Kaçkar Dağları [Pandül]

İnebolu' başlayan karadeniz gezisi.. 

Doğu Karadeniz - Kaçkar Trans – Zirve. 

17 – 31 Ağustos 2003

Alpay OĞUŞ
Ayça OĞUŞ
Mehmet ALPÖZGEN

17 Ağustos 2003
05:20
Kapının önünde Alpay ve Mehmet’i bekliyorum . Biraz sonra yola çıkacağız. Hafif serin bir Pazar sabahı... çok heyecanlıyım .. 

23:35
Önümüzdeki 14 günün ilk gecesinde Abana’da sahilde bir kampingdeyiz. Buraya kadar oldukça keyifli bir yol oldu. Sabah saat 06:00 da Istanbul’dan yola çıktık.Bolu yolu üzerinden öğlen saat 12:00 civarında Safranbolu’a geldik. Safranbolu çarşısında biraz gezindik ; ben takıntılı bir şekilde “safran ” aradıktan sonra kilosu 1 MİLYAR olan safrandan 1 gram edinebildim. Daha sonra öğle yemeği yemek için harika bir seçim yaptık : “BESTAMİ’NİN YERİ ”. 90-100 senelik 3 katlı bir konak. Üst katlar ev alt kat ve bahçe gözleme evi. Plastik sandalyeleri göz ardı edersek oldukça keyifli bir Safranbolu konağı üstelik harika bir mantısı ve sarma dolması var.. neredeyse bedava olduğunuda eklemem lazım. Yemekten sonra müthiş panorama için kaleye çıktık ; çıkılmasa da olur.Üstelik kafa başı 250.000 lira alıyorlar.. 
Yolumuza devam etmek için normal yol yerine sahilden gitmeye karar verdik. Rotamız Kastamonu’nun sahili İnebolu ve Abana. Aslında Kastamonu’dan direkt yol var Samsun’a kadar ancak biz uzun , virajlı ama keyifli yolu tercih ettik. Sırasıyla Eflani , Pınarbaşı , Azdanay, Seydiler ve Küre üzerinden İnebolu’a ulaşılıyor. İnebolu’a inerken yukarıda asılı bir teleferik sistemi dikkati çekiyor.. tabii bizimde özellikle Mehmet’in dikkatini yol boyu rastladığımız diğer sistemler gibi bu da çekti . 15 sene önce Almanlar tarafından prit ve çinko taşımak üzere yapılmış . Canım Türkiye’m sistemi 1 sene kullanmış şimdi olduğu gibi duruyor.. madeni kamyonlar taşıyor.. 
Saat 18:00 gibi İnebolu’a vardık .. biraz sahilinde dolaştıktan sonra Abana’a geçtik. İnebolu – Abana arası 21 km. Abana’a geldiğimde oldukça şaşırdım, 15 sene önce gördüğüm o güzel küçük köy şimdi adeta bir sahil ‘ŞEHRİ’ olmuş. Kalmak için bir sürü pansiyon var. Biz daha önce öğrendiğim Günbatımın’a gittik ancak orada sadece bungalovlar var ve kamp atmaya izin vermiş olsalar da çadır kuracak yerleri yok . Bizde akşam yemeği işimizi orada halledip biraz ilerisindeki DOĞAN GÜNEŞ KAMPİNG de kampımızı attık. Burada çadır başına 5 milyona kalınıyor; kumsala özellikle yola ve müzikli aile çay bahçelerine oldukça yakın .. olabildiğince sakin bir gece geçeceğe benziyor. Yarın sabah Samsun – Sinop’a doğru yola çıkacağız amacımız Yeşilırmak kenarında kamp atmak.. ama genelde planladığımız olmuyor. Bakalım neler bekliyor bizi.. 

