, sonrasında sandviçlerimiz bizi kendimize getirmişti ki, Faik’in birde sıcak çikolata içelim önerisi, yemeğin üzerine tatlı gibi oldu…
Ekibe, gece saat 03:00’te yola çıkacağımız bilgisini verdikten sonra, gecenin sessizliğinde; Livaneli’nin söylediği “nefesim nefesine” ile gözlerimi kapattım… Dışarıda ay yükseliyordu ve yıldızlar havadaki ayaza inat faaliyetin güzel olması için ısrarını sürdürüyordu sanki…
Nesine Yar Nesine
Ölürüm Ben Sesine
Bir Daha Vursa İdi
Nefesim Nefesine
Faik’in horlamalarına rağmen, uykunun en derin anında ve bütün bedenim iyice ısınmışken çalan alarm kalk zamanının geldiğini söyledi. Çantamı zaten hazırlamıştım, biraz daha kalabilirdim tulumda ve öyle yaptım. Sonra kalkıp bir şeyler atıştırdıktan sonra, tembel tembel botlarımı giydim, çantamı sırtıma aldım ve karanlıkta hazırlanan arkadaşlarımı beklemeye başladım. Herkes hazırdı ve gidebilirdik…
Dokuz kafa feneri karların beyazlığında yürümeye başladığında, daha gökyüzünde hiç yıldız sönmemişti. Soldaki kayaların arasından yükselerek rotaya girdiğimizde arkadan Yasemin’in kampa geri döndüğü bilgisi geldi. Önceki gün yaptığımız yürüyüş hepimizi iyice yormuştu…
Körtekli Tepenin eteklerine geldiğimizde tamamen kar kaplı yüzeyden yavaş yavaş yükselmeye başladık. Yıldızlar birer birer kaybolurken, ay ışığını kısmaya devam etti. Ve güneş Alacanın doğusundan yükselirken zirvesini aydınlattı, sonra bize yansıdı. Körtekli’nin zirvesine yaklaşırken güneş bedenimizde ısınmaya başlamıştı bile…
Zirveden manzara muhteşemdi. Sabah güneşinin vurduğu zirvelerdeki yansımalar, vadinin görünüşü, Küçük Alacaya uzanan sırtın görünüşü, her yan ayrı muhteşem…
İlk zirvede fotoğraflar çekildi, biraz soluklanıldı ve devam edildi Küçük Alaca’ya doğru… Sırtın iki yanında iki ayrı güzel görüntü ile ağır ağır ilerledik yeni hedefe doğru. Uzaktan bakınca bir kaya kütlesi gibi duran zirve bir anda büyüdü, ben küçük değil dercesine zirvesinin yolunu gösterdi sağ yanından. Uzaklarda Hasan Dağı, uzaklarda Boklarlar ve en uzaklarda da sen vardın zirveden görünemeyen ama yanımda olan…
Özgür, Faik ve Gürbüz geri döneceklerini söylediklerinde, oturduğumuz yerden kalkmış, yanı başımızda yükselen Lorut’un zirvesine doğru kaçamak bakışlar gönderiyordum. Onlar bizi, biz onları yolcu ederken önümüzde uzanan uzun bir yan geçiş bizi bekliyordu.



