Erciyes Kış Tırmanışı

Dünya Kadınlar Günü Tırmanışı - Zirve Dağcılık





Toz karın içerisinde ağır ağır ilerlerken; ön taraftan gelen ses, riskin daha arttığını söyledi. Çığ, o beyaz korku bu sinsi zeminde kendisini daha rahat hissettiriyordu. Biraz daha yükselerek zemini kontrol etmek için giden öncülerin, karın artık sertlesmeye başladığı uyarısı ile yerimizde durduk. Sırt çantamı dengemi bozmamaya çalışarak indirdim ve kramponlarımı çantamdan çıkartarak botlarıma takmaya başladım. Sırtımın çok gerilerinde bir yerlerde yavaş yavaş güneşin ağarmaya başladığını hissettim önce. Sonra kamp alanını terketmeye başladığımız saatlerde bütün güzelliği ile dağı aydınlatan ay, yavaş yavaş ışığını bizden almaya başladı. Son birkez elimdeki kazma, ay ışığı ile parladı söndü, yansıması yüzüme vurdu sanki...

 

Dünya Kadınlar Günü’nü bu sene yine zirvede kutlamak için Kadıköy’den yola çıktığımızda içimizi dağ kokusu sarmıştı bile. 14 kişiden oluşan İstanbul ekibini toplayarak “bir kısrak başı gibi uzanan” Anadolu topraklarına bu yakadan giriş yaptığımızda el ayak çekilmiş, gece ağır ağır günü ele geçirmeye başlamıştı.

Geçen günün, haftanın yorgunluğu; yerini yapılacak tırmanışın heyacanına terkederken İhsan’ın kullandığı minübüsün içindeki konuşmalar önce azaldı, sonra fısıltıya dönüştü. Ve düzenli nefes alıp vermelerin arasında yol sesi, gelip geçen kamyon uğultuları, uykuya karıştı. Kadıköy’den bizi yolcu etmeye gelen Şükran’ın getirdiği tahinli börekleri ilk mola yerinde çay eşliğinde mideye indirirken, ikinci molada çaya İsmet’in getirdikleri eşlik etti.


Kayseri’ye gelip hiç durmadan oteler bölgesine devam ettik. Kısa bir mola ve ekmek, su alışverişi sonrasında ulaştığımız oteller bölgesi, kayak yapmaya koşan yurdum insanı ile doluydu. Bursa’dan gelen arkadaşlarla burada buluştuk. Ankara ise bize kamp yerinde katılacaktı. Bursa’dan gelen üç ve Ankara’dan gelecek dört kişi ile tırmanış sayımız 21 olacaktı. Çantalar araçtan inerken; bir ekip hem jandarmaya tırmanış bilgisini vermeye hemde orada asker olan Doğan Palut’u görmeye gitti. Jandarma bilgisi tamamdı ama Doğan’ı göremeden geldiler.

Telesiyejle yukarı çıkıldıktan sonra ağır ağır, tek sıra halinde, karda kaybolmuş kanalı takip ederek kamp yerine yöneldik. Yaklaşık iki saat süren ve karlara bata çıka yapılan yürüyüş, kanalın başı olarak belirlenen kamp yerine ulaştığımızda sona erdi. Çadır yerleri seçildi, kürekler çıkartıldı ve üzerimize düşen güneş altında zemin düzeltildi, kurulan çadırların etrafı, rüzgarı kesecek şekilde hazırlandı. Sabah altıda Kırşehir il sınırları içerisinde verilen molada içilen çorbadan başka birşey girmemiş mideler, her an daha sabırsızlanarak yemek vaktini bekledi. Ve çadırlarda ocaklar faliyete geçip, yemekler yapıldı, kar suyu eritildi ve gün; eridi, yitti.

Dağ arkamızda yükseliyor gibi görünsede, mesafe uzaktı. Yazın yine bu rotadan tırmanış için yaklaştığımızda dağa, çadırımızı yine buraya kurmuştuk. O zamanda aynı şimdi göründüğü gibi, giden günün ardında kayboluyor gibi olsada heybetini koruyordu...