18 Ağustos 2003
23:17
Termedeyiz. Mehmet yine beni tavlada harcadı ; ne de olsa uzun ve yorucu bir gün geçti.. Mehmet bütün gün arabanın arkasında uyumadı .. o yüzden olmalı!!Sabah ki Abana kumsalındaki kahvaltıdan sonra nasıl uyunurdu ki ??? 
Dün gece deliksiz uyumuşuz ama ben gün doğumunu kafama takmış olmalıyım ki tam güneş denizin tepesinde belirdiğinde gözlerimi açtım . Hayatımın – şimdilik – en güzel gündoğumunu burada izledim diyebilirim. Biraz daha uyuduktan önce denize girip sonra Alpay’ın merkezden aldığı malzemelerimizle kahvaltımızı yaptık. 
Toplanıp yolumuza koyulduk. Sahilden önce Çatalzeytin’i geçip Ayancık’a geldik.Yoldan aldığımız bir amca bizi köylü pazarına bıraktı.Biraz alışveriş yaptıktan sonra amcanın bizi pazarda bulmasıyla köyün çınar altında birer çay ısmarlamasıyla tatlı bir sohbet yaptık.Fazla oyalanmadan yola devam ettik.Yine sahilden Sinop yoluna çıktık ancak Sinop yoldan uzakta kaldığı için direksiyonu Samsun’a çevirdik.Yol üzerinde tütün nasıl toplanır, nasıl kurutulur derslerimizi alıp Samsun’a vardık. Artık haritamızın 3. bölümünü kullanıyoruz.Şimdilik hava çok güzel , yolda durup yüzmeye , güneşlenmeye izin veriyor... en azından şimdilik. 
Samsun’dan sonra Çarşamba’ı geçip Terme’e geldik. Terme yol boyunca kampingler ile dolu.bu kampingleri çevre halkı yazlık olarak kullanıyor; çadırlarını kurup yazı orada geçiriyorlar. Kampingler genelde çamlıkların içinde ve deniz kenarında. Bizde bunlardan birisine kampımızı kurduk ancak pazardan aldığımız bulgur ve fasulye birkaç gün daha arabada kalmaya mahkum oldular; kendin pişir kendin ye modeli etimiz alıp Alpay’ın yaktığı mangalda 1.5 kilo eti midemize indirdik. Bir gün daha bitti.. günler hızlı geçiyor.. yarında tatil formatında yolumuza devam edip sonrasında yağmurlu yaylalara kendimizi atmayı planlıyoruz.Hayat her zaman planlandığı gibi olmuyor.. bakalım güneş yarın nelerle doğacak.. 

NOT: Ayancıktan sonra Sinop yolu üzerinde 15. kmde çadır kurulabilecek deniz kenarında bir kamping var. 

19 Ağustos 2003
21:37
Sabah saat 8 de şiddetli bir yağmur ile uyandık bugün. Artık Karadeniz’de olduğumuzu hatırlatırcasına yağdı yağmur.Terme'den Trabzon’a doğru yola çıktık.Önce Ünye sonra Fatsa’yı geçtik.Fatsa’dan sonra Boloman Perşembe arasında Caka Tünelinden sonra yolun sonunda Vona’lı Celal’in yeri var.Vonalı Celal Maçkalı ve çok komik bir adam.Mehmet her zaman olduğu gibi arabada uyurken Alpayla ben ikram edilen birer ayran eşliğinde 5 dakika sohbet ettik.Bizim ailede Of’lu olan olduğunu biliyordum ama Of’un direkt Allah’a bağlı olduğunu Vonalı Celalden öğrendim. Çok değişik turşular yapıyor. Bize de yolluk turşu verdi kabul ettik ve yolumuza çıktık.20 km sonra Ordu var , zaten Trabzon’a kadar yerleşim birimleri birbirine çok yakın.Ordu’nun içinde görülebilecek bir Etnografya müzesi var birde Ordu’yu tepeden gören kendin pişir kendin ye’cilerin olduğu bir mesire yeri var; biz çıkmadık.Ordu’dan sonra Piraziz içine bile girmediğimiz Giresun ,Espiye ve Tirebolu’yu geçip Görele’ye geldik. 
Görele bence bu gezinin en can alıcı noktalarından biri oldu – şimdilik- Buranın Karadeniz’in pide başkenti olduğunu duymuştum;yememek bence kayıp.Şehrin merkezinde birçok pideci var eminim hepsi birbirinden güzel.Biz Deniz Pidede yedik.Görele’den ayrılıp Vakfıkebir ve Akçaabat’ı geçip bugünkü durağımız Trabzon’a vardık.Öncelikle Rus pazarını gezdik.Trabzon oldukça büyük ve kalabalık bir şehir ama insan artık Karadeniz’de olduğunu iyice anlıyor.Pek fazla kadın yok etrafta genelde yağız delikanlılar, bıyıklı adamlar.. doyamamışlar galiba Nataşalara gözleri fır dönüyor. 
Şehrin içinde biraz gezdikten sonra Maçka’a geldik.şimdi Sümela Manatırının dibinde çadırın içindeyim.Acaba şu dibimizdeki 150$lık bungalovların yanına kamp atan oldu mu hiç daha önce ?? Bu gece bu kadar rahat uyuyabileceğim önümüzdeki 1 hafta için son herhalde ya da bana öyle geliyor.O kadar büyük bir yeşillik var ki .. hiç yeşillik bu kadar korkutucu olmamıştı.Hayatımın ilk büyük dağına doğru günleri geri sayıyorum.Dağda olmak büyük bir boşluk hissi , yasak bir ilişki yaşar gibi.. hem tehlikeli hem heyecanlı;zevkli ve korkutucu. En ufak yanlış adım büyük bir düşüş yaşatırmış gibi ama yanlış olup olmadığını düşünmeden insana o adımı attıran vazgeçilmez bir tutku.. 
Gerçekten uzun bir yol yaptık. Sadece 3 gün oldu ama sanki 3 aydır yollardaymışım gibi. Bir çok il sınırı geçtim. Yolda olmayı seviyorum, yorgun ama özgür hissediyorum. Yolda olduğun zaman kök salamıyorsun , bir yerde bağlanamıyorsun.. bir parçanı bırakıp başka bir parça alıp diğerlerini bırakmaya devam ediyorsun. 
Bir eksilip çok çoğalıyorsun .. yollar hiç bitmesin istiyorsun.. 

