Cumalıkızık Kampı

OSMANLILAR KURDU, PANDÜL KEŞFETTİ; CUMALIKIZIK



Pandül… Bir buçuk ay öncesine kadar anlamını bile bilmediğim bir kelimenin bu kadar müptelası olacağım kimin aklına gelirdi ki? Doğa sporlarına gönül vermiş, kendilerine Pandül ismini veren dost canlısı ekiple tanışmamız, buna vesile olan İhsan Abi sayesinde katıldığımız Menekşe Yaylası faaliyetiyle oldu. Ve o ilk organizasyonda çok iyi öğrendik ki Pandül’cüler yol, su, elektrik olmadan, tabiatın kucağında mükemmel bir uyum içinde.
Menekşe’nin tadı damağımızdan gitmeden ikinci faaliyetimize katıldık. İşte bu yazı keyif çıtasını bir adım öteye taşıyan, daha zorlu Cumalıkızık Kampı’nın ve Kanlı Gölet macerasının hikayesini anlatıyor.


Balkon keyfi

Yıllardan bu yıl günlerden 9 Haziran’dı. Yola çıkmak için iki durak belirlenmişti. Avrupa Yakası sakinleri 07:00’da Taksim AKM önünden hareket ettiğinde karşı yakanın bir Avuç Pandül’cüsü de son hazırlıklarını yapıyordu.

Akşam İhsan Abi’de kalmıştım. Bir gece önce geç yatınca sabah kaçınılmaz sonuç: Planlanandan yarım saat geç uyandık. Ben apar topar çıkacağımızı sanırken bir de ne göreyim İhsan Abi’ler balkonda kahvaltı hazırlıkları yapıyor. Keyifle gazetelerini de okur görünce ben ne bileyim, bunu da bir Pandül geleneği sandım! J

Kararlaştırılan saatten biraz da hızlı hareket eden araç, Bostancı Köprüsü’ne vardığında elbette bizi göremedi. Bizim gelişimiz, ilk serzenişler, öpüşme, koklaşma derken 07:35 gibi yola koyulduk.

Organizasyonu üstlenen Sbory’nin de aralarında olduğu bir kısım Pandül’cü ile henüz tanıştık. Tanışır tanışmaz da kaynaştık. Araç, Küçükyalı’ya varmadan geç kalışın faturası kesilmişti. İhsan Abi’ye ‘Arabalı vapurda çay ısmarlama’ cezası verildi. Bana kalırsa ucuz atlattı ya neyse!.. J

Yol boyunca herkes pozitif ve muhteşemdi. Yolda Sbory birine yapılanları anlatıyor, sürekli bilgi veriyordu. Altını çize çize Yayla Cup diye birilerine atıfta bulunuyor, telefonda birine esrarengiz şekilde ‘Evet, geldiler Abi. Yazık olacak ama elden ne gelir? Doğru Abi, haklısın Abi…’ gibi ifadeler kullanıyordu. Hafiften işkillenmeye başladık ama bir anlam verememenin şaşkınlığı içinde Arabalı Vapura varmıştık.

Bu arada Osman Abi de boş durmamış, ilk çalışmalara başlamıştı. İlk makrolarını martılar ve vapurlar üzerinde yoğunlaştırmıştı. Kısa deniz seyahatinden sonra arabamız hızını bir an bile düşürmeden, jet uçaklarını kıskandıracak şekilde, 60 km/s hızla mola için belirlenen Özdilek AVM'ye varmıştı.

Mola yerinde eksiklerin giderilmesi, üçüncü kahvaltıların yapılmasının akabinde tam yola çıkacaktı ki Sbory’nin telefonu çaldı. Arayan yine o esrarengiz kişiydi. Sbory’nin bir taraftan Akın’la ikimizi kesmesi, bir taraftan karşı taraftaki kişinin sabırsızlığını ve kızgınlığını hissettirmesi hafiften ‘tırsmamıza’ neden oldu.

Şoförümüzün, LCD’sinden “Da Vinci’nin Şifresi”ni seyretmesinden olacak yolun kalanı bitmek bilmedi. Umulandan bir saat geç varmıştık Cumalıkızık köyüne.