Çadır arkadaşım, tırmanış yoldaşım Mahmut ile yemeğimizin ardından içtiğimiz kahve sonrasında gece saat 01.00 de kalkmak üzere saatlerimizi kurduk. Ve gece kalktığımızda yenecekleri, zirve için yanımıza alaaklarımızı belirleyerek, artık iyice soğumaya başlayan çadırın içerisinde yavaş yavaş uyku tulumlarının içerisinde kaybolduk. Dışarıda rüzgar sessizce üflüyor, ay ışıklarını çadırların üzerinde tutuyordu...

Gecenin bir vaktinin olduğunu ve yola çıkacağımızın işaretini, henüz donma eylemini gerçekleştirmemiş telefonumdan öğrendim. Saat 01.00. Çadırlarda hareketsizlik devam ediyordu. Yanan ocak sesi bile duyulmuyorken, birkaç dakika daha sıcak tulumda kalmak kar gibi gelsede, kalkmanın vaktiydi artık. Kuruyan dumaklarımı ıslatmak için uzandığım başucumda ki su donmuştu bile.

Kalktık ve tulumlarımızı topladık Mahmut ile. Sonra ocağı yakarak çayımızı demlemeye koyulduğumuzda, ıssız gecede sesler, hareketlilik çoğaldı. Keklerimizi çay ile mideye indirdiğimizde artık çadırı terketme vaktide yavaş yavaş gelmişti. Çadırın bagajında poşet içerisinde bıraktığımız botlar donmuştu. Bağcıkları 4’lük elektrik kablosu gibi kaskatı olmuş öyle duruyordu. Görüntü bile içimi üşütmeye yetmişti. Çaresiz giyilecekti. Giyindim. Bağcıkların donu çözülmesede, kablo ile bağlar gibi bağladım ayaklarımı. Hemen hemen hazır olan çantama sabah zirvede yiyeceğim nevalemi ve diger tırmanış malzemelerini ve ipide yerleştirerek, yürümeye hazır ekibe katılmak üzere, karanlığı aydınlatan kafa lambamın öncülüğünde yürüdüm.

Batonlarımı almadım. Kazmam elimde yerimi aldığımda, Oğuz’un “Cem, Mahmut artçısınız” sözü gecenin içinde yankılandı. Çaresiz düşecektik bir çizgi gibi dizilmiş haraket etmeye hazır grubun arkasına, öylede yaptık. Biraz ilerleyen gruptan sayı alındı. 18 kişi olduğumuz ve üç kişiden oluşan Yücel, Gökalp ve Gökhan’ın ayrı bir ekip olarak Şeytan rotasından çıkacakları bilgisi geldi. Ve kol yürüyüşe başladı.

Gün yittiğinden beri bizi, çadırları ve dağı aydınlatan ay, aynı görevini yapmaya devam ediyordu. Çadırlar bölgesinden biraz daha yükselip uzaklaştıktan sonra, gerilerden gelmeye başlayan küçük grubumuzun ışıkları bizi takip etmeye başladı. Diğer ekipte yola çıkmıştı.

Henüz çadırlar bölgesini terketmeden yanımızdan geçen 4 kişilik Erciyes dağcılık grubunu mola vermiş ve ayaklarında sorun yaşayan bir arkadasları ile uğraşırken bulduk. Üşüme yaşayan bu kişi kendisini ve ekibi risk altında bırakmamak için geri dönecek, ekipleri 3 kişi olarak yola devam edecekti.



Rotaya doğru devam ederken arkadan gelen ışıkların Gökalp ve Gökhan olduğunu öğrendik. Yücel dağ hastalığı belirtileri gösterince yola çıkmaktan vazgeçmiş. Aynı rahatsızlık belirtileri gösteren Gökalp ise midesini boşaltmaya başlayınca devam etmeme kararı alarak çadırlar bölgesine doğru dönüşe geçti. Bir süre sonrada telsizden çadıra ulaştığı ve iyi olduğu bilgisini aldık. Derken rotaya girdik ve artık daha dik yükselmeye başladık. Karda bırakılan izler hemen dağılıyor. Toz karın riski içerisinde tırmanmaya devam ediyoruz.