20 Ağustos 2003 

22:51
Ayderdeyiz.Arkamda tulumuyla Karadeniz türküleri söyleyen bir grup var. İnanılmaz güzel birde ben yazmaya çalıştıkça üstüme yapışan dev sinekler ve kelebekler... Burası sislerle kaplı , oldukça gizemli. Bu sabah Sümela Manastırına çıktık. Burada her şey gizemli ve inanılmaz güzellikte. Sümela Manastırı’na 1200 m’lik bir patikayla çıkılıyor.Bu aralar buralarda her yer sis, manastırda sislerle kaplıydı , gizemini arttırmak için yarışıyor sanki hava. Manastırdan çıktıktan sonra Yomra , Arşin , Araklı , Sürmene ve Of üzerinden Rize’ye ulaştık.Rize’de biraz gezdikten sonra Pazar’ı geçip Ardeşen’e ulaştık.Ayder Yaylasına Ardeşen’den ulaşınılıyor.Yolun yarısında iki teyze ile sohbet ettik.Burada dostluklar hemen kuruluyor , sözler hemen veriliyor, herkes o kadar sıcak ve neşeli ki.. Teyzelerden kışa kara lahana çorbası sözü alıp yola koyulduk. 
Saat 19:00 gibi Ayder’e ulaştık.Burası sanki İstanbul gibi... her şey var üstelik çok şık; Uludağ’a gelmişiz gibi tek fark insanlar turistlerden ve turizmden etkilenip kültürlerini kaybetmemişler; en azından şimdilik.Benim tek sorunum hava:çok sis var.Yarın transa başlayacağız benim sinirlerim iyice gerildi ve her şey çok ürkütücü.. önünü görememek zevkli olduğu kadar ürkütüyor da.En güzeli ise gün kavramımı kaybettim.. hangi günün hangi saatindeyiz takip edemiyorum. 

21.08.2003

16:27
Sabah saat 07:00 ‘de kalktık.Saat 07:40’ta Ayder Yayla’sından Yukarı Kavrun’ a arabamızla yola çıktık.Yol oldukça bozuk. 40 – 45 dakikada Y.Kavrun’a vardık.Kahvede kahvaltımızı yaptıktan sonra yaklaşık 4 – 5 günlük yolumuz için start verdik. 
Yaylanın güneydoğusundaki sırttan Çinaçur Dersi boyunca Büyükdeniz göletine gelmeden Karadeniz Gölüne giden geçidin dibindeki haritada gözükmeyen küçük bir gölün yanında hava şartlarından dolayı kampımızı attık. Yol bu göle kadar Yukarı Kavrun’dan itibaren kamp yüküyle 2.5 saat sürdü. Bu göle kadar 6 kişilik İsrail’li bir grupla geldik. Kamp atma kararını ilk onlar verdi biz belki sis dağılır umuduyla biraz daha bekledik ancak bizde vazgeçtik. İsraillilerle aynı rotayı yapacağımızı öğrenince hepimiz beraber hareket etmeye karar verdik böylece 9 kişilk bir ekip olduk. Gölün kenarında yemeklerimizi hazırlarken hava güzel bir süpriz yaparak yemek boyunca güneşi bize gösterdi daha sonra tekrar sis çökünce çadırlarımıza erkenden girip uyumaya karar verdik. 