Kalan beş kişi ile; ben, Ozan, Hayri, Reyhan ve Soner, küçük Alaca’nın arkasından dolanarak rotaya girdik ve ilerlemeye başladık. Yan geçişte kaç sırt geçecektik ve ne kadar yolumuz vardı güney yüzüne belirsizdi. Batı yüzü zirveye kadar kayalıktı ve o yüzü denemeyi düşünmüyorduk zaten. Bir sırt aştık yan geçerken, sonra bir daha… Derken son olacağını düşündüğüm sırta yaklaşırken uzaklarda güneşte kıvrımlanan dereyi, Avcı Beli tarafından yaptığımız tırmanıştan anımsadım. Son sırttı ve sonra yükselecektik. Son sırttı aşınca bu yatay ilerlemede zirve yolunu gördük. Artık güney yüzüne dönmüştük ve rotanın tamamı bize bakıyordu. Yükselmeye başlamadan mola verdik. Güneşe karşı bir şeyler atıştırıp dinlendikten sonra, rotanın tamamen temiz ve karsız olması nedeni ile, kazma ve kramponlarımıza da ihtiyaç olmayacağı için, çantalarımızı bırakarak yükselmeye başladık. Çarşaktan uzak durarak kayaların üzerinden yükselerek yolumuza devam ettik. Çok yorulmuştuk ama zirve yukarıdan bizi seyrediyordu… 3588 metrelik Lorut (Alaca) zirvesine ulaştığımızda manzara daha bir güzeldi. Ve göz alabildiğine uzanan diğer zirveleri tek tek buradan saymak mümkündü… Biraz dinlenme, fotoğraf çekimleri derken, uzun yolu bir an önce bitirip kampa dönmek için inişe geçtik.
Çantalarımızın bulunduğu yere kadar, çıkışın aksine bu kez inerken çarşak alanları kullandık. Ve çantalarımız alıp geldiğimiz yoldan yatay geçiş ile Küçük Alaca’ya doğru yürüyüşümüze devam ettik. Küçük Alaca’yı geçip sırttan Körtekli’ye ulaştığımızda artık iyice yorulmuştuk. Ve son Niğde dolmuşunu kesin kaçıracağımız, otobüs saatimize yetişemeyeceğimizin sinyalleri gelmeye başlamıştı.
Körtekli Tepenin çarşak alanından hızla inip kampa doğru yorgun adımlarımızla ilerlerken, yavaş yavaş günden uzaklaşan güneşin ışıkları yok oldu. Ayaz ve soğuk, yorgun bedenimizde yeniden kendisini hissettirmeye başladı. Adımlarımızı biz atmıyorduk artık. Kendileri gidiyordu kampa doğru ve daha yolumuz vardı…
Kampa yaklaştığımızda uzaktan bizi merak ederek bekleyen arkadaşlarımızı gördük. Yollara çıkmışlardı, tedirginlerdi. Hoş geldinizlerini hoş hoş buldukladıktan sonra hazırladıkları sıcak sıvılar ile yorgun ve üşüyen bedenlerimizi canlandırmaya çalıştık…
Gecikeceğimizi anlayınca, çadırlarımızı toplamışlar ve bizi beklemeye başlamışlardı. Hazır olan ekip hemen yola çıktı. Aşağıda bekleyen Traktörcü Mehmet’in yanına bir an önce ulaşıp otobüse yetişme yolları denenmeliydi. Bizi Niğde’ye götürecek bir araç bulunmalıydı. Ve tabi otobüsün hareket saatini de biraz geciktirmek… Biletleri aldığım Metro acentesini arayarak Niğde ile irtibata geçmelerini ve dağdan yeni indiğimizi, biraz gecikebileceğimizi söyledim, telefonun çektiği bir yerden. Sonra Niğde aradı, tamamdı. Ama çok geç kalmayın dediler… Dokuz kişiyi bekleyeceklerdi…
Vadi başında ki ormana girdiğimde artık karanlık çökmüş önümde giden patikayı zor görüyordum. Biraz sonra Sarımehmetler’in orada traktör ışığı ve bize yol göstermek amaçlı yakılan sinyal göründü. Yorgunluk ve yol bitiyordu artık…
Traktörün yanında Mutlu İnan Akdağ ile karşılaştık. Ve fazla zaman kaybetmeden köye doğru yola çıktık. Gece soğumuş, traktörün her tarafından bize çarpıyordu. Yol boyunca hemen bir araç organizasyonu yaptık Mehmet ile. Ve köye ulaştığımızda bizi otobüse yetiştirecek araç hazırlanmış bekliyordu bile.
