Aladağlar’da Emli boğazına girip, ormanı geride bırakınca ulaştığınız Akşampınarı kamp yerinden görünen manzara, her iki yanda uzanan kaya duvarları,kuleler ve bazen de yatık çarşaklı sırtlardır. 3150 metrelik Lahitkaya dağı da, buradaki dağlardan yalnızca birisidir. Çevresindeki Kaldı, Little Trango, Güzeller gibi görece yüksek doruklar arasında gözden kaçan Lahitkaya dağı, güzel ve dik kuzey ve batı duvarlarına sahiptir- kuzey duvarı, özellikle de önünden ve altından geçerken insana tırmanma isteği vermektedir..Sıyırma boğazı her ne kadar bildik gelse de insana, arkada Kaldı kuzey yüzü ile Lahitkaya kuzey duvarının o klasik görüntüsü, her dağcı gibi beni de, daha ilk tırmanış günlerimde etkilemeyi başarmıştı. Lahitkaya muazzam bir zirve değildir, en uzun rotası ise neredeyse 350 metre kadar yüksekliktedir. Ama ben ve birçok tırmanıcı için önemli bir yer. Bunun nedeni ise, üzerinde bulunan rotaların çokluğu ve zorluklarının çeşitliliği. Birçok yeni dağcının belki de ilk tırmanışları Lahitkaya (ve kaçınılmaz olarak da Güzeller) dağlarında olmuştur. Dağın doğusundaki klasik rota,150 metre yükseklikte, kısa ama birçok insana tırmanış heyecanı yaşatacak kadar dik, görece güvenli bir rotadır.Bu yazıda benim değinmek istediğim ise, günümüz zorluk derecelerinde orta karar rotalardan oluşan Lahitkaya’nın teknik yüzleri ve buralarda tırmanmanın kış ve mix tırmanış açılarından bizlere neler kazandırdığı..
Lahitkaya kuzey duvarı gerçek anlamda bir duvar değil, aynı Kaldı ve Güzeller kuzey duvarları gibi setli, dik etaplar da içeren, kulvar ve baca sistemleriyle bölünmüş, bol kar ve buz tutan, karın eriyip sonra da akarak donduğu türde bir yüz. Bu özelliği nedeniyle de, aynı saydığım rotalar gibi, mix ve buz koşullarını zaman zaman en iyi şekilde barındırıyor - yani, tam biz Türk dağcılarının arayıp da zor bulduğu bir ortam. Ancak, bazen kış başı, bazen de kış sonunda yoğun erime ve donma ile ortaya çıkan buz şartları, tehlikeli koşullar anlamına geliyor: kayanın açık olan kısımları ıslak oluyor ve birçok dik kulvar çığ tehlikesi içeriyor. Özellikle de en çok miktarda buzun, çığların en sık indiği kulvarlar boyunca ve bunların altında oluştuğunu akla getirince, bu tür şartlarda tırmanırken ikinci bir kez düşünmek gerekiyor.. Her tırmanış aktivitesi gibi mix tırmanış da tehlike doludur ama, Lahitkaya’nın bu şartları, özellikle de benim açımdan bir tırmanış okulu gibi olmuştu. Gidip geldikçe bazen başarılı oluyor, bazen de dayak yiyip geri çekiliyorduk- tecrübe de böyle böyle kazanılmaz mı zaten?
1994 yılı genç dağcılığımın en hızlı yıllarının tam ortasıydı, galiba en ateşli dönemimizdi. O dönemki tırmanış arkadaşlarımdan Nafiz Balcı ile çok güzel tırmanışlar yapıyorduk ve en önemlisi de kafa olarak çok uyuşuyorduk. Nafiz kaya üzerinde çok iyi olan, delice cesarete sahip bir tırmanıcıydı. Türkiye ‘de ıslak dönemlerde büyük yüzlere pek gidilmeyen bir dönemdi 1994’ler, hala da bunun çok değiştiği söylenemez. Aylardan mayıs ayıydı ve dağa gitme kararımızı, Sıyırma boğazına girip, gözümüze kestirdiğimiz bir yeri tırmanma kararı izledi…Böylece, bugüne kadar süren Lahitkaya maceraları dizisi başlamış oldu. Gerçi bundan evvel de buz ve mix tırmanırdım ama, herhalde yıllar içinde gidip de buz bulduğum ve en sık gittiğim yerlerden birisi Lahitkaya oldu. Yağmurlu bir günde, Sıyırma’nın Valikonağı kampı civarına kurduğumuz küçücük bir bisiklet çadırına sığışıp, gri sis içinden bazen gözüken Lahitkaya’yı seyrettik -üzerinde en çok rota olan yüzdü bu. Kışın aşırı yağışı yüzünden kulvar içleri kar dolu idi , en önemlisi de aşağıdan başlayan dik ve buzlu bir hat vardı. Ertesi gün ne yapacağımızı biliyorduk.