NOT: hava sisli ve az yağışlı , sabah saatlerinde güneşli.Dağın kuzey tarafında öğrendiğimize göre saat 15:00 – 16:00 ‘ a kadar güneşli olurmuş , bu saatten sonra çöken sis ertesi sabaha kadar kalkmazmış. 

22.08.2003
15:50
Yorgunluktan aslında kalemi tutacak halim yok.Artık Olgunlar Yayla’sındayız. Buraya ulaşabilmek için bu sabah 06:45’te yola çıktık ve tam 7 saat yol yaptık. Biraz edebi bir yanım olsa bu 7 saatten bir kitap çıkartabilirdin ne yazık ki sadece tek bir kelime kullanabiliyorum tanımlamak için : MUCÜZEVİ!! Kafamı , gözlerimi tepelere bakmaktan , ihtişamı seyretmekten indiremedim... 
Sabah saat 04:00’ te uyandık;oldukça ürkütücü bir hava vardı. Bugünde kıpırdayamayacağımızı düşündüm. Sabaha kadar şimşekler çaktı. İlk defa çadırda uyuyor olmak bu kadar ürküttü beni. Bomboş bir arazide tepemde şimşekler çakarak uyuduğum ilk geceydi.. uyudum denilebilirse...başından beri korkuyordum zaten ama sanırım artık oldukça azaldı , daha rahatlamış hissediyorum kendimi. 
05:00’te çadırdan çıkıp kahvaltımızı yaptık. Sis dağılmadı ama yinede yola başladık. Gölden yukarı çıktıktan sonra yarım saatlik bir iniş ile bir dere yatağına geldik. Dere yatağı düz takip edildiği zaman yol Karadeniz Gölüne gidiyor. Dere yatağının taşlık bir alanda yayvanlaştığı yerde sağ yukarı tırmanan bir patika var. Bu patika 2,5 saatlik zor ve adına uygun bir tırmanışla ( NALETLEME TEPESİ ) 3205 m’lik yükseklikteki geçide geliyor. Bu yol çok kullanılan bir yol olduğu için çok belirgin. Aynı belirgin patika Olgunlar Yaylasına kadar devam ediyor. Geçidi inmek 1 saat , Dübedüzü’ne iniş 1 saat ve Dübedüzü Yaylasına iniş 1,5 saat oradan Olgunlar 1 saat sürüyor. Bütün bu yürüyüşlerin tamamı kamp yüküyle yapıldı ve saatler molalar eklenerek hesaplandı. 
Olgunlar’da temel kamp ihtiyaçlarını karşılayacak bir bakkal var. O kadar çok yürüyüşçü geliyor ki bakkalın içi sadece kampta kullanılacak malzemeler ile dolu. Birde bakkalın içinde bulunan Olgunlar Pansiyon var. Pansiyonun karşısındaki tepedeki düzlükte kamp kurulabiliniyor. 
Sabah yola çıktığımız gölden sonraki ilk tepe sislerin içinde oldukça ürkütücü görünüyordu. Özellikle benim için fazlaca korkutucu ; o kadar ki ilk defa ağladım!! Yani bir iki damla yaş aslında ve inerken dizlerim titriyordu ama bu da aslında birkaç adım sürdü. Beni korkutan yine aslında benden başkası değildi. Bir gün önce o tepeyi sislerden kaybolmuş bir şekilde görüp gece boyunca tepemizdeki şimşekler ile uyumaya çalışırken öyle gözümde büyükmüşüm ki.. oysa oldukça normal bir iniş. 
Başta sislerin içinde kaybolmuş yollar beni tedirgin etse de yürüdükçe bilinmeyene doğru gitmek keyif vermeye başladı. Hatta geçidi geçtikten sonra sisin gitmiş olmasına kızdım bile.. Naletleme geçidinden sonra yol sadece iniş. İnişleri bir türlü sevemedim , çıkmak zor olsa da çok daha keyifli.. yavaş ve tadını çıkarta çıkarta. 