Toz karın içerisinde ağır ağır ilerlerken; ön taraftan gelen ses, riskin daha arttığını söyledi. Çığ, o beyaz korku bu sinsi zeminde kendisini daha rahat hissettiriyordu. Biraz daha yükselerek zemini kontrol etmek için giden öncülerin, karın artık sertlesmeye başladığı uyarısı ile yerimizde durduk. Sırt çantamı dengemi bozmamaya çalışarak indirdim ve kramponlarımı cantamdan çıkartarak botlarıma takmaya başladım. Sırtımın çok gerilerinde bir yerlerde yavaş yavaş güneşin ağarmaya başladığını hissettim önce. Sonra kamp alanını terketmeye başladığımız saatlerde bütün güzelliği ile dağı aydınlatan ay, yavaş yavaş ışığını bizden almaya başladı. Son birkez elimdeki kazma, ay ışığı ile parladı söndü, yansıması yüzüme vurdu sanki...

Artık kramponlu ve sert karın üzerinde olmanın rahatlığı var. Geneş bir ağız ile başlayan kulvarın üst tarafı iyice daralıyor ve kalayık baslıyor gibi. Mahmut ile arkadan ağır ağır yükselişimizi sürdürüyoruz. Ön taraf durdu. Şeytan ve Nesrin Topkapı rotalarını ayıran sırta çıkmak üzereydik. Ancak bu öyle kolay olacağa benzemiyordu. Kar ve zemin oynaktı. Önden giden İsmet ve Hüseyin sırta çıktılar önce. Sonra gelenlere yardımcı olarak devam edilmeye çalışıldı. Sonra ip emniyeti ile çıkalım dedik. İplerden birisi bendeydi ve cantamdam çıkartabileceğim bir zemin yoktu. Yavaş yavaş bütün ekip sırta çıktığında hepimiz bir oh çektik diyebilirim. Sırttan devamla hörgüce ulaştık. Hörgüç sonrası kar durumu bizi korkutuyordu. Çünkü aşağıdan bakınca sanki karda çatlak var gibi duruyordu. Ancak yanıldığımızı anladığımızda sevindik. Erciyes ekibi Şeytan rotasından tırmanmaya devam ediyorlar. Tırmanışlarını artık iyice aydınlanmış havada daha rahat izliyoruz. Hörgüç kayanın oraya ulaştığımızda üç kişilik baska bir ekip ile karşılaştık. Mersin’den gelmişler ve klasik sırt rotasından çıkıyorlardı. Üç ekip karşılaşmıştık. Dördüncüsü ise Adana’dan gelen ve bir önceki gün oteller bölgesinde karşılaştığımız iki kişilik ekipti ve çok uzaklardan yavaş yavaş dağa yaklaşıyordu. Dağ bu güzel havada herkese zirve için izin verecek gibiydi.

Kalktık ve tırmanışın zirveye varış için son aşamasını tamamlamak için yola koyulduk. Hörgüç kayadan devamla zirveye giden yolda kar, izlerimizden bele gelecek kadar kesilmişti. Ve bu gerçekten riskti.

Nihayet zirvedeyiz. Kutluyoruz birbirimizi. Dünya kadınlar günü için yaptığımız bu tırmanışa katılan 5 kadın arkadaşımızı ve tüm kadınları bir daha kutluyoruz. Zirveyi saat 09.00 olarak not düşüyoruz. Zirve seramonisi kısa sürdü. Rüzgar yavaş yavaş artmaya başlıyor. Uzak ama yüksek bulutlarda haraketlenmeler var. Buzul rotasından geleceğini bildiğimiz arkadaşları görmeye çalışıyoruz ancak görünürde kimse yok. Yakut ve bir kaç arkadaşı buzuldan tırmanacaklardı, belkide uzaklarda Sütdonduran’dan bu tarafa yürüyen ekip onlardır diye düşünüyorum, zirve fotoğraflarını çekiyor ve inişe başlıyoruz.