Gri bir sabahta, erkenden yüzün altına gittik. Malzemelerimiz oldukça ilkeldi bugüne göre: sikkeler ,üç hexantrik takozu, 12 karabin (ekspres bant yok, onun yerine birkaç perlon vardı) ve de, en fenası, 45 metrelik, 9 mm. çapında, ne olduğu belirsiz bir Rus ipi.. Nafiz, hafızam beni yanıltmıyorsa, kısa ve yün bir dağcı pantolonu ve yuvarlak burunlu ,eski tür bir dağ ‘’potini’’ giymişti , kıçında ise ev yapısı, kendi üretimi olan emniyet kemeri vardı, ikimizde de kask yoktu. (Dolayısıyla fotoğraflar oldukça antika çıktı!) Rota, içine girdiğimiz ilk andan itibaren sağlam kar-buz kaplıydı ve eğim dikti, zaman zaman 65-70 derece sert kar-buzdan tırmanıyorduk. Üst kulvarlara ulaşan dik kaya slab’I ( slab: temiz, pürüzsüz ve orta eğimli kaya yüzeyi) üzerinde mükemmel bir buzlanma vardı. Emniyetli hissettiğimiz için olsa gerek, ip hala sırtımızdaydı - biz de dik kulvarı kramponluyorduk -150 metre kadar yükselince, üstünde kar olmayan dik bir slab’a geldik (burası, duvarı orta hizada bölen slab imiş). Buradan doğru şekilde, sağa geçmemiz gerektiğini tahmin edebildik- bu önemli bence, çünkü, ne o rotayı tırmanan birisi ile konuşmuştuk ne de rehber kitaba bakmıştık, zira çevrede o tür güzellikler yoktu-yani seçtiğimiz rotaya hasbelkader girmiş, Allah ne verdiyse gidiyorduk. Bu da, bence, rota bulma becerilerini geliştirici bir şey tabii. Sonuçta, ipi açtık, Nafiz o berbat ve ıslak slab’I kramponlarıyla tırmandı ve üst kulvarlara geçtik. Üst kulvarlar daha da sertti ve kaya olan dar boğazlarda buz şelaleleri akmıştı, biz de iyice doldola gelerek bunlara ’saldırıyorduk’. Bağıra çağıra tırmanıyorduk, bu arada Lahitkaya kuzey’in üstteki geniş kar setine çıkmıştık-artık zirve yakındı ama hava da sapıtmıştı, gri sis içinde gökten bir kar furyası boşalıyordu.. Açık olan kayaların da üzeri karlanıp kapandı ama biz halen yükseliyorduk, iyice dik yerlere gelmiştik ve, kayganlaşan zemin dolayısıyla, emniyet almaya başladık.. Sonunda dik bir kaya duvarının altına geldik -duvar bir dihedrali andırıyordu, bir yanı negatif temiz bir kaya, fakat çatlaklı, diğer yanı ise pozitif eğimli ama üzeri pul pul, saydam bir buz ile kaplıydı.. hangisi daha iyi?Üzerinde olduğumuz, duvara dik uzanan keskin sırt emniyet almaya uygun değil, tırmanan düşerse emniyetçi sırtın diğer yanına atacak kendini ve ip ikimizi de tutacak, yani en azından buna güvenerek tırmanıyoruz! Çok güvenmediğimiz ince ipi çift kat yapıyoruz, Nafiz kuru ama negatif yüzeyi denemeyi istiyor ve hemen 5 metre kadar yükseliyor, ama yüzey pek kolay değil, bir sikke çakabilmek için ellerini kayadan ayıramıyor. Gücü yavaş yavaş tükeniyor, çakmak üzere karabinden çıkarttığı sikke ağzında.. Bir anda elleri kayadan kurtuluyor, onu havada görüyorum ve kendimi sırttan öte yana atmam bir oluyor! Ben yuvarlanırken, küçük sırtın diğer tarafından Nafiz’in çakılırkenki metal aksam şangırtısı geldi. Bir an sonra, sırtta