23.08.2003
15:26
Oldukça güneşli bir hava var. Biraz esintili ama 2800 metrede normal olmalı. Güneşin altında polarla oturuyorum. 
Bugün 4,5 saatlik bir yürüyüşle Olgunlar’dan Dilberdüzü’ne geldik. Yol hafif eğimli. Kamp yüküyle 4 saat civarında bitiyor. Dün yaptığımız yoldan sonra hiç bu kadar zorlanabileceğimi düşünmemiştim sanırım beslenmemle alakalı.. çok az yiyebiliyorum. 
Yarın zirveyi deneyeceğiz. Deneyeceğiz diyorum çünkü havanın ne olacağı belirsiz. Bugün buraya gelirken bir güneşten yandık bir kafamız dolu yedik. Dilberdüzü’ne vardığımızda yağmur vardı şimdi güneşleniyorum. Burada ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Ancak bildiğim birşey varsa yöre halkının da değimiyle “ çok şanslıyız ” : burlar son 2 aydır güneş yüzü görmüyormuş.. oysa geldiğimizden beri her gün güneşi görebildik hemen hemen.. şansımız yaver giderse zirveyede çıkabileceğiz. Bugün buradaki 3. günümüz. Günleri tutamıyorum burada , aslında yazmıyor olsam tarihide unutmuş olabilirdim zira hangi gündeyiz bilemiyorum .. zannediyorum Cumartesi. Herhalde Salı günü şehirde oluruz.. artık biraz yorgunum , hayatımın ilk transını yaptım . hiç bu kadar kamp yükümle yürümemiştim, üstelik öbür gün ikincisini yapacağım ; önce kuzeyden güneye sonra tekrar güneyden kuzeye. 
Başta küçümsüyordum yaptığımızı şimdi vücudumdaki ağırlık arttıkça hiçde küçümsenemeyecek bir şey yaptığımızı fark ediyorum. 

25.08.2003
Tarih bir gün atladı ancak dün yazamayacak kadar yorgundum.24 Ağustos hayatımın en zor ancak en güzel – şimdiye kadar – günlerinden biri oldu. 
Bütün bu yorgunluklardan sonra şimdi 5. günün sonunda tekrar Ayder Yaylasındayız. Bu 5 güne hem kuzeyden güneye trans hemde Kaçkar zirveyi sığdırdık. Önce dünü yazmak istiyorum : 

24 Ağustos 2003
Sabah saat 04:30 da uyku tulumlarımızı terk edip kahvaltımızı yaptıktan sonra 05:30’da zirve için Alpay ve ben yola çıktık.Mehmet geceyi kötü geçirdiği ve üşüdüğü için midesini bozdu ve kampta kaldı. Bizden başka birde İsrail’li grup ve yine Dilberdüzü’nde tanıştığımız Rize’li iki arkadaş İsmail ve Eray vardı. İsmail ve Eray bizden 45 dakika önce yola çıktılar biz de İsraillilerden 15 dakika önce. Zirve rotası yani Güney Klasik rota oldukça belirgin bir patika ile Dilberdüzü2nden başlıyor. 1.5 saatlik bir çıkışla deniz Göl’üne varılıyor. Tırmanış Deniz Gölü’nden de başlayabilir.Kamp yüküyle Dilberdüzü’nden göl 2.5 saat sürüyor. Sürekli çıkış var. Biz yüksüz saat 07:00’de göle vardık. Yarım saat mola verdikten sonra 07:30 ‘da tırmanışa geçtik 

BU BÖLÜMLE İLGİLİ AYRINTILI BİLGİYİ DAĞCILIK BÖLÜMÜNDE "KAÇKAR DAĞLARI GÜNEY KLASİK ROTA ZİRVE TIRMANIŞI KISMINDA BULABİLİRSİNİZ. 