Hörgüç kayaya kadar hızla gelirken açtığımız yoldan iniyoruz. Kısa bir mola ve yenen kahvaltıdan sonra rotayı Nesrin Topkapı’ya çeviriyoruz. Ve ön ekip inişe başladığında, daha önce dağa yaklaşırken gördüğümüz Adana’dan gelen iki kişilik ekibin Şeytanda takılıp kaldığını görüyoruz. Kenardaki kayaların orada takılıp kalmışlar. Göz ucu ile izliyorum. Zor durumda gibiler. Az sonra ip açmaya karar veriyorlar. Açıyorlar ve topluyorlar. Ne yapacakları konusunda kararsız gibiler. Bir süre bakıyoruz uzaktan sonra seslenerek iletişim kuruyoruz. Gerekirse kullanmaları için telefon numarası verip alıyoruz ve inişe devam ediyoruz. Dilerim numarayı kullanmak zorunda kalmaz ve sorunsuz inerler.

Artık dağın eteğindeyiz. Ön grup mola vermiş. Güneşlenir gibi serilmişler yorgunluktan. Bir süre dinlendikten sonra kramponlarımızı çıkartarak kamp yerine doğru ağır adımlarla devam ediyoruz. Gerilerde Adana’dan gelen iki arkadaşın işin zor bölümünü aşarak, devamlı ip açarak inmekte olduğunu görüyor rahatlıyoruz.

Kamp görünmüyor olsa da şu küçücük tepeyi aştığımızda çadırlarımızın bizi karşılayacağını biliyorum. Ve ilk işim matı karlrın üzerine atıp sırt üstü güneşin tadını çıkarmak olacak. Öylede yapıyorum. Sırt çantamı bir kenara bırakıyor ve dinlenmeye çekiliyorum. 10 saat süren faaliyetin yorgunluğu bütün vücudumda dolaşıyor gibi. Saat en geç 14 gibi kamp yeri terkedilecek. Hem açlar gibi birşeyler tıkınıyoruz, hem çadır toplayıp çantaları hazırlıyoruz. Ve nihayet yavaş yavaş hazır olan kamp yerini terkederek dağdan uzaklaşıyoruz. Toz karda yürümek çok yordu doğrusu. Telesiyeje ulaşmak zor geliyor neredeyse. Ulaşıyor ve inişe geçiyoruz artık. Aşağıda insanlar karın keyfini çıkartıyor, kayak yapıyorlar.



 

İhsan bizden önce gelenlerin çantalarını yerleştirmeye başlamış bile. Minübüsümüzün iki kenarında iki mangal ve çevresinde toplanmış insanlar et yiyorlar. Ömrümde ilkkez otoparkın piknik alanına çevrildiğini şaşırarak seyrediyorum. Bir tarafta kayak yapıyor dinlenmek için gelip ağızlarına iki parça et atıp kaymaya devam ediyorlar. Ama et kokusu bu açlıkta muhteşem geliyor. Hayret eder gibi değil ciğere bakan kedi gibi bakıyoruz mangallara ki; farkediliyoruz. Ve mangalın teli üzerindeki köfteler bizim için kızarıp geliyor önce, sonra acı hıyar, acur ve biberden oluşan turşu...

Tadımlık köfteler bize soluğu Kayseride kebapçıda aldırıyor. Bir güzel doyuruyoruz gözümüzü ve midemizi. Sonra, yola çıkıyoruz İstanbul’a doğru.

Şehri çıkarken görünen dağ, geri gelin der gbi bakarken, gülümsüyorum. Tıpkı o bildiğiniz gülümseme gelip dudaklarıma asılı kalıyor. Gülümseme ve zirve keyfi hep yüzünüzde olsun... Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü bir kez daha kutluyorum.

Cem Ergün

Okunma 11356 defa
Bu kategoriden diğerleri: « Süphan Dağı Medetsiz Tırmanışı »
Yorum eklemek için giriş yapın