Ve o an

Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerine sahip köyün aradan geçen yüzlerce yıla rağmen, kendine has dokusunu, havasını korumayı başarmış olması bizi çok etkiledi. Tezgahlara sıralanmış reçellere, kirazlara ağzımın suya aka aka, yükümüz sırtımızda, kamp atacağımız Necla Abla’nın gül bahçesine vardık. Sundurmaya geçerek çantalarımızı bırakırken biraz şaşkın biraz da tedirgin, bir sesle irkildik: ‘Herkes dere yürüyüşü için son hazırlıklarını yapsın. Dönüşümüz karanlığa kalabilir. Ona göre eksiklerini tamamlasın.’ Evet, bu ses, Sbory’nin telefonda konuştuğu ve büyük şef olarak tanımladığı, Pandül’ün efsanesi Alpay Abi’ye aitti. Alpay Abi, kısık gözlerle bakıp, birazda manidar “Yayla Cup’çılar sizlersiniz demek!” deyince Akın’la birbirimize itiraf etmesek de şu iki günün bizim için hiç de kolay geçmeyeceği hissine kapıldık. Yutkunarak ve adeta 10 yumurta içmiş gibi ince bir “Evet…” çıkıverdi ağzımızdan. Ve yine o an anladık ki hayat burada bitiyordu. Memnun olmuş gibi yaparak köyün içinden başlayan Kanlı Gölet yürüyüşümüz için hemen yola koyulduk. 20 kişilik bir ekip olmamıza rağmen 14-15 kişi ancak vardık. Kısa süre sonra fark ettik ki Eray’ın, Gülay’ın, Bora’nın da aralarında bulunduğu bir grup önden çıkıp, yanlış yoldan giderek kendi maceralarına yelken açmıştı bile. Uzun süre ortak bir noktada buluşulamamasının hikayesini sonradan öğrendik. Cumalıkızık yürüyüşlerinde bir ilk başarılmış ve Kanlı Gölet rotasında Bursa – Ankara yolu bulunmuştu!?? J

Alpay Abi rehberliğindeki bizim grup, son iki gün yağan şiddetli yağmurun etkisiyle kayganlaşan kayalar, debisi artan nehir ve yumuşayan çamurlu toprakla mücadele ederek üç saati biraz geçe Kanlı Gölet’e varmayı başardı. Pandül ekibinin profesyonelliği, azim ve kararlığı ile varılan dev şelaleye varıldığında yüzler mutlulukla, umutla, parıltıyla gülümsüyordu. Zorlu parkurda dikkat ve hırs sayesinde nihayet mutlu sona ulaşıldı. Özellikle ben ve Akın, birazdan başımıza geleceklerden habersiz etrafa gülücükler yolluyor, kendimizi Everest’e çıkmış Nasuh Mahruki gibi hissediyorduk. Ancak büyü, Alpay Abi’nin bizi çağırmasıyla son buldu. Bacaklarımızın dermanı dinmeden şelalenin üstüne çıkacaktık. Hem de bu defa işin içinde halat da vardı. Alpay Abi, düğüm atmayı öğretiyordu ki bu da olayın ne kadar ciddi boyutta olduğunu gösteriyordu. Alpay Abi’nin Yayla Cup’çıları, yani Akın ve Ben, kendimizi kanıtlamalıydık. Orhan Abi, Akın, İhsan Abi ve Alpay Abi’den kurulu küçük bir ekip olarak tırmanışa geçtik. Yemek molamızı da kapsayan yaklaşık 30-35 dakikalık bir faaliyet içinde faaliyetten sonra zorlu inişe geçildi. Halat Akın’daydı. En son o gelecekti. Biri sorun yaşarsa halat ile ona yardım edecekti… Peki, sonra ona kim yardım edecekti? Bu sorunun yanıtını çok da fazla düşünmemeye çalışarak, kazasız belasız inişimizi yaptık.

Alpay Abi’nin Kanlı Gölet’te suya girme isteğini o an gerçekleştirememesinin daha sonradan güzel bir maceraya dönüşeceğini kimse tahmin edemezdi. Dönüş yolunda Alpay Abi’nin ve Yiğit’in yaptığı küçük bir gölet keyfi bile yaşanacaklara engel olamadı. Yorgunluğu artan ekip üyeleri, aynı zorlukları disiplin kaybolmadan ve yardımlaşmanın üst düzeyde olması sayesinde, planlanandan da çabuk aşarak 18:30 civarında kamp alanına vardı. Doğrusu bu ya, ıslanmanın, yorulmanın bu kadar zevkli olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Kamp alanında yenen gözlemeler ve içilen çaylarsa iç huzurumuzu doruğa çıkarmaya yetti. Kısa bir köy gezintisinin ardından kararan hava, çadırları kurma vaktinin geldiğini müjdeliyordu. Yemek hazırlıklarına, gecenin koyuluğuna tezat pırıl pırıl yıldızlar eşlik etti. Sahi, burada yıldızlar daha mı bir parlak?