Saat 11:15’te 3950 metredeki zirveye giden sırta ulaştık.ben zirveye 15- 20 metre kala bıraktım. Alpay 5 dakika sonra zirve defterine ulaştı.İsrailliler ile biraz zirvede kalıp yanıma geldi. Şansımız iyi gitti çünkü hava bize geçen 1 aya göre büyük bir süpriz yapıp harika bir hediye verdi. Tırmanışın başından sonuna çok az bulutlu ve güneşliydi. 
Saat 12:00’e kadar zirveden Deniz Gölü’nü ve etrafı seyrettikten sonra dönüşe başladık. Çıktığımız çarşaktan inerek 14:30’da göle vardık. Yine yarım saat mola verdik ancak bu sefer Alpay ve gaza getirdiği sevgili yol arkadaşımız Tomer göle girdiler; girmek demek doğru olur mu bilemiyorum; ben bir atladığını gördüm sonra yine atladığı taşın üzerindeydi. 
Saat 15:00’te gölden tekrar hareket edip 16:30’da Dilberdüzü’ne vardık. 
Güney Klasik rotasının aslında çok da kolay olmadığını söylemeliyim bizim tek şansımız havanın açık olmasıydı. Hava açık olursa patika çok belirgin bir şekilde gözüküyor. Yürüyüş Dilberdüzü’nden başladığı zaman molaların süresine ve tempoya bağlı olarak 9 – 11 saat sürüyor.bize gölden sonra su bulamayacağımız söylemişlerdi ancak neredeyse zirveye kadar su var. 
Rota çok açık ancak duyduğumuz kadarıyla “ rehbersiz “ çıkılamaz havası vermek için işaretlerin yerlerini değiştiriyorlarmış ki zaten bu bize fazladan bir tepe çıkmamızı sağladı. Sis olduğu zaman kaybolmak çok kolay. Zirveye giden sırta gelindiğinde buradan yürümek benim gibi boşluk hissinden tedirgin olanlar için çok keyifli olmayabilir. Ancak sonradan öğrendiğimize göre bizim fark edemediğimiz sırtın hemen altında bir yol daha varmış zirveye giden. Bir daha ki sefere diyorum ...!! Çok fazla dağ görmedim ama neredeyse zirvesine kadar su ve yeşillik olan tek dağ burası. Kamp alanımıza döndükten sonra biraz yemek yiyip hızlı bir kararla 17:30 ‘da Olgunlar’a dönüşe geçtik. Hayallerimi süsleyen domates soslu makarna orada yapılabilecekti çünkü.. 
Mehmet hasta olduğu için onun eşyalarının bir kısmını Alpay’la paylaşıp sürekli iniş olan patikadan 2 – 3 kere ahududu – yöresel adıyla corkh (okunuşu böyle ) - molası vererek saat 20:00’de kamp alanımıza vardık. Yol boyunca makarnanın hayaliyle ayaklarıma yürüme emri verdiğimden hiç beklemeden domatesleri alıp yemeği hazırladım. Alpay şiddetli bir baş ağrısı ve üşüme ile uyku tulumuna girdi. O kötüleştiği için olsa gerek bana bir iman gücü geldi. Sanki 14 saat yürümemişim gibi davranarak yanlış yaptığımı fark edemedim. Alpay’ı ve sonra kendimi toparlamam gece 23.00’ ü buldu. Kafamı koyar koymaz uyumuşum. 

25 Ağustos 2003
Sabah karşı müthiş bir mide bulantısı ile kendimi çadırdan dışarı attım, karşı konulamaz bir kusma isteği ile hava almaya çalıştım. Biraz toparlandığımı hissedip biraz daha uyumak üzere çadıra girdim ancak zaman o kadar çabuk geçmiş ki sanki 1 dakika sonra Mehmet’in planımızı sormak için çadıra gelmesiyle uyandım. Uyandığımda her yerim alev alev yanıyordu ve kıpırdayamıyordum. Esas planımız Mehmet’i eşyalarla minibüse bindirip Pazar’a yollamak Alpay’a yüksüz olarak 5 saatte Yukarı Kavrun’a arabayı almaya gitmekti. Ama ben değil Yukarı Kavrun’a yürümek minibüse yüreyebilecek durumda değildim. Alpay tek başına gitmek istesede ben bunu doğru bulmadım. Hızlı bir şekilde kampımızı toplayıp minibüse yetiştik. Minibüs önce 2,5 saatte Yusufeli’ne ulaştı. Yusufeli’nden 2 saatte Artvin’e geldik . Artvinden Ardeşen ve sonra Ayder Yaylasına saat 15:00 te 10 saatlik bir yolculukla vardık. Yol boyunca ateşim hiç düşmedi bunun üzerine bu geceyi pansiyonda geçirmeye karar verdik. Alpay arabayı almak için Yukarı Kavrun’ a gitti.Yarı yola kadar araba buldu sonrasında yürüyecekti. Şimdi Mehmet ve ben pansiyona yerleştik Alpay’ın gelmesini bekliyoruz. 
Benim hala hafif ateşim var ve ciğerlerim ağrıyor. Öğrendiğim en önemli şey ne olursa olsun yürüyüş sırasındaki molalarda ve yürüyüş bitiminde terli t- shirtle kalmamak gerekiyor. Şimdi gidip sıcak bir duş alıp ilaç içip Alpay gelene kadar uyuyacağım. 

