
Herşey düşündüğümüz gibi gitti ve o gün geldi , çattı. Uzun süredir gitmeyi istediğimiz yerdi Aladağlar. Kimine göre Türkiye’deki Dağcılığın Kabesi , kimine göre bir okul.

Hasan Boyacı , Cemal Üstün , Ali Cangül ve Özgür Konya’dan oluşan ekibimizle 26 Eylül 2003 saat 22.00 da Gebzeden hareket ettik. Bu sefer Oral Abinin Volkswagen Transporter aracıyla yola çıktık. Aracın arka tarafa bir yatak kurduk ve hafif grip olan Ali ‘ye tahsis ettik. Hasan Abi ve Cemal Kaptan şöför koltuğunu değişmeli işgal ederek sabah saat 07.00 sularında Aksaray’a geldik.
Son Hasan Dağı etkinliğimizde bizi dağevine kadar götüren taksici Tayfur her zamanki yerinde müşteri bekliyordu , merhaba demeden geçemezdik. Buradan Adana yolunu takip ederek Bor üzerinden Niğde’ye uaştığımızda saat 08.30 olmuştu.
Ana cadde üzerinde bir pastanede kahvaltı ederek yolumuza devam ettik. Kısa süreli yanlış yola sapmalardan sonra Çamardı yolundan Aladağların muhteşem görüntüsü eşliğinde etkinliğe başlayacağımız Çukurbağ Köyü’ne ulaştık. Köyün Martı mahallesine geldiğimizde ilk olarak kamp alanına yüklerimizi taşıyacağımız bir hayvan ve dırdırımızı çekecek bir hayvan sahibi aramaya başladık. Çok geçmeden bize sıcak ilgi gösteren Naci Amcanın yardımıyla Osman’la tanıştık. Hemen belirtelim Naci amca yıllarca bögeye gelen yerli ve yabancı dağcılara rehberlik etmiş ve yüklerini taşımış. Bölge konuda oldukça tecrübeli. Tüm rota bilgilerini O’ndan aldık. 24-25 yaşlarında olan Osman yüklerimizi taşımak için bize katır yerine at önerdi. At ve kendisi için 40 milyona hiç pazarlık etmeden tamam dedik. Tek düşüncemiz atın 4 kişilik malzemeyi taşıyıp taşıyamayacağıydı.Osman atı alıp geldiğinde saat 11.30 olmuştu. Alel acele yükleri beygire bağladı ve O önden bizler arkadan yola koyulduk.

Henüz köyden 1 km kadar uzaklaşmıştık ki yükler atın üzerinden kaydı ve at yüklerin üzerine devrildi. Zavallı hayvan yerinden kalkamayınca ipleri zorlukla çözüp çantaları çekerek çıkardık. Neyseki korktuğumuz başımıza gelmedi ve Zeyno ( atın ismi yoktu , biz taktık) yerinden kalktı. Hasan Abi Osman’a nerde yanlış yaptığını ısrarla sorunca yanıtı gecikmeden geldi. İpi hayvanun ön ayakları üzerinden geçirmemiş. Bu sefer Zeyno’yu daha dikkatli yükleyip yola devam ettik. Atla olan bu cebelleşmemiz yarım saat kadar sürmüştü.
Kısa bir rampa çıktıktan sonra Büyük Demirkazık , Emler , Ejnevit zirvelerinin altındaki kayalık olmayan fakat giderek dikleşen rampanın başına vardık. İlk olarak Tülü yaylasına doğru ilerleyip su kaynağına geldik. Burada su kaplarını doldurup Emler ile Ejnevit yamaçlarının arasındaki Karayalak boğazı’na ilerledik. Boğaza ilerlerken Demirkazık , Sokullupınar kamp alanı ve diğer yükseltilerin fotoğraflarını çekiyorduk. Boğazın girişine ulaşmadan bölgede yanlız olmadığımızı anladık. 4 katır ve 15 kişiden oluşan bir ekip Karayalak Boğazı’ndan yükselmeye başlamışken bir diğer grup ise geri dönüyordu. Geri dönen grunba yaklaştık ve sıcak bir merhabadan sonra sohbete başladık. Kocaeli Üniveesitesi Dağcılık Klübünden (Koudak) olan arkadaşlarla Gebze’den gelmemizin yakınlığıyla hemşehri muhabbeti yaptıkdan sonra ağır ağır boğazın içerlerine doğru ilerlemeye başladık.