Tulumunu arayan bedenler tam yatmak için hareketlenmişti ki Alpay Abi, ağzındaki baklayı çıkarıverdi: Sabah 05:30’da Kanlı Gölet’e gidip suya girmek isteyen var mıydı?.. Elbette yoktu. Ama şöööle bir gözlerimizin içine bakıverdi ki hayır demek ne mümkün… Yine yutkunmalar, anlık sessizlikler ve aslında hayır demek olan ‘Evet’ler…




Sabah 05:15’te çalan saatlerimizle birlikte düşle gerçek arasında bocalamalar başladı. Bedenimiz kalkmak istiyordu, beynimiz inatla direniyordu: N’olur 5 dakikacık daha uyuyayım!.. Bunun Alpay Abi’nin yeni gelenlere küçük bir şakası olması temennisiyle hemen yatmak üzere kalkıp yüzümüzü yıkadık. Kimseyi görmemek ve bunun şaka olması tek dileğimizdi ki yol arkadaşlarımızın tamamını, Alpay Abi’yi, Bora’yı ve İhsan Abi’yi gördük…

Son hatırlatmalar gecikmeden geldi: ‘5 dakika içinde çıkıyoruz. Hazırlıklar tamamlansın!’

Kanlı Gölet’te göllenmeye giden mini ekibimiz, dün neredeyse 3.5 saatte vardığımız hedefe, rekor bir sürede 80 dakikada ulaştı. Saatler 07:00’yi gösterirken, gecenin bütün soğuğunu içimize kadar işleten şelalenin azgın sularında, bir grup (ve garip) İstanbul Efe’si olarak çocuklar gibi şendik. Böyle durumda suya neden çivi benzetmesi yapıldığını da öğrenmiş olduk. Soğuk su bedenimize temas ettiği her yeri 14’lük çivi sokulmuşçasına acıtıyordu. L

Ha, bu arada tek havlu getiren olarak sudan çıkanların bol bol hayır duasını aldığımı da söylemeden geçmek olmaz. Yaklaşık 30 dakikalık dinlenmenin ve tazelenmenin ardından dönüş yoluna girdik. Yine hızlı bir tempoda saatler 08:30’u bulmadan kamp alanına, bir süredir hayalini kurduğumuz ismiyle ‘Ziyafet Sofrası’na vardığımızda çadırların neredeyse tamamı toplanmıştı. Kanlı Gölet’i soranlara ise Bora’nın cevabı kısa ve netti: “Dişlerimizi fırçalamaya gittik!”


‘Doymaya korkuyorum’

Sıra gelmişti kahvaltıya… Nagihan Abla’nın kuşu sütü eksik kahvaltı sofrasını tanımlamaya kelimeler yetmez. İnce ince sarılış dolmalar, reçelin envai çeşidi, sıcacık odun ekmekleri, günlük köy yumurtasından omletler ve daha neler neler… Nefeslerin tutulduğu o anda bir Pandül’cü, manzaranın en anlamlı şekilde özetliyor: ‘Doymaya korkuyorum!’

Sbory’nin dönüş saatiyle ilgili hatırlatmasının ardından Pandül’ün makrocuları soluğu köyün arka sokaklarında alırken, okeycilerin buluşma adresi köy kahvesiydi. Ha, bu arada Alpay Abi’nin 8 yıllık botları nihayet son nefesini verdi. Emektar ayakkabılar, Türkiye’nin her karışına izini bırakan tabanlarını Kanlı Gölet yolunda patlatınca, Tayfun ve Alpay Abi’nin sihirli dokunuşlarıyla ayakkabılıktan saksılığa dönüştürüldü. Yapılan kısa veda konuşmalarını takiben botlar, ebedi istirahatgahı olan Necla Abla’nın bahçesinde diğer saksıların arasına yerleştirildi.

Dönüşte Sbory’nin önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Bursa’ya kadar gelmişken İskender Şov yapılacak, iki günde erittiğimiz yağlar üstüne para verilerek geri alınacaktı. İşin komik tarafı şu ki başta şiddetle karşı çıkılan bu öneri saatler ilerledikçe taraftar toplamış, tek muhalif Osman Abi’ye rağmen hayata geçirilmişti.




Ortalama 45 dakika yemek molasının ardından dönüş yolu, bedenleri yorgun ama ruhları mutlu Pandül’cülerin gelecek faaliyetlerini planladıkları sohbetleriyle ss. Bir çok öneri içinde en çok rağbet gören ise Saroz Körfezi’nde dalış kampı oldu. Osman Abi’nin organize edeceği faaliyetin tarihi için de Temmuz’un ikinci yarısı kararlaştırıldı. Karada rüştünü ispatlayan Pandül’cülerin suyun derinliklerinde neler yapacağını ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Akın’la bana gelince… İki günde ismimizi Yayla Cup’tan Dere Cup’a dönüştürmeyi başardık. Sabah’ın 07:00’sinde buz gibi suda yüzdük. Yeni dostlar edindik. Ve en önemlisi doğayla mücadele edilmeyeceğini aksine dost olunacağını öğrendik. İki günle ilgili tek hayal kırıklığımızsa, haftalar öncesinden motive olduğumuz, İhsan Abi’nin öve öve bitiremediği, doyumsuz Cumalıkızık kirazlarının henüz yenecek kıvama gelmemiş olmasıydı. J