19:12
40 – 45 dakika önce Alpay’dan arabayı aldığına dair mesaj geldi ama kendisi hala gelemedi. Son 1 saattir bu pansiyonun sahibi olan amcayla muhabbet ediyorum. Bu zenginliğin içinde sorun üstüne sorun koymuş.. herkesin bir odası eksik evinin ne de olsa...!! 
Günler sonra sıcak bir banyo yaptım. Vücudum hiç temizlenemeyecek sandım.. insan elinin altındaki birçok şeyin değerini bilmiyor.. sıcak bir duş ve sıcak bir bardak çay ne kadar da önemli aslında.. birde üşümeden , acele etmeden içebiliyorsa insan...bunları 4 sene önce bu kadar önemli saymazdım .. bütün bu yaşadıklarımdan sonra her şeye daha sıkı sarılmak geliyor artık içimden .. her şeyi sonuna kadar yaşamak... 
Bu son 5 günde çok şey öğrendim. Sınırlarımın beynimdekinden çok daha ileride olduğunu gördüm. Hatta belki daha fazlası da var. 3900 metreden aşağıya bakabiliyorsam ben , artık büyüdüm diye oradan bağırmak geliyor içimden .. 

28 Ağustos 2003 
11:45
Bir sihirli hava var. Zaman dursa istiyor insan oysa 2 günüm kaldı. 2 gündür yazmadığımı fark ettim o kadar çok şey sığdı ki bu 2 güne. 
Salı sabahı gözlerimizi Ayder’de açtık. Güneşli ve biraz sıcak bir hava günaydın dedi bize. 
Pansiyonumuzun kamelyasında güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra son 1 haftanın yorgunluğunu atmak üzere 57 derece sıcaklıktaki kaplıca sularına bıraktık kendimizi. Bir saat boyunca banyo yapıp sıkıca giyinerek çıkıp Sema ablanın dün gece söz verdiği kara lahana çorbasını içmek için restauranta gittik. Kışa kadar beklememe gerek kalmadı. Mıhlamayla birlikte çorbamı içtim. Sonra ballarımızı alıp Ayder’e hoşçakal diyerek yola çıktık. Amacımız Zir Kaleye gitmekti. Önce Çamlıhemşin’e indik. Bu sefer yolun sağından devam ederek Şenyuva ( Çinçiva ) köyüne geldik. Daha önce bize tavsiye edilen Pokut yaylasını haritada görünce “hadi çıkıp bakalım “ diyerek bize “araba çıkmaz ama sizinki belki çıkar” denilen yola direksiyon kırdık. Yol başta çok düzgündü. Yukarı çıktıkça derin çamurlarla karşılaştık ; çamur inatlaştı biz inatlaştı. Solumuz yamaç sağımız uçurum ortamız çamur inatlaşarak 2 saatte 11 km yolu çıktık. Oldukça gerilimli bir yolculuk oldu yukarıya kadar. Arazi aracı yoksa ya yürüyerek ya da nereden yolcu aldığını bilmediğim unimoglar ile çıkmak gerekiyor. Ama bu yaylaya çıkılmalı!! 
Yolun gerginliğinden yukarı çıkar çıkmaz köye aşık olsam da inmek istedim. Şimdi inmediğime mutluyum hatta 1 gün daha kalmadığımız için pişmanım..daha önce de dedim ya burada dostluklar hemen kuruluyor , hemen birer bardak çay süresine... 