buluştuk, bir iki gülüşme ve devam! Nafiz bu kez dihedralin diğer yanına, buzlu kayaya tırmanmaya çalıştı, ama zar- zor çakılan bir sikke ile istasyon almadan önce değil. Çıktı, çıktı ve kramponları buzu tutmamaya başladı, artık buzları kırmış, ıslak kayada patinaj yapıyordu..Sonuç: 6 metrelik bir lider düşüş daha! Bu kez Nafiz’in burnunun üst kısmı yaralanmış, kanıyordu. Ben de, düşmenin gücüyle karşımdaki duvara dizlerimi vurmuştum ve galiba yumuşak dokuları ezmiştim.. bir süre sırıtarak birbirimize baktık ve.. inelim dedik (nihayet!) Duvarın en üstüne yakın bir yerden, 5-6 ip serbest, 7 ip boyu da ipli iniş yaptık, iğrenç bir yağış altında. Yüzü bitirememiş ama çok güzel ve adrenalinli bir tırmanış ve iniş yapmış olmuştuk.
Lahitkaya’ya bundan sonraki dönüşüm, aynı yılın 29 haziranında oldu. Kürşat Avcı ve ben, baharda iple indiğimiz buzlu kulvar ve yüzeylerden (artık buz filan yoktu) rahatça tırmandık, ama dağın bu yüzü tamamen değişmişti. Çürük kaya, ve yine çürük kaya.. 1995 yılının ocak ayında, Ertuğrul Melikoğlu ile Sulağan Kaya dağının batı yüzünde yer alan ‘’Şeytan Rampası’’ rotasının ilk kış çıkışını yaptıktan sonra, Lahitkaya’ya, doğusundaki klasik rotasından , zannederim ilk kış çıkışını yaptık - tabii bu , basit olmakla beraber çığ tehlikesi içeren kısa bir tırmanıştı. Sonra uzunca bir süre, Lahitkaya’yı tamamen unuttum- taa ki 1997 kışına kadar. O zaman da derin kar yüzünden, tırmanmayı amaçladığımız bu duvarın altına bile varamadık. Lahitkaya kuzey yüzünde, kışın da belki buz veya en azından zevkli mix tırmanış ile karşılaşmayı ummaktaydım. Ancak, bundan sonraki kışlarda da anlayacağımız gibi, bu güneş görmeyen kuzey yüzünde buz bulmak hayal imiş.
1998 yılının 29 ekim tatilinde, Aladağların birçok yüksek rotası haşin buz koşulları ile bembeyazdı. Biz de, bundan faydalanarak, arkadaşım Engin Külahoğlu ile beraber Kaldı Doğu yüzünde çok güzel bir mix tırmanış yapmıştık. Ertesi gün, yani 1 kasım günü, Efecan Aytemiz ile tırmanacak bir rota aradık ve işte yine Lahitkaya! Ancak bu kez dağın batı yüzündeki dik gözüken duvarların altına gidiyorduk. Her yerden buzlar akmıştı ve hava apaçıktı - ancak tırmanacağımız yüzeyler hep gölgedeydi. Tırmanacağımız olası rotaların hiçbirisi belirgin bir zirveye ulaşmıyor, Lahitkaya’yı Kaldı’ya bağlayan kırıklı sırt üzerine çıkıyorlardı. Denediğimiz ilk rota oldukça zordu ve bir negatife bağlanıyordu - fazla ilerleyemedik ve indik. Hemen ardından gelen denememiz ise, bir ip boyu kadar tırmanabilmemize rağmen mükemmel bir mix tırmanıştı- dik kaya slab ve çatlakları üzerinde ‘Ben Nevis’vari, masmavi ve kalın buz! (Hatta buradaki fotoğraflardan birisi Takoz dergisinin 5. Sayısının kapağındadır..) Doğrusu şu ki, Aladağlar’da böylesi tırmanış şartlarını bulmak her zaman olası olmuyor. Kaldı ve Lahitkaya’da ara mevsimde yaptığımız bu çıkışların tadı , biz katılanların iştahını kabartmıştı!