Beklemeden yola çıktık. Aracın içinde kıyafetlerimizi değiştirerek daha rahat bir yolculuk yapmak üzere hazırlıklarımızı tamamladık. Yorgun ve açtık…



Terminale otobüsün kalkış saatinden önce ulaştık. Ve içimizde ki stres yerini rahatlamaya bıraktı. Çantalarımızı teslim ederek, terminal lokantasından içeri daldık. Bu kez balık ve bira hayal olmuştu doğrusu ama, bu faaliyete değerdi bu…
Yorgun bedenlerle koltuklarımızda yerimizi aldığımızda gözler yavaş yavaş kapanmaya hazırdı. Başarılı bir faaliyet daha geride kalmış, sonraki ay gideceğimiz Erciyes tırmanışı ile ilgili konuşmaya başlamıştık bile.
Göz kapaklarım ağırlaştı, uzaklarda bir gök gürledi, belki yağmur yağmaya başladı şehirde. şehire ve sürgünüme geri dönüyorum… Yüzümüzde hep gülümseme olsun… Sevgiler…
Cem Ergün
Fotoğraflar: http://picasaweb.google.com/erguncem/MangircidanAlaca
Etkinlik Adi : Istanbul Dagcilik (IDAK) Aladaglar Faaliyeti
Etkinlik tarihi : 15-16 Kasim 2008
Ekip : Cem Ergun, Yasemin Kapiyoldas, Ozgur Konya, Hayri Aytar, Gurbuz Mete, Faik Kayhan, Reyhan Cakan, Ozan Eksioglu, Soner Saruhan
Planlanan Zirveler : Korteklitepe (3250) Kucuk Alaca (3315) Alaca (3588)
Kamp Yeri : Mangirci Kayalari ustu (Ortaburuntepe yani)
Rota : Kamp yerinden hareketle Buyuk Mangirci vadisinden Korteklitepe, sirt hattindan Kucuk Alaca, bati yuzunden Alaca.
Teknik Malzeme : Kask, Kazma (kullanilmadi), Krampon (kullanilmadi)
Hava : Cumartesi - Pazar 8/8 Acik gunesli
Ruzgar : Buyuk Mangirci vadisi 1/8 cok az, Sirt ve zirvelerde 3/8 hafif siddette.
Faaliyet zaman tablosu :
15 Kasim Cumartesi
12,00 Sarimehmetlere varis ve kamp yuku ile yuruyus.
16,30 Mangirci Kayaliklari kamp alanina varis.
16 Kasim Pazar
03,15 Yuruyus baslangici
06,30 Korteklitepe zirvesi
06,45 Korteklitepeden sirt hattindan Kucuk Alacaya hareket
07,35 Kucuk Alaca zirvesi
08,00 Kucuk Alaca'dan hareket
10,45 Alaca zirvesi
11,00 Alacadan donus
15,00 Kampa varis
17,30 Sarimehmetlere varis
Kar Durumu :
Sarimehmetlerde kar yok
Mangirci orman ici kar yok
Mangirci orman bitimi kar baslangici 3-5 cm toz kar
Mangirci kayaliklari 2500m toz kar 10-15 cm
Mangirci kayaliklarindan Buyuk Mangirci vadisi Alaca buzul canagina dogru vadi tabaninda 30-40 cm, yamaclarda 15-20 cm toz kar.
Zirve yapan uyelerimiz :
Korteklitepe : Cem Ergun, Ozgur Konya, Hayri Aytar, Gurbuz Mete, Faik Kayhan, Reyhan Cakan, Ozan Eksioglu, Soner Saruhan
Kucuk Alaca : Cem Ergun, Ozgur Konya, Hayri Aytar, Gurbuz Mete, Faik Kayhan, Reyhan Cakan, Ozan Eksioglu, Soner Saruhan
Alaca : Cem Ergun, Hayri Aytar, Reyhan Cakan, Ozan Eksioglu, Soner Saruhan
Yasemin Kapiyoldas kampta kaldi.
"İDAK... İstanbul Dagcilik Kulubu"

Okunma 9122 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 29 Ekim 2011 20:54
Yorum eklemek için giriş yapın