18:28
Bu akşam Pokut’ta kalmaya karar verdik. Kampımızı köyün altındaki düzlüğe kurduk ve hemen gün batımını kaçırmamak üzere bizi köyün sırtına çıkarttılar. Tarifine hiçbir şeyin yetmeyeceği belki de hayatımın en güzel gün batımını seyrettim buradan.Son 10 gündür duyduğum tek cümle “ sizin şansınıza güneş var hava açık yoksa burası hep sis hep yağmur “ burada da karşıma çıktı. Köyün son 1 aydır göremediği güneş bizi bekliyormuş en güzel batışını hediye etmek için. 
Güneş battıktan sonra bir güzel – sonunda – taze fasulyemizi ve bulgurumuzu hazırladık. Tabii fasulye 2000 metrede biraz geç pişiyor ama oldukça lezzetli oldu. 
Yemekten sonra bizi davet ettikleri ahıra gittik. Bu ahırda geceleri horon tepiliyor çünkü elektrik yok dışarısı karanlık ahırda ise aydınlatma var. Ortada seyredenler etrafında kafasını tavana çarpa çarpa ve bunu umursamadan horon tepenler var. Köyün genci yaşlısı akşam oldu mu giyinip süslenip buraya geliyor. Yarım saat seyrettikten sonra kampımıza dönüp milyonlarca yıldızı ve Mars’ı çayımızı içerek seyredip harika bir uykuya yattık. 
Sabah güneşin ısıtmasıyla 06:30’da uyandık. Kaçkar manzaralı balkonumuzda kahvaltımızı yaptıktan sonra kampımızı topladık ve gitmeye hazırlandık. Ancak Gönül Teyze’nin ince davetini kabul ederek bu yolculuğu biraz erteleyip sofralarına misafir olduk . uzun sohbetlerden sonra saat 12:00 gibi tekrar görüşme sözümüzü verip bir parçamızı orada bırakarak buraya da hoşçakal dedik. 
Dünkü planımız olan Zir Kale yoluna döndük ama galiba artık Pokut’tan sonra başka bir yaylada olmak istemiyorduk. Vazgeçtik ve direksiyonumuzu denize doğru kırdık. Önce Fırtına Dersinde bizi sonuna kadar bırakmayan arabamız DIFICILLE ‘ güzel bir banyo yaptırdıktan sonra Şenyuva kahvesinde birer çay içtik ve sahile doğru yol almaya başladık. 
Yine hiç birşey planladığımız gibi olmadı. Önce Mercedes Jeep delisi Yeniay Belediye Başkanı tarafından takip edilip Of’a gelemeden durdurulup arabayı satmamız için 2 saat ikna edilmeye çalışınılıp bu 2 saatten sonra biz onu satmamaya ikna edip Trabzon’da peynir almak için 1 saat harcayıp sonra Akçaabat köftesi yiyip sahilde horon seyrederek gece 23:00 te ancak Tirebolu’a varabildik. Hızlıca kampımızı kurduk , Alpay gece denize girme zevkinden bu kadar yorgunluğa rağmen kendini mahrum etmeyerek yüzdü ve biz nihayet uykuya geçebildik. 

29 Ağustos 2003 
Sabah uyanır uyanmaz bu harika denize bu sefer gündüz gözüyle kendimiz attık. Gerçekten tertemiz bir denizi var buranın. Giresun’un bir sahil kasabasında Tirebolu kalesinin altında son 10 gündür ilk Türk kahvemi içerek önümden geçen takaları seyrediyorum. Alpay va Mehmet sonunda dayanamayarak teknolojiye koşup önce traş olmaya sonra maillerine bakmaya gittiler. Buraları anlatacak kelimeleri doğru seçemiyorum. 
İstikamet Terme dedik yola koyulduk.. Şu istikameti bir tutturamadık.. iyi de oldu ya.. Ordu’da Alpay’ın Vosvos şenliğinden tanıdığı Enis ağabeyi ziyaret etmek için bir mola verdik. Sahildeki Ayışığı kafesinde gittik. Yeni yaptığı yerde olduğunu söylediler bizde “hadi uğrayalım” dedik önce findık sucuklu tostundan tadarak. 
Yeni yerinin adı Jason’s eski adıyla Yason. Ordu’dan sonra İstanbul’a doğru Caka’ı geçer geçmez sağda. Karadeniz’in birkaç burnundan biri. Çok eski bir kilise var : Yason kilisesi. Burası insanın hiçbir şey düşünmeden yatabileceği , ruhunu dinlendirebileceği nadir yerlerden biri. Hatta ünü 2500 sene öncesine dayanıyormuş. Buradan Roma’ a yunusların kovaladığı kefaller ihraç edilirmiş o zamanlarda hem de kayalara oyulmuş doğal balık havuzlarında biriktirilerek. Bu havuzlar hala duruyor ama balıklar yerine biz yüzüyoruz bugün burada. Son iki gecemizi burada geçirmeye karar verdik. Artık yorgunuz ve dinlenmek için ideal bir yer bulduk . 
Şimdi Alpay ve Mehmet akşam soframızı renklendirecek balıkları almaya gittiler. 

30 Ağustos 2003 
08:05
Artık dönüyoruz. 
10 gün önce yağmurlu bir sabahta kahvaltı yaptığımız yerde Ünyedeyiz. 
Son iki gün ile ilgili yazacak fazla birşey yok ... deniz kenarında yattık , yüzdük , yattık, yemek yedik , yüzdük yine yattık , uyuduk yemek yedik ve yine yüzdük.. hepsi bu. 
Şimdi içimde büyük bir hüzün var. Artık yeri doldurulamayacak bir izi var buraların bende.. Döndüğüm için üzgünüm ama geri gelebileceğim için heyecanlanıyorum.

 

Yazan: Ayça Oğuş
 
Okunma 1943 defa Son Düzenlenme Perşembe, 11 Haziran 2015 13:35
Yorum eklemek için giriş yapın