‘’Herhalde kışın da buz olur’’ yanılsamasının devamıyla, 1999 kışının soğuk bir mart sabahında , Kürşat Avcı ve ben, bu ıssız duvarın dibindeydik yine. İlk engel, kar yamacı ile kayayı ayıran ‘’moat’’ veya nam-I diğer ‘’bergschrund’’u aşmaktı- tabii baharda geldiğimizde , kaya ile kar arasında böyle dipsiz bir boşluk yoktu. Başından itibaren ip emniyeti ile, ilk ip boyu olan slab’da debelendik, burası kramponlarla tatsızken, kramponsuz (karın elle-ayakla süprülünce buzlaması sonucu) son derece uğraştırıcı idi. Kulvar sistemlerine geçtiğimizde ise, 60-70 derece eğimli ama batak bir kar ile karşılaştık ve herşeye rağmen duvarı yarı hizada ortadan bölen geniş slab’a kadar tırmandık. Bu arada zaman zaman şiddetle kar yağıyordu, biz de derin kardan bayılmıştık ama iki ayrı yerden, çok minimum – hatta sıfır- emniyet imkanları eşliğinde slab’I aşmaya çalıştık- nafile. Kaya çok ıslaktı. Hava sebepsiz ısınıp , kar yağışı ile erime başlamış ve kayalar ıslanıyordu. Buradaki emniyetsizlik , tırmanış zevki adına olan herşeyi ortadan kaldırıyordu. Sonunda o malum karar, iniş. İnerken kulvarın üzerinde emniyet aletimi ve HMS karabinimi düşürmem, bunların üstüne tuz-biber oldu.
Lahitkaya’ya uzun süre gelmem artık derken, o yılın mayıs ayının sonunda , Haldun Aydıngün ile rotayı tekrar çıktım. Sıyırma boğazının sonunda bazı tırmanışlar yaptıktan sonra, Haldun’un biraz ‘’duvar hissi’’ tatmak istemesi sonucunda buna giriştik –sonuç : duvar altındaki karda, kışın kaybettiğim malzemelerimi buldum ve çürük olsa da zevkli bir tırmanış yaptık.
Lahitkaya’ya uzun süre gelmem artık derken, o yılın mayıs ayının sonunda , Haldun Aydıngün ile rotayı tekrar çıktım. Sıyırma boğazının sonunda bazı tırmanışlar yaptıktan sonra, Haldun’un biraz ‘’duvar hissi’’ tatmak istemesi sonucunda buna giriştik –sonuç : duvar altındaki karda, kışın kaybettiğim malzemelerimi buldum ve çürük olsa da zevkli bir tırmanış yaptık.
İlk kış denememizi yaptıktan neredeyse bir yıl sonra, bu kez 2000 yılının mart ayında, Kürşat ile bir kez daha rotanın altındaydık. Ancak, bu kez rotanın altına girmek bile riskliydi, yamaç derin ve tabakalı bir kar barındırıyordu ve oldukça uğraşarak kayaya ulaşabildik. Bir önceki gün,16 mart’ta Suner Tepe’nin Akşampınarı’na bakan kayalık yüzünü çıkmıştık ve o sıcak, kupkuru güney yüzünden sonra, burası iyice bir yabani gelmişti bize. Üstelik, rotada hiç rastlamadığım kadar toz kar vardı. Yani, kayayı bulmak ve ara nokta- istasyon atabilmek için bayağı eşelenmek durumundaydık. İlk 35 metredeki slab yapısı bizi yine uğraştırdı,önce kar temizlemek, sonra da, kramponlarla tırmanmak .. Burayı tırmanırken Kürşat’ın kendi kendine söylendiğini duydum:’’Pis Japonlar..’’(!) Bundan böyle burayı hep ‘’Japanese Direct’’ olarak andık! Ama, o gün yukarı kulvarların ve malum slab’ın da derin kar ile kaplı olduğu belliydi ve ilk ip boyunda tırmanışı bırakıp, Güzeller’in görece sert karında başka bir rotayı tırmanmaya gittik. Ancak, artık anlamıştık ki, kışın buralarda buz filan bulamayacağız…
2001 yılının ocak ayı oldu, herkesin de bildiği gibi, karsız bir kıştı bu. Aladağlar’da kış dağcılığı yerine, soğuk ortamda yapılan kaya tırmanışları şeklinde bir dizi çıkış yapmıştık. Kanadalı tırmanış arkadaşım Thomas C. Clark ile Narpuz boğazında iki kaya rotasını (Gözcü Kulesi ve İkiz Kule) tırmandıktan sonra, o parapantıyla uçmaya gitmiş, ben de Demirkazık dağevinde Kürşat ile buluşup, Lahitkaya’ya gitmiştim. Bu kadar az kar olan bir kışta, belki de uygun koşulları bulacak ve istediğimiz gibi zevkli bir mix çıkış yapabilecektik.