Bu noktadan sonra hedefimiz Boğzazın en üst noktası olan Çelikbuyduran’a ulaşmaktı. Orada kamp yapıp ertesi sabah 3724 m yükseklikteki Emler zirvesini gerçekleştirmekti. Ancak köyden geç yola çıkmamız , kattettiğimiz uzun ve dik mesafenin verdiği yorgunluk ile Pazartesi sabahı iş başında olamız zorunluluğu nedeniyle bundan pek de emin değildik. Şartları fazla zorlamadan ve ilk kez gelişimizin hevesini kırmadan en iyi kamp ortamını yaratmak ana hedefimiz olmuştu.
Son derece dik ve çarşak patikadan yukarulara doğru ilerliyorduk. Zeyno’nun durumu içler acısıydı. Hayvan rampayı çıkmak istemiyor , yan yollar arıyordu. Osman hayvanı binbir güçlükle 2900 m ye kadar çıkarmayı başardı. Bu noktada bizim önümüzden Çelikbuyduran’a kamp yapmaya giden ekipten biri ile karşılaştık. Tansiyonu yükselmişti ve inişe geçmişti.
Yukarıda çadır alanının çok sınırlı olduğunu , kendi çadırlarının bile tam anlamıyla yerleşemediğini söyledi. Çelikbuduran hemen yukarı baktığımızda yakın gibi gözükse de 1,5 saatlik yürüme mesafesindeydi. Bizi düşünmeye zorlayacak tek sıkıntımız olan zaman konusunda küçük bir hesaplama yaparak daha fazla zorlamanın anlamsız olacağına karar verdik ve kampı bu noktaya kurmaya başladık , Zeyno ‘da rahat bir nefes aldı.
Saat 18.30 olmuştu. Çadırları kurduktan sonra yemek yiyip tulumların içine girdik. 800 km lik yol yorgunluğunun da etkisiyle uyurken çıkardığımız horultular, içinde bulunduğumuz boğazın yan duvarlarında çınlamaya başlamıştı bile. Gece boyunca vadinin yükseklerinden yuvarlanan kaya ve taşların sesi ilginçti.Saat 04.00 da kalkıp zirveyi deneyip denemeyeceğimizi konuştuk. Bulunduğumuz noktadan 3 saatlik dik çıkış mesafesinde olması daha sonrasında 2 saatlik bir sürede geri dönüp kampı toplayıp 5 - 6 saatlik de yüklü geri dönüş zorunluluğumuzu düşününce çıkmamaya karar verdik. 1 günümüz daha olsaydı bu işi gerçeklertirebilirdik. Bir dahaki sefer deyip saat 08.00 yaptığımız kahvaltının ardında 09.00 da yavaş bir tempoda fotoğraflar çekerek geri dönüşe başladık. Kısa molalarla küçük çocukların “Helloo” sesleri eşliğinde saat 15.00 da köye geldik. Naci amcadan bolca elma ve armut satınalarak. Evimize doğu yola çıktık.
Bu etkinlik sırasında hepimizde oluşan ortak fikir Çukurbağ ile Karayalak Boğazı girişi arasındaki uzun ve yorucu mesafeyi yürümenin çok fazla gerekli olmadığıydı. Yapılması gereken Çukurbağ ‘dan son derece belirgin yoldan traktörle Sokullupınar kamp yerine gelmekti. Buradan Karayalak boğazı yürüyerek yarım saat mesafede.Böylece daha randımanlı bir enerji kullanımı mümkün olmakta. Hatta aynı gün zirve yapılabilir. Ancak rota teknik dağcılık içermese de mutlaka güçlü bir fizik yapısı ve kondisyon istiyor. Çukurbağ’dan yürümek istenirse de çok erken saatlerde köyden hareket etmek gerekir.
Aslında yazının burada bitmesi gerekirken dönüş yolunda Niğde’de 3 saatlik zorunlu bir ikamete maruz kaldık. Şansımız yaver gitmeseydi Niğde’de daha da kalabilirdik. Aracımıza nazar değmiş ve şanzıman mafsalının civataları dökülmüştü. Bu şekilde yola devam edersek aracın takla atması kaçınılmazdı.
Pazar günü Niğde’nin tek Volkswagen tamircisini hasbel kader bulduğumuz cep telefonundan arayarak Niğde stadında izlemekte olduğu Niğdespor – Ceyhan maçından çağırıp servisi açtırdık. Yarım saatlik tamirden sonra yola çıktığımızda saat 18.30 olmuştu. Yine geldiğimiz yoldan keyifle geri dönerken gidişimizden tek fark Ali’nin gribi üzerinden atması , benim ise nezle olup arka yatakta yatmamdı..
Özgür KONYA