1996 yılında, henüz dağcılığa başlamamışken Kaçkar’a gitmiştik. Üniversiteye, yani yamaç paraşütü ve dağcılığa da başlamamıştım. Neyse, zirveye kendi yöntemlerimizle çıkmıştık ve zirvede karşılaştığımız bir guruptan oradan birinin uçtuğunu duymuştuk. Yıllar sonra o kişinin İkarus’tan Can Gül olduğunu öğrendik. Henüz yamaç paraşütüne başlamamış ama başlayacak bir fırsat arayan ben de çok heyecanlanmıştım. O yıl fırsat kaybetmeden hemen yamaç paraşütüne başladım ve tabii sürekli dağlardan uçmayı hayal eder oldum. Geçen yıllarda tecrübemiz arttıkça pek çok zirveden uçmayı denedik. Daha önceki denemeler bizi yıldırmadı hatta Ağrı Dağı tırmanışı ve uçuşu için sponsor bulmamız bizi fişekledi.

Ekibin araçtan indiği yer, geride Hasan Dağı
Yamaşüt’ün de sponsorluğunda Hasan Dağı para-alpinist uçuş denemesi için yola koyulduk. Meteoroloji havaların harika olduğunu gösteriyordu. Ekibimizin motivasyonu iyiydi ve Ankara üniversitesi dağcılık kulübünden arkadaşlar da bize yardım ediyordu. Ben çok sevgili Paratech BI 4’ümü ve tandem takımımı yıllar boyunca yırtamadığım emektar 80+15 litrelik Linosport çantama sığdırmayı başardım. Sukan’da sevgili Dune ve Kamasutra’sını Tatonka sırt çantasına sığdırdı. Gözünüzde canlandırması zor olabilir ama çantaların içinde yedek bile vardı; hatta benimkinde ocak, giyeceklerim ve çadırımız da var.

Neyse biz toplam 9 kişilik dağcı ve paraşütçü ekibi yanımızda gerekli tüm ekipmanla önce Aksaray’a oradan da Helvadere kasabasına gittik. Dağ oldukça karlıydı. Uzun bir yürüyüş sonrasında kamp alanına vardık; o gün dinlenecek ve ertesi gün zirveye çıkacaktık. Çadırları kurup yattık ama bu senenin en soğuk gecelerinden biriydi ve bizim 9 senelik emektar tulumlar bizi soğuktan uyutmadı. Ertesi gün kalkıp gündüz gözüyle yedeklerimizi ve zirveye götüreceğimiz tüm malzemeyi ayarladık. Akşam saat 5 gibi yemek yedik ve dinlenmek için yattık. Tabii bu sefer de uçacak olmamızın heyecanından uyuyamadık. Biz Aslı’yla tandem uçup çekimleri yapacaktık, Sukan da single uçmanın keyfini çıkaracaktı. Saat 10 gibi kalkıp son bir yemek için ocağı yaktık ve lojistik desteğimiz, evimizin direği Ömer i arayıp son meteoroloji bilgilerini aldık. Sabah saat 8 için 3000 metrede kuzey batı 15 knot rüzgar bekleniyordu. Biz tabii hiç istifimizi bozmadık ve yemeğimizi yedik ve saat gece tam 12’de yola çıktık.

Uğur Yavaş
İlker rehberliğinde vadiyi geçip gayet güzel bir biçimde tırmanışa başladık. Bu arada ben yolda neredeyse uyuyarak gidiyordum. Tandem yükünü Aslı’yla paylaşmıştık, Sukan da tam bir takım taşıyordu. Gün doğumuna yakın, güneyden esen rüzgar hepimizin moralini biraz bozsa da birbirimize pek çaktırmadan yola devam ediyorduk. Ne de olsa daha gün doğmamıştı. Ve sonunda güneş doğdu ama bizim rüzgar güneyden daha da sertleşerek esmeye başlamıştı. Bu arada güney yönüne kalkış yok gibi bir şey. Zirveye az bir yolumuz kala artık çok sık aralıklarla snowdevil’ler görür olduk ve zirveye otuz metre kala artık hiç şansımız kalmadığını anladık. Bu arada saat sabahın 9’u olmuştu ve biz yüklerimizle rüzgar ve soğuk yüzünden pek mola veremeden 9 saattir yürüyorduk. Ve tabii ki biz daha önce Hasan Dağı’na çokça çıkangiller olarak dönüş kararı aldık. Ekibin geri kalanındaki dağcılık kulübünden arkadaşlar devam edeceklerdi.

Kamp alanı
Biz dönüşe başladıktan sonra artık bariz bir fırtına vardı, neredeyse yürürken uçuyorduk. Evrim, Sukan, Aslı ve ben vadide çığ gibi bir sorun yaşamamak için sırt rotasından dönmeye karar verdik ama sırt rotasının bile normal patikasında tabakalar kaymaya çok meyilliydi. Ekibin kalanının da dönmesini bekledik ve karların az biriktiği bol kayalı yerlerden inişe devam ettik; bu arada rüzgardan yürümek bile mümkün değildi neredeyse. Tek bir kuytu yer bulup mola bile veremedik. Sonunda hepimizin en tükendiği anda yeni açılmış olan ve yamaçtan doğruca kamp yerimize inen yola ulaştık. Son bir güçle aşağıya doğru virajlardan kıvrılarak devam ettik ve artık neredeyse kamp görünecekken hepimiz yıkıldık. Kayan kar tabakaları yolu kapatmış ve bizi de alıp kendileriyle beraber götürecek halde bekliyorlardı. Tek geçit burasıydı ve İlker’in ufacık bir girişimiyle hemen bir çığcık oluştu.

Bir önce gün ekibin geçtiği yerde zemin sertleşmiş ve etrafındaki yumuşak karı sert rüzgar süpürmüştü.
Vadiye inmeye karar verdik ve oldukça tehlikeli bir yamaçtan sırayla inmeye başladık. Ben önden gidip bir geçit ararken bir çığda ben düşürdüm. Ve tekrar indiğimiz yolları çıkıp yukarıdan bir geçit aramaya karar verdik. Artık herkes tükenmişti ve yamaçlardan neredeyse ağlayarak tırmanıyordu. Tırmandık ve sonra hiç tekin görünmeyen bir yamaçtan yolun açık bölümüne indik. Son tehlikeli çığ kulvarını da teker teker geçip kampa vardık.
Saat akşamın 5’iydi… Ve biz bitmiştik! Paraşütünüzle, batan karı, 60 km.lik rüzgarı ve 1400 metrelik iniş çıkış farkını boş verip düz yolda 17 saat yürürseniz ne demek istediğimi sanırım anlarsınız. Girişimimiz başarısız oldu, biz de perişan olduk ama daha dönüş yolunda aklımıza yeni projeler geldi bile… Zaten bence para-alpinist uçuşların uçuş bölümü her tecrübeli paraşütçünün yapabileceği bir şey. Çantayı hazırlayıp ekibi oluşturmak çok daha önemli. Denemelerimiz devam edecek tabii ki ve umarım size uçarken yaşadığımız tecrübe ve mutlulukları da anlatacağım bir yazı olacak… Uzun lafın kısası Türkiye de zirvelerden uçmak Alpler’deki kadar kolay olamıyor. Ama mutlaka çok uygun dağlar var ve yeterince denemek lazım.