Yeni faaliyette görüşmek üzere…


Yazı: Sercan Kilci

Fotoğraflar: Kamil Temizel, Osman Temizel, Akın Güner

Organizasyon: Sbory (Bora Bentürk)
EK; CUMALIKIZIK’TA KAYBOLMAK


9 Haziran sabahı ekip hazırlamış yola çıkmışken Ben-Gülay-Turgay-Bora-Zeynep ve Tayfun biraz geride kaldık ..önümüzdeki ekibi görmüyorduk.. çıkış yolu belli olduğu için arkadaşları yakalarız diye umut edip yola koyulduk..yarım saat kadar yürüdükten sonra önümüzde kimseyi göremeyince dedikki biz bi iletişim kuralım ..Alpay ı aradım oda bize geride olduğumuzu dümdüz hızlı bir şekilde devam etmemizi söyledi.

Yol belliydi ve mutlaka onlara ulaşırız diye düşündüm ama bir detayı kaçırdım yolun üzerinde bizi su kanalllarına götüren bir geçiş vardı asıl rota oradan başlıyordu ve ben bu geçişi daha önce iki kez bu yürüyüşü yapmama rağmen kaçırdım düz devam ettim..

evet işte olay ondan sonra arap saçına döndü..her taraf yemyeşil ve her yer birbirine benziyor ve en önemlisi biz hala ekibi önümüzde zannedim yola devam ediyoruz..yol üzerinde önümüzde zannettiğimiz ekiple iletişim kuruyoruz bulunduğumuz nokta ile ilgili tarifler veriyoruz ama ne fayda hiç bir şekilde ortak bir noktada buluşamıyoruz ..ve işte o an bir karar vermek gerekiyordu ya köye geri dönüp gözleme yiyip ekibin dönmesini beklicez yada kendi faaliyetimizi kendimiz yapacağız..

karar verildi yola devam..evet kaybolmuştuk ve 6 kişilik bir ekip olarak yola devam ediyorduk..derenin gidiş yönü belliydi dereyi kaybetmediğimiz sürece geri dönmemek imkansızdı.. amaç şimdi bu yürüyüş esnasında herhangi bir kaza ile başbaşa kalmadan keyifli bir şekilde yola devam etmekti..artık diğer ekiplede iletişim kopmuştu..ortalama 3 saat kadar yürüdükten sonra doğa bize resmen durun dedi.. karşımızda bütün gücüyle akan bir şelale vardı ...bu bizi çok fazla keyiflendirdi..ekibimizin durumu iyiydi kimsede dönememek gibi bir korku yoktu cesaretli bir ekiptikJama buraya kadardı şelale bize hoşgeldiniz derken bundan sonrası içinde saat çok geç oldu artık kanımca dönün der gibiydi..

kısa bir mola verdikten sonra geldiğimiz yoldan dereye gire çıka dönüş yolunuda bulmuş olmamızın zevkiyle başladık yürüyüşe. ..dönüş yolunu daha hızlı kat ettik ama bize doğanın bir sürprizi oldu ..doğa resmen bizim bu dikkatsizliğimizi cezalandırdı ve karşımıza asfaltı çıkarttı çıktığımız yer Cumalıkızık köyünün girişindeki asfalt yoldu hepimiz şoktaydık nasıl olmuştuda çıka çıka buradan çıkmıştık..evet köyün içine giren sapağıda kaçırmıştık ve çıka çıka bu iğrenç asfalta çıktık..bu durum ekibin yüksek olan moralini bozdu ..kısa bir yürüyüşten sonra köye girdik..herşeyi açıklayabilirdik ama dönüşte çıktığımız Bursa- Ankara yoluna nasıl çıktık işte onu açıklayamazdık diğer ekibeJbu kaybolma hikayesi diğer ekibin de gelmesiyle dallanıp budaklanıp güzel bir sohbete dönüştü..

bu sohbette kaybolduğumuzda neler yapmamız gerektiği..sakatlanma risklerine karşı nasıl önlemler almamız gerektiği..ekip içinde bir kişinin ekip lideri olması ve diğer arkadaşlarının ona yardımcı olması gerektiği gibi birçok konuda bilgilendik..benim için güzel bir tecrübe oldu ..ama umarım bir daha kaybolmam.

Eray OĞUŞ
Okunma 50064 defa Son Düzenlenme Cumartesi, 29 Ekim 2011 20:54
Yorum eklemek için giriş yapın