Herşey süper başladı, duvar altına giderken çok az ve çok sert bir kar ile karşılaştık. Hava açık ve soğuktu, öyle ki , emniyet alırken soğuktan titriyorduk, ayaklar derhal hissizleşiyordu. Tabii ki, rota girişindeki karın azlığı zor olan slab yüzeylerinin daha da uzaması demekti, ama buradaki tırmanış harikaydı. Herşey arzu ettiğim gibiydi, ara emniyet vardı ve iyiydi , kramponlarımı tutacak kadar buz vardı, buz aletlerimi her mix konumunda kullanıyordum- sapını, çekicini, sivri ucunu çatlaklarda sıkıştırıyordum. Bu, güzel bir rüya gibiydi, taa ki Kürşat ipin sonu olduğunu bağırana dek. Kulvar sistemine geçerken Kürşat lider gitti, kulvarlar hiç fena değildi , dik ve buzlu birkaç baca da tırmandık. Güzel bir sürat ile, belalı slab’ımıza vardık bir kez daha, bu kez burayı geleneksel olarak lider giden Kürşat yerine ben gittim. Yazdan hatırladığım slab’ı bölen ince setler boyunca yan geçerek yükseldim, emniyet bir kez daha güvenilmezdi.. Friend, sikke derken üzeri açık , kuru bir yüzey ile karşılaştım. Artık kramponlar ile ilerleyemezdim. Dizim hizasında kalan bir sikke idi son noktam, ve sadece bir botum genişliğinde, üzerinde buz olan bir setteydim. Hassas hareketlerle , sırayla plastik ayakkabılarımın dışlarını, üzerinde kramponlarla çıkarttım ve..sikkeye astım, bu arada meslerin tabanı yüzünden kaymamaya da azami dikkat ettim.. Bir iki hamle sonra, aslında göründüğü kadar kuru olmadığını anladığım pürüzsüz bir yüzey üzerinde saçma bir konumdaydım - meslerin tabanları vıcır vıcır , yağlı gibi kayıyordu. Hamlelerimi geri aldım yavaşça, plastikleri de giydim ve ‘’boşverdim’’. O gün için gereken ve hoşuma giden dozu almıştım. Malzemeyi çok dikkatle toplayarak geri tırmandım, inmeye başladık. Ama , kulvarların sonundan ‘’Japanese Direct’’ e iple inerken Rambo buz aletimi istasyona bağlı unuttuğumu en son ip boyunda hatırladım. Tabii, çok geçti, benim emektar aleti de duvara hediye etmiş oldum..
Şimdi dönüp geriye bakınca, aklıma zirveye kuzey yüzünden ulaşamadığımız kış tırmanışları değil, yaptığımız tırmanışların kalitesi ve kazandırdıkları geliyor. Yıllar içinde, Aladağlar’ın bu ıssız kuzey yüzü ve diğer dağlarının benzer yüzleri, tıpkı dağları aşındıran buzullar misali, bizi törpülediler ve şekil verdiler. Başarıyı sadece zirveyle ölçmek yerine, yapılan işlerin kalitesi ile değerlendirmeyi öğrettiler. Bu perspektifi edindiğim için de son derece mutluyum…
Bakalım karlı, belki de buzlu bir kaya yüzü ile bir sonraki buluşmam ne zaman olacak? Güzel günler dileğiyle….
Bakalım karlı, belki de buzlu bir kaya yüzü ile bir sonraki buluşmam ne zaman olacak? Güzel günler dileğiyle….
Tunç Fındık